Kitap küçüktü. Bir kesme şekerden daha da küçük. Kitabı eline alıp, şaşkınlığını bakışlarına veren çocuk da küçüktü. Çocuk şaşkındı... Elini tutan baba da... Önce oyuncak sandı kitabımı Şeker veya çiklet boyutlarındaydı. Çocuk bir içim su boyutlarında. Baba, es geçip yürümek istedi. Çocuk elini çekerek durdurdu.
Baba ne diyeceğini şaşırdı... Çocuk babasına ne diyeceğini. Kitap elindeydi. Çocuğun diğer eli babasında. Gözleri bende, benim gözlerim de onlarda. Birbirimize ve kitaba bakıyoruz. Baba, çaktırmadan cebine. Herkes bir yerlere bakıyordu. Ama bakışlarımız birbirine çaktırmadan yakalanıyordu. Aramızda en temizi çocuk ve kitaptı. Küçük olanlar daha kirlenmemişti.
Çocuk, minyatür kitabı sevdi. Ben çocuğu Babası ortada kaldı. Ederini sordu adam; sustum. Ben parasını alamazdım bu kitabın. Ben çocuğun sevincini ve ışıldayan bakışlarını ve bu minik mutluluğun sonsuzluğunu istiyorum. Kitap çocuğun avucunda kayboldu, baba kendi içinde.
Aslında hepimiz aynı paydanın kahramanıydık. Ben bir katildim. Sözcük katili... Sözcükleri özgürleşinceye kadar o kitapta hapsetmiştim. Çocuk özgürlük savaşçısı Baba, silahı çıkaracaktı... Çocukla ikimizi öldürecekti... İkimiz de sessizce vurulacaktık... Çocuk sessizce kitabı cebine koyup gidecekti. Ben aldığım parayı nasıl aldığıma şaşırarak ve utanarak cebime koyacaktım. Ve adam ikimizi de vurmuş olmanın ikilemini taşıyarak bir daha oradan geçmemeye yeminli gibi bakacaktı.
Baba kitabı almak istemedi. Ben kitabı çocuktan geri almak istemedim. Kitap çocuktu. Hediye etmek istedim. Çocuk da istedi. Baba istemedi. Çocuk avucundaki kitabın sıcaklığını yüreğine taşırken gözlerini açmadı. İkimizin arasında bir köprü vardı... Ben çocuğun içsel çığlığını kulağımı yırtarcasına duyuyordum. Baba, belki de son otobüs parasını hesaplayan düşüncelerinden sıyrılıp kitabı çocuktan aldı. Çocuk birden bire babasına baktı. Ben çocuğa.. Kitap bana... Hayatın bir helezon akış içinde var olduğunu anlatan ve Surun borusunu üfleyen rahiplerin boynundaki iri tesbih tanelerindeki ip kopup, taneleri dağıldı. Kopan yalnızca ip gözüküyorsa da, aslında hayatın içindeki en ince ırmaktı. Taneler raflardan aşağı düşen kitaplardı. Kitaplar yükseldikçe küçülüyordu; çocuk yüreğini çıkarmadan büyüyordu. Elleri, kitap kadardı. En küçük dizenin sığındığı kutsal bir toprağın suyunu emen mürekkebin inançlı bir bekçisiydi... Kitap artık çocukta değildi. Kitap artık benim elimde değildi. Kitap artık babanın parmakları arasında bana uzatılmıştı. Çocuk bize göre kısa boyluydu. Bana, babasına ve kitaba aşağıdan bakıyordu. Ben utanıyordum, baba telaşlıydı. Çocuk aşağıdan yukarıya bakarken bizi kocaman görüyordu. Utanıyordum... Aşağıdan bakarken kitabın ederi yazılı noktayı görüyordu. Oysa ben para değildim. Benim kitabım da asla o yoldan geçmemişti. Ama tezgahta ben vardım ve kitabı almak isteyen çocuğa babası karışmakla, söylememek arasında köprü başında terliyordu...
Baba hamle yaptı, çocuğa baktı Sonra dönüp bana baktı Elini cebine attı... Eyvah! Silahı çekiyordu... Çocukla ikimiz de ani yakalanıyorduk. Hazırlıklı değildik. Utancımdan yüzümü kapatmak için elimi aradım Çocuk bakışlarıyla kitabı alttan kocaman görüyordu. Ben perişandım. Baba istemeyerek de olsa elini cebine atmıştı... Çocuk beni yanlış anlayacak diye geri çekiliyorum. Amacım babasını istemeyerek bir alışverişin içine sokmak değildi. Baba bana ve minyatür kitabıma ulaşmadan önce mutluydu... Çocuk kitabı görüp avucuna aldıktan sonra daha mutluydu. İç savaşın bütün kahramanları, aynı tezgahın önünde, tanrısal sözcüklerin saklandığı bir kitabın çevresinde toplanmıştık. Korunmalıydım. Çocuğu da korumalıydım. Çocuğun babası kararlı değildi. Ama sağ eli, sağ cebinde bozuk kurşunlar arıyordu... Çocuk kitabı alıp cebine koymak için heyecanlanıyordu. Çocuğun önünde parayla yaralanmamak için yüzümü çevirmiştim. Baba, inatçı ve kararlı olduğunu aniden cebinden çıkararak silahını gösteriyordu. Silah elindeydi. Fazla mermisi olan bir tabancanın sahibi olmasa bile, fırıncıya ayırdığı belli olan mermilerin en küçüğünü namluya sürdü...
Ah! Vurulmak üzereydim... Çocuk sevinmek üzereydi... Baba, dönüp çocuğun sevincine baktığında her şeyi yapabilirdi. Yaptı da Avucunda, kalan son parası vardı. Benim sonsuza kadar alamayacağım bir soluktu. Çocuk ekmeği biliyordu... Çocuk kitabı da biliyordu. Baba, hepsinin buluşmasında mutluluğu da biliyordu. Ben hiçbirini bilmiyordum. Ben bütün esirlerin en küçüğüydüm.
Tanrım, adam beni vurdu. Hem de sevince boğulan bir çocuğun gözleri önünde. Adam, onurla çocuğuna baktı. Kitabı alıp, uzun bir yürüyüşün susuz kalan atların yelelerine sarılan bulutları da, suya dönüştürerek beni ıslattı. Ben çocuğun önünde vurulmak istememiştim. Ben, para almak istememiştim. Ben, çocuğun ekmeğinden azalan lokmayı, çocuğun balonunu almak istememiştim.
Adam beni vurdu. Yaralıydım. Kanlar, yüreğimin sessiz odalarından kendine doğru akarken gözlerim çocuğun sevinciyle susuyordu. Para beni yaraladı. Para beni kirletti. Para hayatımın en iğrenç sayfası.
Çocuk mutluydu, minyatür kitap da mutluydu. Ben de, çocuktan kalan bakışlarla mutluydum. Baba da, küçük mutluluklardan kendi payını almıştı. Hepimiz çoğalmıştık. Yaralarıma rağmen, akan insan ırmağı içinde birbirimizden koptuk. Dalgalar bizi belirsiz bir adaya, kitap raflarıyla dolu yeni bir hayata taşıyordu... Sustuk; kendimizi kitap ve insan akıntısına bıraktık... Kendi rüyalarımdan uyandım...
TÜYAP Kitap Fuarında, binlerce çocuk ruhumuzu okşayarak hızla salonlara dağılırken; Geleceğin yazarlarını da selamlamak üzere yaşlı şair ve yazarlar, koridorun en ince kapısında sıra bekliyordu... Dünün çocuk okuyucuları, şimdi şair yazar olarak stantları doldururken aydınlık meşalesini taşıyan küçük çocuklar, anılarına fuarın coşkusunu da katarak büyümeye doğru koşuyordu. Tarih, anlamlı bir sürecin içinden bize masalların derinliğinde yeşeren umutların rengini kitapla veriyordu. Okunabilir dünyanın en küçük yapıtım bu yıl da, daha da küçülerek TÜYAPın yıldızı oldu. Bu coşkuyu benimle yaşayan bütün gazete ve TV emekçileri, haber ajansları ve küçük okuyucularıma teşekkür ediyorum. Ve elbette ev sahipliği yapan Kitap Fuarının mimarlarına da
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit Yaşar Işıkhan
TÜYAPta Çocuk ve Minyatür Kitap
Kitap küçüktü. Bir kesme şekerden daha da küçük. Kitabı eline alıp, şaşkınlığını bakışlarına veren çocuk da küçüktü. Çocuk şaşkındı... Elini tutan baba da... Önce oyuncak sandı kitabımı Şeker veya çiklet boyutlarındaydı. Çocuk bir içim su boyutlarında. Baba, es geçip yürümek istedi. Çocuk elini çekerek durdurdu.
Baba ne diyeceğini şaşırdı... Çocuk babasına ne diyeceğini. Kitap elindeydi. Çocuğun diğer eli babasında. Gözleri bende, benim gözlerim de onlarda. Birbirimize ve kitaba bakıyoruz. Baba, çaktırmadan cebine. Herkes bir yerlere bakıyordu. Ama bakışlarımız birbirine çaktırmadan yakalanıyordu. Aramızda en temizi çocuk ve kitaptı. Küçük olanlar daha kirlenmemişti.
Çocuk, minyatür kitabı sevdi. Ben çocuğu Babası ortada kaldı. Ederini sordu adam; sustum. Ben parasını alamazdım bu kitabın. Ben çocuğun sevincini ve ışıldayan bakışlarını ve bu minik mutluluğun sonsuzluğunu istiyorum. Kitap çocuğun avucunda kayboldu, baba kendi içinde.
Aslında hepimiz aynı paydanın kahramanıydık. Ben bir katildim. Sözcük katili... Sözcükleri özgürleşinceye kadar o kitapta hapsetmiştim. Çocuk özgürlük savaşçısı Baba, silahı çıkaracaktı... Çocukla ikimizi öldürecekti... İkimiz de sessizce vurulacaktık... Çocuk sessizce kitabı cebine koyup gidecekti. Ben aldığım parayı nasıl aldığıma şaşırarak ve utanarak cebime koyacaktım. Ve adam ikimizi de vurmuş olmanın ikilemini taşıyarak bir daha oradan geçmemeye yeminli gibi bakacaktı.
Baba kitabı almak istemedi. Ben kitabı çocuktan geri almak istemedim. Kitap çocuktu. Hediye etmek istedim. Çocuk da istedi. Baba istemedi. Çocuk avucundaki kitabın sıcaklığını yüreğine taşırken gözlerini açmadı. İkimizin arasında bir köprü vardı... Ben çocuğun içsel çığlığını kulağımı yırtarcasına duyuyordum. Baba, belki de son otobüs parasını hesaplayan düşüncelerinden sıyrılıp kitabı çocuktan aldı. Çocuk birden bire babasına baktı. Ben çocuğa.. Kitap bana... Hayatın bir helezon akış içinde var olduğunu anlatan ve Surun borusunu üfleyen rahiplerin boynundaki iri tesbih tanelerindeki ip kopup, taneleri dağıldı. Kopan yalnızca ip gözüküyorsa da, aslında hayatın içindeki en ince ırmaktı. Taneler raflardan aşağı düşen kitaplardı. Kitaplar yükseldikçe küçülüyordu; çocuk yüreğini çıkarmadan büyüyordu. Elleri, kitap kadardı. En küçük dizenin sığındığı kutsal bir toprağın suyunu emen mürekkebin inançlı bir bekçisiydi... Kitap artık çocukta değildi. Kitap artık benim elimde değildi. Kitap artık babanın parmakları arasında bana uzatılmıştı. Çocuk bize göre kısa boyluydu. Bana, babasına ve kitaba aşağıdan bakıyordu. Ben utanıyordum, baba telaşlıydı. Çocuk aşağıdan yukarıya bakarken bizi kocaman görüyordu. Utanıyordum... Aşağıdan bakarken kitabın ederi yazılı noktayı görüyordu. Oysa ben para değildim. Benim kitabım da asla o yoldan geçmemişti. Ama tezgahta ben vardım ve kitabı almak isteyen çocuğa babası karışmakla, söylememek arasında köprü başında terliyordu...
Baba hamle yaptı, çocuğa baktı Sonra dönüp bana baktı Elini cebine attı... Eyvah! Silahı çekiyordu... Çocukla ikimiz de ani yakalanıyorduk. Hazırlıklı değildik. Utancımdan yüzümü kapatmak için elimi aradım Çocuk bakışlarıyla kitabı alttan kocaman görüyordu. Ben perişandım. Baba istemeyerek de olsa elini cebine atmıştı... Çocuk beni yanlış anlayacak diye geri çekiliyorum. Amacım babasını istemeyerek bir alışverişin içine sokmak değildi. Baba bana ve minyatür kitabıma ulaşmadan önce mutluydu... Çocuk kitabı görüp avucuna aldıktan sonra daha mutluydu. İç savaşın bütün kahramanları, aynı tezgahın önünde, tanrısal sözcüklerin saklandığı bir kitabın çevresinde toplanmıştık. Korunmalıydım. Çocuğu da korumalıydım. Çocuğun babası kararlı değildi. Ama sağ eli, sağ cebinde bozuk kurşunlar arıyordu... Çocuk kitabı alıp cebine koymak için heyecanlanıyordu. Çocuğun önünde parayla yaralanmamak için yüzümü çevirmiştim. Baba, inatçı ve kararlı olduğunu aniden cebinden çıkararak silahını gösteriyordu. Silah elindeydi. Fazla mermisi olan bir tabancanın sahibi olmasa bile, fırıncıya ayırdığı belli olan mermilerin en küçüğünü namluya sürdü...
Ah! Vurulmak üzereydim... Çocuk sevinmek üzereydi... Baba, dönüp çocuğun sevincine baktığında her şeyi yapabilirdi. Yaptı da Avucunda, kalan son parası vardı. Benim sonsuza kadar alamayacağım bir soluktu. Çocuk ekmeği biliyordu... Çocuk kitabı da biliyordu. Baba, hepsinin buluşmasında mutluluğu da biliyordu. Ben hiçbirini bilmiyordum. Ben bütün esirlerin en küçüğüydüm.
Tanrım, adam beni vurdu. Hem de sevince boğulan bir çocuğun gözleri önünde. Adam, onurla çocuğuna baktı. Kitabı alıp, uzun bir yürüyüşün susuz kalan atların yelelerine sarılan bulutları da, suya dönüştürerek beni ıslattı. Ben çocuğun önünde vurulmak istememiştim. Ben, para almak istememiştim. Ben, çocuğun ekmeğinden azalan lokmayı, çocuğun balonunu almak istememiştim.
Adam beni vurdu. Yaralıydım. Kanlar, yüreğimin sessiz odalarından kendine doğru akarken gözlerim çocuğun sevinciyle susuyordu. Para beni yaraladı. Para beni kirletti. Para hayatımın en iğrenç sayfası.
Çocuk mutluydu, minyatür kitap da mutluydu. Ben de, çocuktan kalan bakışlarla mutluydum. Baba da, küçük mutluluklardan kendi payını almıştı. Hepimiz çoğalmıştık. Yaralarıma rağmen, akan insan ırmağı içinde birbirimizden koptuk. Dalgalar bizi belirsiz bir adaya, kitap raflarıyla dolu yeni bir hayata taşıyordu... Sustuk; kendimizi kitap ve insan akıntısına bıraktık... Kendi rüyalarımdan uyandım...
TÜYAP Kitap Fuarında, binlerce çocuk ruhumuzu okşayarak hızla salonlara dağılırken; Geleceğin yazarlarını da selamlamak üzere yaşlı şair ve yazarlar, koridorun en ince kapısında sıra bekliyordu... Dünün çocuk okuyucuları, şimdi şair yazar olarak stantları doldururken aydınlık meşalesini taşıyan küçük çocuklar, anılarına fuarın coşkusunu da katarak büyümeye doğru koşuyordu. Tarih, anlamlı bir sürecin içinden bize masalların derinliğinde yeşeren umutların rengini kitapla veriyordu. Okunabilir dünyanın en küçük yapıtım bu yıl da, daha da küçülerek TÜYAPın yıldızı oldu. Bu coşkuyu benimle yaşayan bütün gazete ve TV emekçileri, haber ajansları ve küçük okuyucularıma teşekkür ediyorum. Ve elbette ev sahipliği yapan Kitap Fuarının mimarlarına da