İnsan, ilahi kelam ‘da, “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi), Allah’ın halifesi ve en güzel şekilde yaratılmış mükerrem bir varlık olarak tanıtılır.   

Kur’an ise, Allah’ın kelamı, insanın hayat rehberi, hak ile batılı birbirinden ayırt eden, beşeri inkâr bataklığından imanın yüceliğine çıkaran, yüce bir nur ve en büyük mucize olarak tarif edilmektedir. 

Yüce Mevla, en güzel şekilde yarattığı insana bu fani âlemde birçok görev ve sorumlulukla yüklemiştir.

Bu mesuliyetlerinden biri de ilahi kelama iman ve onu yaşamaktır.     Bu bağlamda Kur’an, “…öyle bir kitaptır ki, bütün insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa.”(İbrahim, 14/1) çıkarmak için indirilen, “…doğru yolu gösteren.” (Bakara, 2/286) bir rehberdir. 

Kur’an-ı Kerim, bir örneği yazılamayan, en üstün edebi ve üslûp özelliklerine sahip yaşayan mucize ve Allah’ın kelamıdır. Tarih boyunca inanmayanlar onunla mücadele etmiş, ilahi değil kul kelamı olduğunu iddia etmiştir. Ancak Kur’an onlara bu hususta meydan okumuştur. Nitekim bu durum

Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber verilir: 

“Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sûre de siz getirin” (el-Bakara, 2/23) 

“Yoksa onu (peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?” De ki: “Öyleyse, eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin. Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de yardımınıza çağırın!” (Yunûs 10/38).

Tarihi açıdan sabittir ki, müşrikler bu meydan okuyuş karşısında, değil bir sure bir ayet bile taklit edemediler. Buna yeltenenler de gülünç duruma düşmüşlerdir. Kur’an’ın bu haklı meydan okuyuşu karşısında sözle karşılık vermeyenler hakaret ve kılıçla karşılık vermek zorunda kalmışlardır. Şayet sözle karşılık verebilselerdi mantıki olarak yakmaya, hakarete ya da kılıca başvurmazlardı. 

Bir başka tarihi gerçek şudur ki, Kur’an’ın bu yönüne hayran olanlar sadece ona inananlar değildir. Bilakis her ne kadar onun ilahi ve mucizevi yönünü cehaletinden ve imansızlığından kavrayamamış nasipsizler olsa da Kur’an-ı insaflı ve önyargısız bir şekilde inceleyen batı medeniyetinin meşhur simaları onun eşsizliğini teslim etmişlerdir.  Örneğin Prens Bismark:  İslam ve Kur’an hakkındaki hükmünü açıklarken şöyle diyor:  “Böyle bir kitap insan zekâsı mahsulü olamaz. Senin devrinde yaşamadığım için müteessirim ey Muhammed  (Diyanet Aylık Dergi, Mart 1997 s. 27.)

İngiliz düşünür Edmond da der ki:

“Kur’an-ı inceledikçe onun mükemmelliğini ve yüceliğini kavramış oluyoruz.  Kur’an, insanı önce cezbeder sonra onu hayrete düşürür. Sonra onu kendini meftun eder. İnsanı kendisine hürmete mecbur eyler. Ve bu suretle herkesi derinden etkiler.”(Ömer Rıza Doğru,  Kur’an Nedir, s.132) 

Allah’ın en son indirdiği kitabı Kur’an-ı Kerim getirdiği muhteva ile evrensel mesajdır. Zaman ve mekân farkı gözetmeksizin bütün insanlığa hitap eden bir rehber ve hidayet kaynağı, doğruyu yanlıştan ayırt eden bir belge, insanların dillerinde ve gönüllerinde bir zikir ve şifadır. 

Kendini bilmez cahilin ya da iman nurundan mahrum kalmış kişinin yakması ile bu güzel kitap değerinden bir şey kaybetmez. Onlar isteme se de Allah’ın nuru dünyayı aydınlatmaya devam edecektir.