Perdeyi hafiften araladı kadın. Etrafı hafiften süzdü. Bir şey aradı gözleri. O perdeyi açmaya değer kılık kırpık da olsa bir güzellik. Sonra umutsuzca kapatıp ellerini çekti usulca. Bir şeyler olmalıydı o pencereyi açmaya değer diye düşündü. Gözleri loş odada gezinmeye başladı ki, yerde duvar kenarında bulunan bir saksıya takıldı. Aceleyle koşup eline aldı. Elleriyle üzerindeki tozları silkeleyip, masanın üzerine koydu. Evet, işte aradığım bu diye geçirdi içinden. Saksıyı bir güzel temizledi ve gökkuşağının göz alıcı renklerine boyadı. İçini toprakla doldurup, o sihirli tohumları heyecanla serpti. Sıra en heyecanlı bölüme gelmişti işte. Perdeyi hafiften araladı. Pencereyi açıp saksıyı önüne yerleştirdi. Artık perdenin ardına dair bir umudu vardı. Kendi manzarasını oluşturmuştu işte. Bir süre baktıktan sonra pencereyi kapattı. Perdeleri kapatmaya eli gitmemişti. Günler geçiyor, saksıdaki tohumlar suyunu içiyor, sabah güneşinde ısınıp nazlı rüzgarlarda serinliyordu. O sabah kadın pencereyi açtığında, tohumların tomurcuk tomurcuk ona gülümsediğini gördü. Kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Pembe olanına gözü ilişti. “Açelya” dedi, adın “Açelya” olsun. Bir diğerine yaklaşıp beyaz, narin güzelliğini seyredip “Fulya” dedi. Her gün ilk günaydınlar Açelya ve Fulya’ya, her gece son iyi geceler yine onlaraydı. Gün gün onlar büyüdükçe, içindeki baharı da büyüttüler. Artık perdeler umuda açılıyordu. Uyanmak için bir sebebi vardı. Hayat sandığı kadar acımasız değildi diye düşündü. Onlara her baktığında, özgürce kanat çırpan kuşlara gökyüzü oluyordu yüreği. Dalgalara süzülen gemilere derya. Gönlünün şiirlerine vermişti adını. Açelya, Fulya… Bir sabah pencereyi açtığında rüzgar susmuş, güneş puslu, bulutlar ağlamaklı.
Kızlarım dedi usulca. Gökkuşağı rengindeki saksı, Açelya ve Fulya’nın hoyratça koparılıp parçalanmış gövdesine mateme durmuştu. Henüz tomurcuk, narin, naif güzelliklerine öylece bakakaldı. Oysa ne güzel günlere birlikte yol alacaklardı. Bu iki nazlı çiçek, hayata güzellik kalmaktan başka ne yapmıştı bunu hak edecek. Yanlış dünyaların, yanlış topraklarına ekildikleri için mi yasaklandı büyümeleri. Koca bir ‘Ah’ çekti kadın. Kocaman çığlıkları göğsüne hapsedip, pencereyi kapatıp, perdeyi sonsuza dek çekti... (Hunharca katledilen kadın genç kız ve çocuklarımızın anısına ithafen)
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Filiz Akkaya
Fulya ve Açelya
Perdeyi hafiften araladı kadın. Etrafı hafiften süzdü. Bir şey aradı gözleri. O perdeyi açmaya değer kılık kırpık da olsa bir güzellik. Sonra umutsuzca kapatıp ellerini çekti usulca. Bir şeyler olmalıydı o pencereyi açmaya değer diye düşündü. Gözleri loş odada gezinmeye başladı ki, yerde duvar kenarında bulunan bir saksıya takıldı. Aceleyle koşup eline aldı. Elleriyle üzerindeki tozları silkeleyip, masanın üzerine koydu. Evet, işte aradığım bu diye geçirdi içinden. Saksıyı bir güzel temizledi ve gökkuşağının göz alıcı renklerine boyadı. İçini toprakla doldurup, o sihirli tohumları heyecanla serpti. Sıra en heyecanlı bölüme gelmişti işte. Perdeyi hafiften araladı. Pencereyi açıp saksıyı önüne yerleştirdi. Artık perdenin ardına dair bir umudu vardı. Kendi manzarasını oluşturmuştu işte. Bir süre baktıktan sonra pencereyi kapattı. Perdeleri kapatmaya eli gitmemişti. Günler geçiyor, saksıdaki tohumlar suyunu içiyor, sabah güneşinde ısınıp nazlı rüzgarlarda serinliyordu. O sabah kadın pencereyi açtığında, tohumların tomurcuk tomurcuk ona gülümsediğini gördü. Kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Pembe olanına gözü ilişti. “Açelya” dedi, adın “Açelya” olsun. Bir diğerine yaklaşıp beyaz, narin güzelliğini seyredip “Fulya” dedi. Her gün ilk günaydınlar Açelya ve Fulya’ya, her gece son iyi geceler yine onlaraydı. Gün gün onlar büyüdükçe, içindeki baharı da büyüttüler. Artık perdeler umuda açılıyordu. Uyanmak için bir sebebi vardı. Hayat sandığı kadar acımasız değildi diye düşündü. Onlara her baktığında, özgürce kanat çırpan kuşlara gökyüzü oluyordu yüreği. Dalgalara süzülen gemilere derya. Gönlünün şiirlerine vermişti adını. Açelya, Fulya… Bir sabah pencereyi açtığında rüzgar susmuş, güneş puslu, bulutlar ağlamaklı.
Kızlarım dedi usulca. Gökkuşağı rengindeki saksı, Açelya ve Fulya’nın hoyratça koparılıp parçalanmış gövdesine mateme durmuştu. Henüz tomurcuk, narin, naif güzelliklerine öylece bakakaldı. Oysa ne güzel günlere birlikte yol alacaklardı. Bu iki nazlı çiçek, hayata güzellik kalmaktan başka ne yapmıştı bunu hak edecek. Yanlış dünyaların, yanlış topraklarına ekildikleri için mi yasaklandı büyümeleri. Koca bir ‘Ah’ çekti kadın. Kocaman çığlıkları göğsüne hapsedip, pencereyi kapatıp, perdeyi sonsuza dek çekti... (Hunharca katledilen kadın genç kız ve çocuklarımızın anısına ithafen)