Hastalarımı bitirmiş, çayımı yudumlayıp günlük haberlere bakıyordum. Kapı çalındı gibi geldi bir an. Ancak zaman zaman penceremde esen rüzgar da kapıda ses yaptığından yine öyle oldu diye düşündüm. Bir süre sonra yine hafif bir tıkırtı oldu. Kalktım kapıyı açtım.
Karşımda yetmişli yaşlara yakın, zayıf incecik, hafiften kamburu çıkmış, mavi eşarplı, bir teyze duruyordu. Kapıyı sertçe mi açmıştım yoksa bir türlü düzeltemediğim o sert bakışlarım mı yüzüme yansımıştı bilemiyorum.
Teyze Af edersiniz doktor oğlum sizi rahatsız ettim dedi çekinerek. Gülümsedim. Onun öyle söylemesinden utanmıştım. Hiç olur mu öyle şey teyzeciğim, rahatsızlık ne demek, gel buyur diyerek onu içeri buyur ettim. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatıp rahat koltuğuma oturdum. Teyzenin hemen yanında boş bir sandalye olmasına rağmen oturmamıştı. Teyzeciğim buyurun oturun dedim.
Doktor oğlum ben senin çok vaktini almayayım, benim kızım için bez yazdırmaya geldim, yazı ver de hemen gideyim, evde tek kaldı dedi. Hemen yazarım teyzeciğim de sen yinede otur. Bez reçetesi yazmak uzun sürüyor dedim.
Sandalyenin ucuna ilişti. Başını önüne eğdi. Kemikleri çıkmış incecik sağ eli ile sol elini kavradı. Isıtmak ister gibi ovuşturdu. Masmavi gözleri, beyaz pamuk gibi yanakları vardı. Bana rahmetli annemi hatırlattı. Bir an annemi ne çok özlediğimi düşündüm. Teyzenin bakışlarına baktığımda hasta yatağında yatan annemin bakışları geldi gözümün önüne. Gözümün en dibine, içine bakıp Benim için bir şey yap diyen ve benim kafamı çevirdiğim bakışları. Öyle ya ben onun çalışkan küçük oğluydum. Bir ilaç, bir serum verecek onu yeniden ayağa kaldıracaktım. O amansız hastalığın pençesine bırakmayacaktım.
Bir an gözüm doldu. Bilgisayara dönüp hastanın kabulünü yaptım. Raporda 38 yaşındaki kadının yatalak olduğu sürekli alt bezi kullanımına ihtiyacı olduğu yazıyordu. Teyze ile sohbet etmek istedim.
Teyzeciğim bu kimin raporu? dedim.
Elini daha da sıktı sanki.Kızımın dedi sessizce.
Geçmiş olsun. Küçüklükten beri mi böyleydi? dedim.
Hayır. Doğumda öyle oldu dedi.
Nasıl yani doğumda ne oldu ki? dedim.
Doğumdan sonra beynine baloncuk mu atmış bir şey atmış dedi doktorlar. Çok yattı hastanelerde. En son artık yapacak bir şey yok, bakım hastası oldu. Bundan daha çok düzelmez ama Allahtan ümit kesilmez dediler eve gönderdiler dedi.
Konuşurken bir bana bir de ellerine bakıyordu. Bana bakmadığı zaman parmaklarına bakıyor, sürekli elinin pozisyonunu değiştiriyordu.
Mavi masmavi gözlerinden yaşlar damladı. Elleriyle sildi. Ancak arka arkaya damlalar süzülüyordu.
Bir çiçek gibi narindi, güzeldi benim kızım. Herkes hayrandı. İş yerinde çok sevilirdi. Başına bunlar geldi kuzumun. Kucağına çocuğunu alamadı, doya doya koklayamadı benim kuzum dedi.
Sustuk ikimizde. Bir an onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Ne söylenebilirdi ki?
Çocuk? diyebildim. Sağ mı? Ölü mü? diye soramadım.
Sağ. Ama babası getirmiyor hiç onu annesine dedi. Yine başını önüne eğdi.
Babası, yani damadınız başka bir yere mi gitti? dedim.
Başı öndeyken birden kaldırıp bana baktı. Mavi gözleri küçüldü, kaşları çatıldı. Acı bir gülümseme yansıdı yüzüne...
Devamı yarın
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Deniz Arslan
İyi Günde Kötü Günde Beraber miyiz?
Hastalarımı bitirmiş, çayımı yudumlayıp günlük haberlere bakıyordum. Kapı çalındı gibi geldi bir an. Ancak zaman zaman penceremde esen rüzgar da kapıda ses yaptığından yine öyle oldu diye düşündüm. Bir süre sonra yine hafif bir tıkırtı oldu. Kalktım kapıyı açtım.
Karşımda yetmişli yaşlara yakın, zayıf incecik, hafiften kamburu çıkmış, mavi eşarplı, bir teyze duruyordu. Kapıyı sertçe mi açmıştım yoksa bir türlü düzeltemediğim o sert bakışlarım mı yüzüme yansımıştı bilemiyorum.
Teyze Af edersiniz doktor oğlum sizi rahatsız ettim dedi çekinerek. Gülümsedim. Onun öyle söylemesinden utanmıştım. Hiç olur mu öyle şey teyzeciğim, rahatsızlık ne demek, gel buyur diyerek onu içeri buyur ettim. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatıp rahat koltuğuma oturdum. Teyzenin hemen yanında boş bir sandalye olmasına rağmen oturmamıştı. Teyzeciğim buyurun oturun dedim.
Doktor oğlum ben senin çok vaktini almayayım, benim kızım için bez yazdırmaya geldim, yazı ver de hemen gideyim, evde tek kaldı dedi. Hemen yazarım teyzeciğim de sen yinede otur. Bez reçetesi yazmak uzun sürüyor dedim.
Sandalyenin ucuna ilişti. Başını önüne eğdi. Kemikleri çıkmış incecik sağ eli ile sol elini kavradı. Isıtmak ister gibi ovuşturdu. Masmavi gözleri, beyaz pamuk gibi yanakları vardı. Bana rahmetli annemi hatırlattı. Bir an annemi ne çok özlediğimi düşündüm. Teyzenin bakışlarına baktığımda hasta yatağında yatan annemin bakışları geldi gözümün önüne. Gözümün en dibine, içine bakıp Benim için bir şey yap diyen ve benim kafamı çevirdiğim bakışları. Öyle ya ben onun çalışkan küçük oğluydum. Bir ilaç, bir serum verecek onu yeniden ayağa kaldıracaktım. O amansız hastalığın pençesine bırakmayacaktım.
Bir an gözüm doldu. Bilgisayara dönüp hastanın kabulünü yaptım. Raporda 38 yaşındaki kadının yatalak olduğu sürekli alt bezi kullanımına ihtiyacı olduğu yazıyordu. Teyze ile sohbet etmek istedim.
Teyzeciğim bu kimin raporu? dedim.
Elini daha da sıktı sanki.Kızımın dedi sessizce.
Geçmiş olsun. Küçüklükten beri mi böyleydi? dedim.
Hayır. Doğumda öyle oldu dedi.
Nasıl yani doğumda ne oldu ki? dedim.
Doğumdan sonra beynine baloncuk mu atmış bir şey atmış dedi doktorlar. Çok yattı hastanelerde. En son artık yapacak bir şey yok, bakım hastası oldu. Bundan daha çok düzelmez ama Allahtan ümit kesilmez dediler eve gönderdiler dedi.
Konuşurken bir bana bir de ellerine bakıyordu. Bana bakmadığı zaman parmaklarına bakıyor, sürekli elinin pozisyonunu değiştiriyordu.
Mavi masmavi gözlerinden yaşlar damladı. Elleriyle sildi. Ancak arka arkaya damlalar süzülüyordu.
Bir çiçek gibi narindi, güzeldi benim kızım. Herkes hayrandı. İş yerinde çok sevilirdi. Başına bunlar geldi kuzumun. Kucağına çocuğunu alamadı, doya doya koklayamadı benim kuzum dedi.
Sustuk ikimizde. Bir an onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Ne söylenebilirdi ki?
Çocuk? diyebildim. Sağ mı? Ölü mü? diye soramadım.
Sağ. Ama babası getirmiyor hiç onu annesine dedi. Yine başını önüne eğdi.
Babası, yani damadınız başka bir yere mi gitti? dedim.
Başı öndeyken birden kaldırıp bana baktı. Mavi gözleri küçüldü, kaşları çatıldı. Acı bir gülümseme yansıdı yüzüne...
Devamı yarın