TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bale piyanistliğinin eğitimi yok

Dünya’da eğitimi verilmeyen ve en ünlü piyanistlerin dahi yapamadığı bale piyanistlerinden biri olan Azerbaycan asıllı piyanist Nazile Atayeva, sanatçı bir ailede doğduğunu belirterek piyanoya olan aşkının ablasına alınan piyona ile başladığını söyledi

Haber Giriş Tarihi: 10.06.2015 08:18
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Bale piyanistliğinin eğitimi yok

NİLGÜN TAZE - 1971 yılında Azerbaycan’da sanatçı bir ailede dünyaya gelen piyanist Nazile Atayeva, ablasına alınan piyanoyu çok çaldığı için rahatsız olan annesinin piyanoyu kilitleyip anahtarı sakladığını söyleyerek, anahtarı almak için çıktığı sandalyeden düştüğünü belirtti. Canının çok yanmasına ve dizlerinin yaralanmasına rağmen hala gözünün annesinin tekrar anahtarı nereye saklayacağını takip ettiğini söyleyen Atayeva, “Babam Azerbaycan’ın ünlü klarnet ve balaban ustalarındandı. Kendisi hiç nota bilmemesine rağmen çok yetenekli olduğu için kısa zamanda meşhur oldu. Biz 4 kardeşiz ancak sadece ablamla benim müziğe ilgimiz oldu. Lenin zamanından kalma kırmızı prömiyer atkılardan bir tanesini ablamın beni götürdüğü bir müzikalde taktılar. O takılan kurdeleden sonra ben sorumluluklarımı kabullenerek derslerimi iyi çalışmaya başladım çünkü başarısız olan öğrencilere o prömiyerden takmıyorlardı.  Ablamın beni götürdüğü tiyatronun sahibi bir besteciydi. İlk olarak onun elinde yetiştim diyebilirim. Küçük yaşlarda televizyon programlarına katılmak da dahil olmak üzere birçok müzik ve oyunculuk gösterilerine hazırlandık. Bakü’de bülbül adında üç-dört sınavı geçtikten sonara girilebilen tek bir sanat okulu vardı. Bu okula yalnızca çok yetenekli çocuklar alınırdı. Benden 8 yaş büyük olan ablam bu okulu kazanmıştı. Ben üç yaşındayken ablam için eve bir piyano alınmıştı. Her sabah ablamı ve 7:00-7:30 gibi klarnetini çalmaya başlayan babamı dinlerdim. Her gün dinlemekten bazen sıkıldığım olurdu ancak çoğu zaman hoşnut kalırdım. Üç yaşlarımda olmama rağmen ne duyarsam çalabiliyordum. Ailemi bir süre sonra bıktırdığım için artık piyanoyu kapatmaya başlamışlardı.  Ablamın rahat çalabilmesi için piyano yatak odasına konulmuştu. Yatağın yanında bulunan dolabın üstünde yorganlarımızı koyduğumuz ve yüklük adını verdiğimiz bir yer vardı. Bir gün annemi o kadar bezdirmişim ki annem piyanoyu kilitleyip anahtarını yüklüğün altına koydu. Piyanonun yuvarlak dönen bir sandalyesi vardı. İçimde öylesine büyük bir çalma isteği vardı ki adete bir bağımlı gibi davranarak anahtarı alabilmek için o sandalyenin üstüne çıktım ve anahtarı buldum.  Ancak nasıl ineceğimi düşünmemiştim. İnmeye çalışırken birden ayağım kaydı ve düştüm. Annem ağlama sesime geldi, dizlerim yara olmuştu. Beni teselli ettikten sonra ‘ben sana söyledim, sen çalma diye anahtarı sakladım fakat sen yine de bulmaya çalışıyorsun’ şeklinde söylenmeye başladı. Bir taraftan anahtarı yeniden saklamaya çalışıyordu ancak canım çok yanmasına rağmen hala gözlerim annemin anahtarı saklayacağı yeni yeri gözetliyordu.  Şimdi de öyleyimdir. Ne kadar güzel olursa olsun bir film izlerken dahi aniden kalkar ve çalışma odama geçerek en az yarım saat-45 dakika piyano çalarım. Bu bana bir nevi terapi gibi gelir ve rahatlarım.  Annem bu olaydan sonra beni de müzik okuluna kaydettirmeye karar verdi. Ancak piyanistlerin iş bulması zor olduğu için daha fazla şansı olan keman bölümüne yazdırdı. Kemana 4 sene gittim ancak hiç sevmeden. Hep içimden ‘inşallah ders iptal edilir’ diyordum” dedi.

DÜNYA ÜZERİNDE EĞİTİMİ YOK

Piyanoya bir aşk derecesinde bağımlı olduğunu ve kulağının çalınan bir notaya bakmadan söyleyebilecek kadar iyi olduğunu söyleyen Atayeva,  gönderildiği okulda yardımcı müzik olarak piyano derslerinin verilmesinin kendisi için büyük şans olduğunu ifade ederek, “Allah’tan piyano dersi de yardımcı müzik olarak veriliyordu. En son branş seçimlerinde öğretmenlerim ‘senin en az iki-üç mesleğin olması lazım’ dedikleri için solfej armoni bölümünü seçtim. Kulağım o kadar iyidir ki hangi notaya bastığınızı görmeden söyleyebilirim. Sanırım bu bana babamdan kalan bir miras.  Okulumuz 11 sene devam eden bir okuldu. O zamanlar ancak 11 yıl okuduktan sonra konservatuara gidebilirdiniz. 2 yazılı 9’da müzik sınavı olmak üzere 11 sınava girerdik. Bir tane 4’ümün dışında notlarımın hepsi 5’di. Koro şefliği bölümünü okuyarak üniversiteyi bitirdim. Daha yeni mezun olmuştum ki üniversite benden öğretmenlik yapmamı istedi. Benden sadece 3-4 yaş küçük olan öğrencilere ders verirken bir gün dekan geldi ve ‘öğretmeniniz nerede’ diye sordu. Ben de kendimi göstererek ‘efendim öğretmen benim’ cevabını verdim. O da ‘senden nasıl öğretmen olur, sen daha küçüksün’ deyip çıktı. Ben sınıfta güzel bir disiplin yarattım. 4-5 yıl boyunca 50 kişilik bir gurupla çeşitli konserler vererek çalıştıktan sonra çok iyi başarılara imza attık. Bir gün rektör çağırdığında dekan da tesadüfen oradaydı ve bana dönerek ‘kusura bakma ben seni ilk gördüğümde sana kaba davrandım, halbuki yetenekleriniz boyunuzdan daha büyükmüş’ dedi.  Daha sonra Azerbaycan’daki bale akademisine katılmaya karar verdim. Burası çok zor bir okuldur çünkü sadece improvize çalarsınız. İmprovize, öğretmen bale dersi verirken hareketlere bakıp o harekete uygun müzik bestelemek demektir ve bunu sadece o anda yapabilmeniz istenir. Düşünebiliyor musunuz o anda hem o harekete uyacak, hem karaktere uyacak ve hem de müzik güzel olacak. Bale piyanisti dünya üzerinde çok bulunmayan bir sanat çünkü bu sanatın eğitimi hiçbir yerde yok. Konservatuarlar ve müzik akademilerinde dahi bu dersi verebilecek bir öğretmen bulamazsınız.  Besteci kendisine ilham gelmesini bekler ve belki de bir yılda bir iki tane beste yapar. Düşünün ki 1.5 saatlik bir gösteride en az 30-35 hareket varsa siz o 30-35 harekete farkı farklı müzikler çalmak zorundasınız. Bu tabi pratikle ve senelerce uğraşılarak yapılabilecek bir şey. Yaratıcı olmanız gerekiyor ve sadece sizin kendinizi geliştirmenizle yapılabilecek bir şey. Küçük yaşlarda duyduğunu çalabilme yeteneğine sahip olamayan bir piyanist bunu yapamaz. Dünya’nın en iyi piyanistini getirin ve opera baleye koyun ve deyin ki ‘sen bu dersi çalacaksın’, kalkar gider, çalamaz çünkü. Bu pratiği almayan en ehil kimse bile yapamaz bunu. Küçücükken küçük şiirler yazar ve onlara besteler yapardım. Oktay hocam yaptığım besteleri dinlerken bana hep ‘sen büyüyünce çok büyük bir besteci olacaksın, hiçbir zaman müzikten vazgeçme’ derdi.  Her gün geldiğinde bana ilk sorusu ‘bugün ne besteledin kuzum’ olurdu. Ben de küçücük ellerimle bazen doğru bazen yanlış ne kadar becerebiliyorsam çalardım. Hatta bir keresinde bir bestemi çok beğenmiş ve kendisinin geliştireceğini söylemişti. Kayda alınmıştı o bestem. Ancak o yıllar da çok taşındığımızdan kayıt kayboldu. Öyle çok seviyordum ki o kaydı, dinlemeyi yıllar geçip ben büyüdükten sonra TRT gibi Azerbaycan’ın kanalı olan AS TV rejisöründen bulması için ricada bulundum. Ancak ellerinde çok fazla eski kayıt bulunduğu için arayamayacaklarını söylediler. Öyle çok yalvardım ki ‘siz sadece arşiv odasına girmeme izin verin ben hepsine tek tek bakar bulurum’ diye ancak yine de Altın Fon adı verilen, içinde çok kıymetli kayıtlar olan arşive yetkili dışında girilmesi yasak olduğu için izin verilmedi. Bu kayıt içimde ukde olarak kaldı” açıklamasını yaptı.

PİYANO BENİM AŞKIM

Bale akademisi sınavına girmek için gittiği sınavda kendisi ile birlikte 20 kişinin daha olduğunu ve  keman çalmayı hayatı boyunca sevemediğini söyleyen Atayeva, ülkelerinde sanata verilen önemin çok fazla olduğunu ve çeyiz olarak kıza sevdiği bir müzik aleti alındığını belirterek, “20 kişiyi görünce içimden ‘hayatta geçemem’ diye geçirmiştim çünkü sadece 2 kişi alınacaktı. Benden önce sınava girenlerin hepsi ‘çok kötüydü’ diyerek odadan çıktılar. Sıra bana geldiğinde baleye beste yapmamı istediler ve ben hemen yaptım. Azerbaycan’ın 10 ünlü sanatçısı karşımda duruyordu. İstedikleri bir parçayı çalmamı istediler onu da çaldım. Sonra benden bir adaş istediler. Harmoni bölümünü bitirmek bana burada yardımcı oldu. Modülasyon denilen akortlardan oluşturulmuş bir müzik türünü öğretmişlerdi.  Onu çalınca ünlü balerinimiz ayağa kalkarak beni alkışladı.  ‘Şimdi de hızlı iki dörtlük çal’ dedi, onu da çaldım ve bana ‘gidebilirsin’ dedi. 20 kişiden seçilen iki kişiden biri böylece ben olmuştum. Öyle zordu ki 2 ay boyunca ayrılabilmek için elimde istifa dilekçesiyle gezdim. Her defasında reddediliyordum. Baktım olmayacak benden önce çalışanlardan kopya istedim.  İki ay bir kağıda yazdığım sıralamalara bakarak kendi başıma pratik yaptım.  Bale kasetlerini kütüphaneden alarak eve götürüyor, saatlerce izleyerek onlara uygun anında müzik bestelemeye çalışıyordum.  Böylece yavaş yavaş dünyanın hiçbir yerinde eğitimi olmayan anında müzik yapmayı da öğrenmiş oldum.  15 yıl bu bale okulunda çalıştıktan sonra artık bu sanatta birinci hale gelmiştim. Bu okulda 8 sene eğitim alan çocuklar yeteneklerine göre ayrılarak kendi branşlarına veriliyorlardı. Koleji de bitirebilenler ancak opera baleye girebiliyorlar. Azerbaycan’da sanata verilen ilgi yoğun olduğu için mezun gençler işsiz kalmazlar. Ancak Türkiye’de durum böyle değil. 2011 yılında Azerbaycan Devlet Operası’na Türkiye’den piyaniste ihtiyaçları olduğu doğrultusunda davet gönderilmiş. Benim de kızım o yıl nisan ayında Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ni kazanmıştı. Baleye de davet mayıs ayında geldi. Kızımı bilen yönetim direkt olarak  ‘senin kızın Türkiye’de sen de gitmek ister misin?’ diye sordular.  İlk önce üç çocuğumla, yabancı bir ülkede ne yaparım diye düşündüm ancak sonunda denemeye karar verdim. Aynı zamanda da Almanya’dan da teklif gelmişti ancak kültürlerimiz, dilimiz ve dinimiz benzer olduğu için Türkiye’yi tercih ettim. Almanya’da çocuklarımı kaybedebilirdim ancak Türkiye’de bu risk daha azdı. Geldiğimde dilimizin o kadar da birbirine yakın olmadığını gördüm. Baya zorlandım iletişim kurmakta ancak ‘madem geldin öğrenmek zorundasın’ dedim kendime ve onu da başardım. İzmir, Azerbaycan’a çok benziyor. Türkiye’den davet gelmeden önce yabancı bir ülkeye gittiğimi, ev aradığımı ve uzun boylu bir gencin beni karşıladığını rüyamda görmüştüm. Gerçekten de geldiğimde tıpkı rüyamdaki gibi bir yetkili beni karşılamış ve yine tıpkı rüyamdaki gibi ev aramıştım. İşe başlar başlamaz bir özel müzik okulu da öğretmen olarak çalışmam için beni davet etti. Yine bir ikincisi. Evde de özel dersler verdiğim oluyor. İzmir’i, uçak inmeye başladığı andan itibaren çok sevdim. Çünkü tam da Bakü gibiydi. Bizde de aynı Alsancak’taki gibi kafeler var ancak bizimki biraz daha İzmir’e göre petrol olduğu için gelişmiş durumda.  İnsanlarda burada tıpkı bizim gibi çok sıcak. Birine bir şey sorduğunuzda ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bir arkadaşım şaka olsun diye bir gün ‘adres öğrenmek istersen bir İzmirliye sor, o sana bilse de bilmese de tarif eder’ demişti. Azerbaycan’la Türkiye’yi kıyasladığımda Türkiye’de çok güzel sanatçılar olmasına rağmen eğitim olarak çok geride kaldığını görüyorum. Bizde bir kız evlendirildiğinde evine çeyiz olarak bir piyano verilir. Bu ülkemizde sanata verilen ilginin bir göstergesidir. Bir de her evde müzikle uğraşan biri mutlaka vardır. Ben bunu Türkiye’de eğitim almanın çok pahalı olmasına bağlıyorum. Parası olan aileler müzik eğitimini çocuğuna aldırabiliyor. Azerbaycan’da ise aylık 12 manat gibi herkesin kolaylıkla ödeyebileceği bir parayla çocuklar müzik dersi alabiliyorlar. Üstelik 7 sene süren bir eğitim” ifadelerini kullandı.

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.