İnsanlık tarihi açısından Fransanın sicili bayağı bozuk. Olumlu, olumsuz etkileriyle uygarlığın gelişimine katkı koyduğu gibi, yeryüzünde uygulanan katliamların da başrol kahramanlarındandır.
Peki hangi Fransa şampanyayı insanlığa armağan eden, losyon ve parfüm sanayinin gelişmesini sağlayan, 1789 tarihinde çağ atlatan devrimiyle dünyaya yayılan insan hakları bildirisiyle , insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenlik esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını söyleyen Fransa mı!
Carles Dickens, Viktor Hugo, Sarter, Lois Aragonu yetiştiren Fransa mı!
Yoksa, kendi ekonomik, politik çıkarları uğruna gittiği her ülkede ayrımcılık tohumlarını eken, sömüren, yok eden ve özellikle kuzey Afrika da sömürdüğü Cezayirin bağımsızlık talebini 2 milyon insanı öldürerek, Ruanda da yüzbinlerce insanı katlederek insanlık tarihine elleri kanlı, katil devlet olarak geçen Fransa mı!
Daha düne kadar Libyanın efsane lideri Muammer Kaddafinin en yakın dostu olan, birden bire değişip vampire, cellada dönüşerek samimiyet ve güven anlamında toplumsal ilişki ve anlaşmalar bağlamında hiçbir etik değeri olmayan Fransa mı!
Burada duralım
İkinci paylaşım savaşından sonra çalışan nüfusunun çoğunu kaybeden Avrupa ülkelerinin başta Fransa ve Almanyanın yabancı işçi talebi sonucunda yasal yollarla yerleşen, çalışan, üreten ve orda yerleşip evlenen, ölen yoksul ülke vatandaşlarına olan ihtiyaçları bitti
Yani, emek ve iş gücü anlamında işleri bitti.
Bu nedenle özellikle Kuzey Afrika, Uzak Doğu ve Ortadoğudan gelen işçilerin-göçmenlerin ve ne hikmetse Müslümanların yerleşerek Avrupa insan haklarından ve eşit yurttaşlık kavramıyla tanışıp yararlanmaları göze batmaya başladı. Avrupanın ağır sanayi devrimini bitirmesi ve teknolojik mikro üretimlerle işçinin yerini robot sanayinin alması, bir zamanlar törenle karşıladıkları bu mazlum insanları sosyal haklarına rağmen fazla görülmeye ve her yol denenerek ülkelerine geri dönmeleri için plan ve projeler üretmeye başladılar.
En güçlü silahı buldular İslamofobi
Senaryo gereği; her hafta buna bağlı bir olayı gündeme getirip, bir zamanlar saygın işçi, günümüzde göçmen ve fazlalık diye görülen insanların örf, adet, gelenek, renk, dil ve dinleri ile alay etmeye, dışlamaya, hor görmeye başlayan yayınlar, politik söylemleriyle Avrupa da bilinçli olarak ırkçılığın gelişmesini, kökleşmesini sağladılar.
Senaryo çok kolay İnsanların giyimine... İbadet şekline... Dinine... Milliyetine... İsmine... Beslenmesine... Alaylı ve yasaklayıcı eylemler, karşılıklı saflaşmaları da beraberinde getirince hedefe yaklaşılmış oldu. Demokratik taleplerin tartışılması, insan hakları ve sosyal içerikli sivil örgütlerin frenlemesi ile olaylar; biraz dizginlenirken bu kez senaryonun en vurucu kısmı olan kutsal değerlere saldırı sahneye sürüldü Artık, en yüce değerlerinle alay edilmesi, aşağılanmasının yarattığı öfke potansiyeli içten içe küçük kümelerin oluşmasını, iç güdüsüyle birleşmelerini de sağladı ama dinamiti ateşleyenler perde arkasından yeni senaryolarla sahneye sürekli aktör ve oyun sürdüler
Renginden, dilinden, yemeğinden, giyiminden ödün veren mazlum insanlar sıra dinine; kutsal değerlerine gelince direndi... Artık kaybedecek fazla bir şeyi yoktu Okulunu yaktılar... Evlerini, işyerlerini yaktılar, ibadet yerlerini yaktılar ve üstelik basın ve düşünce özgürlüğü maskesiyle kutsal sayılan peygamberleriyle alay ettiler... Düşünce özgürlüğü demek bir başkasının değerlerini aşağılamak demek değildi... Birlikte yaşadığın insanları ötekileştirmek ve mazlum halkları küçümsemek demek değildi. Bazı kavramların içi boşaltılarak, faşist söylemlere alt yapı oluşturacağını bilerek, sanatın özgür ifade renklerine sığındılar.
Bütün senaryo, Avrupa da bulunan Müslümanların kendi istekleriyle memleketlerine, ülkelerine dönmelerini sağlamak içindi. Boşalan yerlere kendi vatandaşı, işyerlerine de kendi işsizini yerleştirip yaşanan ekonomik uçurumları dengelemeye çalışmaktı... Ayrıca Hıristiyan Avrupa da Müslümanlığın gelişmesini ve kök salmasını önlemekti... Senaryo için, ajan, provokatör bulmak çok kolay Taşeron yüzlerce örgüt bu iş için biçilmiş kaftan..
Arapça olarak Allahu Ekber diye bağırmak ve siyah elbise bulmak, giymek zor değil... Maharette gerektirmez... Bir ilkokul müsamerelerinde bile bunları çok rahat yapabilirsin
Sonra basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü maskesiyle bugüne kadar yapılan zulümleri, ayrımcılığı, İslam fobi eylemlerini hiç görmeden-göstermeden yine kendin hazırladığın senaryo, kendi provokatörlerinle yine ayrımcılık için katliamlar yap... Hem de yerine göre kullandığın ve şimdi de öldürttüğün zavallı karikatüristlerini harcayarak o ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı öfke seli oluştur Bayatlamış numaralar bunlar, ama modern hayatın, özgürlüklerin ana vatanı Fransa hala böylesine bayatlamış numaralarla, senaryolarla mazlum insanların hayatını veya yaralarını kaşıyor
Zavallı Fransa Ne hale düşmüş...
Aragonun, Elsanın, Sarter ve binlerce devrimcinin; yol fenercisinin kemiklerini sızlatıyor İşin açıkçası, Fransa halkı, artık yönetimin yaptığını bile inandırıcı bulamıyor Kadim bir uyanışın sahnelendiği, şekil bulduğu bu coğrafya da böylesine ırkçılık kokan eylemler, kendi halkını bile şaşırtıyor Şimdi de sanki başka sorun kalmamış gibi Türkiyeyi köşeye sıkıştırmak için veya halkları birbirine düşman etmek için Ermeni kozunu kullanıyor... Ben kendi adıma, bu senaryoları, Fransız derin devletinin ve kilisenin kirli bir oyunu olarak değerlendiriyorum.
Elbette her din, her dil, her ırk için düşünce özgürlüğünü, insan haklarını, yaşam haklarını savunuyorum Ve provokasyon kokan bütün olayları ve elbette, katliamları kim yaparsa yapsın şiddetle kınıyorum. Biliyoruz ki halkların kardeşliğini NATOnun savaş sektörünü oluşturan gladyolar, bozar. Bu nedenle Fransanın biraz kendi devrimci ruhuna dönüş yapmasını ve Elsanın gözlerini hayata sunulmuş bir armağan gibi dünya halklarına barış ve sevgi olarak dağıtmasını öneriyorum
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit Yaşar Işıkhan
Fransa Elsayı Öldürdü
İnsanlık tarihi açısından Fransanın sicili bayağı bozuk. Olumlu, olumsuz etkileriyle uygarlığın gelişimine katkı koyduğu gibi, yeryüzünde uygulanan katliamların da başrol kahramanlarındandır.
Peki hangi Fransa şampanyayı insanlığa armağan eden, losyon ve parfüm sanayinin gelişmesini sağlayan, 1789 tarihinde çağ atlatan devrimiyle dünyaya yayılan insan hakları bildirisiyle , insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenlik esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını söyleyen Fransa mı!
Carles Dickens, Viktor Hugo, Sarter, Lois Aragonu yetiştiren Fransa mı!
Yoksa, kendi ekonomik, politik çıkarları uğruna gittiği her ülkede ayrımcılık tohumlarını eken, sömüren, yok eden ve özellikle kuzey Afrika da sömürdüğü Cezayirin bağımsızlık talebini 2 milyon insanı öldürerek, Ruanda da yüzbinlerce insanı katlederek insanlık tarihine elleri kanlı, katil devlet olarak geçen Fransa mı!
Daha düne kadar Libyanın efsane lideri Muammer Kaddafinin en yakın dostu olan, birden bire değişip vampire, cellada dönüşerek samimiyet ve güven anlamında toplumsal ilişki ve anlaşmalar bağlamında hiçbir etik değeri olmayan Fransa mı!
Burada duralım
İkinci paylaşım savaşından sonra çalışan nüfusunun çoğunu kaybeden Avrupa ülkelerinin başta Fransa ve Almanyanın yabancı işçi talebi sonucunda yasal yollarla yerleşen, çalışan, üreten ve orda yerleşip evlenen, ölen yoksul ülke vatandaşlarına olan ihtiyaçları bitti
Yani, emek ve iş gücü anlamında işleri bitti.
Bu nedenle özellikle Kuzey Afrika, Uzak Doğu ve Ortadoğudan gelen işçilerin-göçmenlerin ve ne hikmetse Müslümanların yerleşerek Avrupa insan haklarından ve eşit yurttaşlık kavramıyla tanışıp yararlanmaları göze batmaya başladı. Avrupanın ağır sanayi devrimini bitirmesi ve teknolojik mikro üretimlerle işçinin yerini robot sanayinin alması, bir zamanlar törenle karşıladıkları bu mazlum insanları sosyal haklarına rağmen fazla görülmeye ve her yol denenerek ülkelerine geri dönmeleri için plan ve projeler üretmeye başladılar.
En güçlü silahı buldular İslamofobi
Senaryo gereği; her hafta buna bağlı bir olayı gündeme getirip, bir zamanlar saygın işçi, günümüzde göçmen ve fazlalık diye görülen insanların örf, adet, gelenek, renk, dil ve dinleri ile alay etmeye, dışlamaya, hor görmeye başlayan yayınlar, politik söylemleriyle Avrupa da bilinçli olarak ırkçılığın gelişmesini, kökleşmesini sağladılar.
Senaryo çok kolay İnsanların giyimine... İbadet şekline... Dinine... Milliyetine... İsmine... Beslenmesine... Alaylı ve yasaklayıcı eylemler, karşılıklı saflaşmaları da beraberinde getirince hedefe yaklaşılmış oldu. Demokratik taleplerin tartışılması, insan hakları ve sosyal içerikli sivil örgütlerin frenlemesi ile olaylar; biraz dizginlenirken bu kez senaryonun en vurucu kısmı olan kutsal değerlere saldırı sahneye sürüldü Artık, en yüce değerlerinle alay edilmesi, aşağılanmasının yarattığı öfke potansiyeli içten içe küçük kümelerin oluşmasını, iç güdüsüyle birleşmelerini de sağladı ama dinamiti ateşleyenler perde arkasından yeni senaryolarla sahneye sürekli aktör ve oyun sürdüler
Renginden, dilinden, yemeğinden, giyiminden ödün veren mazlum insanlar sıra dinine; kutsal değerlerine gelince direndi... Artık kaybedecek fazla bir şeyi yoktu Okulunu yaktılar... Evlerini, işyerlerini yaktılar, ibadet yerlerini yaktılar ve üstelik basın ve düşünce özgürlüğü maskesiyle kutsal sayılan peygamberleriyle alay ettiler... Düşünce özgürlüğü demek bir başkasının değerlerini aşağılamak demek değildi... Birlikte yaşadığın insanları ötekileştirmek ve mazlum halkları küçümsemek demek değildi. Bazı kavramların içi boşaltılarak, faşist söylemlere alt yapı oluşturacağını bilerek, sanatın özgür ifade renklerine sığındılar.
Bütün senaryo, Avrupa da bulunan Müslümanların kendi istekleriyle memleketlerine, ülkelerine dönmelerini sağlamak içindi. Boşalan yerlere kendi vatandaşı, işyerlerine de kendi işsizini yerleştirip yaşanan ekonomik uçurumları dengelemeye çalışmaktı... Ayrıca Hıristiyan Avrupa da Müslümanlığın gelişmesini ve kök salmasını önlemekti... Senaryo için, ajan, provokatör bulmak çok kolay Taşeron yüzlerce örgüt bu iş için biçilmiş kaftan..
Arapça olarak Allahu Ekber diye bağırmak ve siyah elbise bulmak, giymek zor değil... Maharette gerektirmez... Bir ilkokul müsamerelerinde bile bunları çok rahat yapabilirsin
Sonra basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü maskesiyle bugüne kadar yapılan zulümleri, ayrımcılığı, İslam fobi eylemlerini hiç görmeden-göstermeden yine kendin hazırladığın senaryo, kendi provokatörlerinle yine ayrımcılık için katliamlar yap... Hem de yerine göre kullandığın ve şimdi de öldürttüğün zavallı karikatüristlerini harcayarak o ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı öfke seli oluştur Bayatlamış numaralar bunlar, ama modern hayatın, özgürlüklerin ana vatanı Fransa hala böylesine bayatlamış numaralarla, senaryolarla mazlum insanların hayatını veya yaralarını kaşıyor
Zavallı Fransa Ne hale düşmüş...
Aragonun, Elsanın, Sarter ve binlerce devrimcinin; yol fenercisinin kemiklerini sızlatıyor İşin açıkçası, Fransa halkı, artık yönetimin yaptığını bile inandırıcı bulamıyor Kadim bir uyanışın sahnelendiği, şekil bulduğu bu coğrafya da böylesine ırkçılık kokan eylemler, kendi halkını bile şaşırtıyor Şimdi de sanki başka sorun kalmamış gibi Türkiyeyi köşeye sıkıştırmak için veya halkları birbirine düşman etmek için Ermeni kozunu kullanıyor... Ben kendi adıma, bu senaryoları, Fransız derin devletinin ve kilisenin kirli bir oyunu olarak değerlendiriyorum.
Elbette her din, her dil, her ırk için düşünce özgürlüğünü, insan haklarını, yaşam haklarını savunuyorum Ve provokasyon kokan bütün olayları ve elbette, katliamları kim yaparsa yapsın şiddetle kınıyorum. Biliyoruz ki halkların kardeşliğini NATOnun savaş sektörünü oluşturan gladyolar, bozar. Bu nedenle Fransanın biraz kendi devrimci ruhuna dönüş yapmasını ve Elsanın gözlerini hayata sunulmuş bir armağan gibi dünya halklarına barış ve sevgi olarak dağıtmasını öneriyorum