Evimize, arabamıza nazar boncuğu asmamız dinen caiz mi?
Yazının Giriş Tarihi: 05.04.2016 07:11
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.04.2016 07:11
İslam inancına göre nazar vardır. Onun için nazar değmesine karşı Allah'a sığınılmalıdır, ondan yardım dileyip ona ibadet edilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz nazar ile ilgili şöyle buyurmaktadır:" Bir kimsenin kendisini veya kardeşlerinin bir şeyi hoşuna giderse, bereketle ona dua etsin. Çünkü göz değmesi haktır."
Nazarın vakî olduğu bir hakikattir. Bundan sakınmak için çeşitli yollar denemekte fayda vardır. Ayet-el kürsi, Nas, Felak, İhlas surelerini okumak bunun bir yoludur.
Ama nazar değmesin diye evimize, dükkânımıza, arabamıza, çocuklarımızın elbisesine boncuk işlenmesi veya nazarlıklar takılması caiz değildir. Böyle şeylerin İslam ile bağdaştırılması düşünülemez. Bunlar daha çok cahiliye devrine ait batıl inanç ve adetlerdendir. Bunlardan kaçınmak lazımdır.
Müslüman kimse Müslüman olmayan kişiye domuz eti satabilir mi?
İslam fıkhına göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o mala sahip olması gerekir. Sahip olunmayan bir şeyin satılabilmesi, şüphesiz söz konusu değildir.
İslami hükümlere göre, domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslümanın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez.
Bu itibarla, bir Müslümanın, müşterileri gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Dua ettikten sonra ellerimizi yüzümüze sürmek zorunda mıyız?
Dua ederken Allahın rahmeti bizlerin üzerimize yağıyor. Bizlerde bu rahmetten nasiplenmek için dua ederken ellerimizi rahmetin geldiği göklere doğru kaldırıyor daha sonra da bu rahmeti yüzümüze ve bedenimize sürüyoruz.
Nitekim Hz. Peygamber efendimiz Fatihayı okuduktan sonra ellerini mübarek yüzüne sürerdi. Hatta yatıp uzanırken okuduğunda vücuduna sürerdi. Dolayısıyla duada ellerimizi yüzümüze sürmek hem rahmetten nasiplenmeye vesiledir hem de sünnettir.
Ama illaki yüzümüze sürmek zorunda mıyız hayır sürmek zorunda değiliz. Ama o zamanda güzel olan bir sünnetin sevabından ve uygulamasından uzak kalmış oluyoruz.
Ezan okunmadan kılınan namaz geçerli olur mu?
Namaz kılmada esas olan ezanın okunması değil namaz vaktinin girmiş olmasıdır. Yani bir namaz vakti girmişse ezan okunmamış olsa dahi o namaz kılınabilir.
Aynı şekilde bir namaz vakti girmemişse ezan okunsa dahi kılınmaz. Mesela hoca yanlışlıkla sabah namazı vakti girdi diye ezan okursa ve vakit girmemişse velev ki ezan okunmuş olsa dahi namaz kılınmaz kılınsa da geçersizdir. Çünkü vakit girmemiştir.
Aynı şekilde namaz vakti girmişse ama gerek elektrik olmayışından, gerekse imamın herhangi bir maruzatından dolayı ezan okunmamışsa bile namaz vakti girmiştir. Kişi namazını kılabilir.
Günün Ayeti
Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
Günün Hadisi
Kulun dili dürüst olmadıkça kalbi de dürüst olmaz kalbi dürüst olmadıkça kulun kalbi de doğru olmaz.
(İbn-i Hanbel, III, 198)
Günün Sözü
Fitne uyuyor uyandırmayın.
Günün Duası
Ya rabbi bugün beni maddi ve manevi olarak kazançlı olan kullarından eyle.
Bunları biliyor muyuz?
Kalb-i Selîm Nedir?
Şek ve şirkten küfür ve nifaktan arınmış, daima Allaha bağlı kalp demektir.
Günün Nüktesi
Ayrılık yetmedi mi?
Bilâl-i Habeşî hazretleri, Peygamber efendimizin vefatından sonra, efendimizin ayrılık acısına dayanamaz hâle geldi. Resûlullaha olan muhabbetiyle, yanıp tutuşuyor, devamlı gözyaşı döküyordu.
Medinede kaldığı müddetçe bu acının daha da artacağını biliyordu. Çünkü gördüğü her şey Resûlullahı hatırlatıyor, kendini tutamayıp ağlıyordu. Bu sebeple Şam'a gitmeye karar verdi. Hazret-i Ebû Bekir'den izin aldı. Medineden, ayrılıp Şam'a yerleşti. Hazret-i Ömer'in hilâfetine kadar orada kaldı.
Bir gece Rüyasında Resûlullaha efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine sitem ettiler:
- Bunca ayrılık yetmedi mi, yâ Bilâl?
Zavallı yüreği, duracak hâle geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisine yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara, Medineye ulaştı...
O'na rastlayanlar, selâm veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki:
- İşte Bilâl, Bilâl-i Habeşî hazretleri. Peygamberin Müezzini. O'nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir. Fakat O, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber efendimizin mübarek kabirlerine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken; Kur'ân-ı kerîm okudu, okudu, okudu... En sonunda, sevgilisinin kabrine kapaklandı, bayıldı.
Katmerli gül kokularıyla ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgililerini görmez mi? Peygamber efendimizin torunları, Hasan ve Hüseyin hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar.
Sonra biraz toparlandı:
- Babanız (Hz. Ali) nasıl?
- Babamız seni görmek diler, dediler.
Sonra Hazret-i Hasan sordu:
- Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O'nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?
Hazret-i Bilâl çok şaşırdı:
- Bu ne biçim söz! Bu kölenizden ne emredersiniz de, yerine getirmem!
- Bin defa estagfirullah! Fakat bütün Medineliler gibi, biz de senden, bir defa da olsa ezân dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.
Ertesi sabah Bilâl-i Habeşî, son Ezânını Mescid-i Nebevî'de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle: "Allahü ekber! Allahü ekber!" dediği zaman; bütün Medîne halkı ayağa kalktı.
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah!" ve "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara fırladılar. Sanki Peygamber efendimiz yaşıyor zannettiler.
O günden beri dünyada, bir daha öyle ezan okunmadı. Bilâl-i Habeşî hazretleri de başka ezân okumadı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Doç. Dr. Zeki Uyanık
Evimize, arabamıza nazar boncuğu asmamız dinen caiz mi?
İslam inancına göre nazar vardır. Onun için nazar değmesine karşı Allah'a sığınılmalıdır, ondan yardım dileyip ona ibadet edilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz nazar ile ilgili şöyle buyurmaktadır:" Bir kimsenin kendisini veya kardeşlerinin bir şeyi hoşuna giderse, bereketle ona dua etsin. Çünkü göz değmesi haktır."
Nazarın vakî olduğu bir hakikattir. Bundan sakınmak için çeşitli yollar denemekte fayda vardır. Ayet-el kürsi, Nas, Felak, İhlas surelerini okumak bunun bir yoludur.
Ama nazar değmesin diye evimize, dükkânımıza, arabamıza, çocuklarımızın elbisesine boncuk işlenmesi veya nazarlıklar takılması caiz değildir. Böyle şeylerin İslam ile bağdaştırılması düşünülemez. Bunlar daha çok cahiliye devrine ait batıl inanç ve adetlerdendir. Bunlardan kaçınmak lazımdır.
Müslüman kimse Müslüman olmayan kişiye domuz eti satabilir mi?
İslam fıkhına göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o mala sahip olması gerekir. Sahip olunmayan bir şeyin satılabilmesi, şüphesiz söz konusu değildir.
İslami hükümlere göre, domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslümanın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez.
Bu itibarla, bir Müslümanın, müşterileri gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Dua ettikten sonra ellerimizi yüzümüze sürmek zorunda mıyız?
Dua ederken Allahın rahmeti bizlerin üzerimize yağıyor. Bizlerde bu rahmetten nasiplenmek için dua ederken ellerimizi rahmetin geldiği göklere doğru kaldırıyor daha sonra da bu rahmeti yüzümüze ve bedenimize sürüyoruz.
Nitekim Hz. Peygamber efendimiz Fatihayı okuduktan sonra ellerini mübarek yüzüne sürerdi. Hatta yatıp uzanırken okuduğunda vücuduna sürerdi. Dolayısıyla duada ellerimizi yüzümüze sürmek hem rahmetten nasiplenmeye vesiledir hem de sünnettir.
Ama illaki yüzümüze sürmek zorunda mıyız hayır sürmek zorunda değiliz. Ama o zamanda güzel olan bir sünnetin sevabından ve uygulamasından uzak kalmış oluyoruz.
Ezan okunmadan kılınan namaz geçerli olur mu?
Namaz kılmada esas olan ezanın okunması değil namaz vaktinin girmiş olmasıdır. Yani bir namaz vakti girmişse ezan okunmamış olsa dahi o namaz kılınabilir.
Aynı şekilde bir namaz vakti girmemişse ezan okunsa dahi kılınmaz. Mesela hoca yanlışlıkla sabah namazı vakti girdi diye ezan okursa ve vakit girmemişse velev ki ezan okunmuş olsa dahi namaz kılınmaz kılınsa da geçersizdir. Çünkü vakit girmemiştir.
Aynı şekilde namaz vakti girmişse ama gerek elektrik olmayışından, gerekse imamın herhangi bir maruzatından dolayı ezan okunmamışsa bile namaz vakti girmiştir. Kişi namazını kılabilir.
Günün Ayeti
Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
Günün Hadisi
Kulun dili dürüst olmadıkça kalbi de dürüst olmaz kalbi dürüst olmadıkça kulun kalbi de doğru olmaz.
(İbn-i Hanbel, III, 198)
Günün Sözü
Fitne uyuyor uyandırmayın.
Günün Duası
Ya rabbi bugün beni maddi ve manevi olarak kazançlı olan kullarından eyle.
Bunları biliyor muyuz?
Kalb-i Selîm Nedir?
Şek ve şirkten küfür ve nifaktan arınmış, daima Allaha bağlı kalp demektir.
Günün Nüktesi
Ayrılık yetmedi mi?
Bilâl-i Habeşî hazretleri, Peygamber efendimizin vefatından sonra, efendimizin ayrılık acısına dayanamaz hâle geldi. Resûlullaha olan muhabbetiyle, yanıp tutuşuyor, devamlı gözyaşı döküyordu.
Medinede kaldığı müddetçe bu acının daha da artacağını biliyordu. Çünkü gördüğü her şey Resûlullahı hatırlatıyor, kendini tutamayıp ağlıyordu. Bu sebeple Şam'a gitmeye karar verdi. Hazret-i Ebû Bekir'den izin aldı. Medineden, ayrılıp Şam'a yerleşti. Hazret-i Ömer'in hilâfetine kadar orada kaldı.
Bir gece Rüyasında Resûlullaha efendimizi gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine sitem ettiler:
- Bunca ayrılık yetmedi mi, yâ Bilâl?
Zavallı yüreği, duracak hâle geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisine yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara, Medineye ulaştı...
O'na rastlayanlar, selâm veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki:
- İşte Bilâl, Bilâl-i Habeşî hazretleri. Peygamberin Müezzini. O'nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir. Fakat O, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber efendimizin mübarek kabirlerine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken; Kur'ân-ı kerîm okudu, okudu, okudu... En sonunda, sevgilisinin kabrine kapaklandı, bayıldı.
Katmerli gül kokularıyla ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgililerini görmez mi? Peygamber efendimizin torunları, Hasan ve Hüseyin hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar.
Sonra biraz toparlandı:
- Babanız (Hz. Ali) nasıl?
- Babamız seni görmek diler, dediler.
Sonra Hazret-i Hasan sordu:
- Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O'nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?
Hazret-i Bilâl çok şaşırdı:
- Bu ne biçim söz! Bu kölenizden ne emredersiniz de, yerine getirmem!
- Bin defa estagfirullah! Fakat bütün Medineliler gibi, biz de senden, bir defa da olsa ezân dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.
- Anam, babam sizlere feda olsun! Başım, gözüm üstüne!
Medîneliler ayağa kalktı
Ertesi sabah Bilâl-i Habeşî, son Ezânını Mescid-i Nebevî'de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle: "Allahü ekber! Allahü ekber!" dediği zaman; bütün Medîne halkı ayağa kalktı.
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah!" ve "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara fırladılar. Sanki Peygamber efendimiz yaşıyor zannettiler.
O günden beri dünyada, bir daha öyle ezan okunmadı. Bilâl-i Habeşî hazretleri de başka ezân okumadı.