Bir Ayrılığın En Kötü Tarafı Nedir

Yazının Giriş Tarihi: 03.10.2016 07:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.10.2016 07:54

‘Bir ayrılığın en kötü tarafı nedir biliyor musun?’ diye sordu bana Osman Rüstem. Böyle önemli bir soruyu sorduğu zaman yaptığı gibi sigarasından derin bir nefes çekti, burnundan o dumanı sararmış, kahverengiye dönmüş bıyıklarının üstüne salarken, şarabından bir yudum aldı.

Havanın, gündüzleri sıcak, gecelerin ise soğuk olduğu bir mevsimdeydik ve hangisine göre giyineceğimize sabah, evden çıkarken karar vermiş olmalıydık. Birkaç gündür çok erken bir saatte, komşu bahçede horozlar öterken, uyanıp bir daha uyuyamadığımdan, çıkarken,  kafamdan ne giyeceğimden başka düşüncelerle hızlı bir şekilde çıktığımdan, havanın değişken olacağını unutuyordum.

Bu gün sadece işe gidip, çıkışta eve dönmeyi düşündüğümden, üstümde ince bir gömlek ile çıkmıştım. Üşüyordum.

Oysa havanın sıcak olduğu öğlen saatlerinde sorun olmamıştı. Akşamüstü işten çıktığımda eve gelmek yerine Kadem Reis’in teknesine gidip birkaç kadeh bir şeyler içmeyi istememiş olsam yine sorun olmayacaktı.   Ancak kafamda cevabını kendi kendime bulamadığım bir sürü soru vardı ve bu soruları onlarla beraber, onların yardımı ile çözmek daha kolay olacaktı. Öyle ya onlar aşk, aşk acısı ve çözümleri konusunda benden çok daha tecrübelilerdi.

Limana vardığımda Kadem Reis’in teknesi yerinde yoktu.  Her teknenin yeri belli ve sabit olduğundan- öyle araçların park edildiği otoparklar gibi, boş bulduğu yere park etmiyor kimse- bu saatte nereye gitmiş olacaklarını merak ettim. Balığa gitmiş olamazlardı. Çünkü artık gır gır tekneleri ile av mevsimi başladığından Kadem Reis’in teknesi gibi nispeten küçük tekneler bu dönemi ya dinlenerek ya da limanda boyanıp tamir edilerek geçiriyorlardı.

Akşam güneşin batışını, denizde izlemek isteyen bir aileyi geziden getiren Eco Reisi gördüm. ‘Cako nerde?’ diye sordum. Cako Kadem Reis’in teknesinin adıydı.

‘Onlar kıyıya çektiler, bakım için’ dedi az ilerideki yeri göstererek.

Oraya doğru yürüdüm. Tiner ve boya kokuları gittikçe daha yoğun olmaya başlamıştı. Osman Rüstem’i küçük bir kayığa sırtını dayamış, her zamanki gibi elinde şarap şişesi ile sigara içerken buldum. Bugün diğerlerinin henüz gelmediğini söyledi. Yanına oturdum. Kayığa sırtımı dayadım onun yaptığı gibi. Dalgalar usul usul kıyıdaki çakıllara çarparken konuşmadan oturduk biraz.  Benim için içtiği şişeden plastik bir bardağa aşkın kırmızı şarabını doldururken ‘Hayrola, Sen uzun zamandır gelmiyordun. Ne oldu anlat bakalım?’ dedi.

Sana baktığında duygu durumunu anlayacak dostların varsa psikologa gerek yok ki. Canımın sıkkın olduğunu bir bakışta anlamıştı. Bir bardağı tek seferde bitirerek anlatmaya başladım.

O anda ‘Bir ayrılığın en kötü tarafı nedir?’ diye sormuştu.  Onun beklediği gibi ‘Nedir?’ diye sordum.

 ‘Ayrılık bir balığın suda boğulmasıdır ya da rüya içinde karabasan ve uyandığında yeri doldurulamayacak evren kadar bir boşluk’ dedi. Bir yudum şarap aldı. ‘Bir zamanlar bir şiirimde şöyle demiştim: “Bir elmanın ikiye bölünmesiydi ayrılık/ her parçası kendi gölgesinde çürümeye yüz tutar erkenden” dedi. Bir süre sustu. Gözleri boşluğa daldı.

‘Biz çürüdük doktor. Sen yapma, dön vakit varken’ diye döndü sonra.

‘Bunu da ekleyeyim şiirimin sonuna, kafiye oldu’ dedi. Her zaman yaptığı gibi hiçbir şey söylemeden, vedalaşmadan kalktı, yattığı yere, eski kayığa gitti. O brandanın altında kaybolurken ben öylece arkasından baktım.

Artık üşüdüğümü hissetmiyordum. Bedenim üşüyor olsa da aklım o hissi alamayacak kadar uzak bir yerde, her biri kendi gölgesinde çürümeye başlayan elma parçalarındaydı…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.