#türkiye

türkiye haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, türkiye haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Yurtta hava durumu nasıl olacak? Haber

Yurtta hava durumu nasıl olacak?

Yurtta yağışların, İç Anadolu’nun kuzeybatısı, Batı Karadeniz’in iç kesimleri, İstanbul, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Bilecik, Afyonkarahisar, Kütahya, Osmaniye çevreleri, Adana’nın kuzey ve doğusu ile Kahramanmaraş’ın batı, Hatay’ın kıyı kesimlerinde yer yer kuvvetli olması beklenirken Güneydoğu Anadolu’da yer yer toz taşınımı görüleceği de tahmin ediliyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğünden alınan tahminlere göre hava sıcaklığında önemli bir değişiklik olmayacak ve mevsim normalleri civarında seyir gösterecek. Rüzgarın genellikle kuzeyli, güney kesimlerde güney ve batılı yönlerden hafif, ara sıra orta kuvvette esmesi bekleniyor. Bazı illerdeki beklenen hava durumuyla günün en yüksek sıcaklıkları şöyle olacak: Ankara: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı (Yağışların, öğle saatlerinde yer yer kuvvetli olması bekleniyor.) 28 İstanbul: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı (Yağışların yer yer kuvvetli olması bekleniyor.) 28 İzmir: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 30 Adana: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı (Yağışların, öğle saatlerinde kuzey ve doğu kesimlerinde yer yer kuvvetli olması bekleniyor.) 34 Antalya: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 31 Samsun: Parçalı ve çok bulutlu 30 Trabzon: Parçalı ve çok bulutlu, sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 28 Erzurum: Parçalı ve az bulutlu 31 Diyarbakır: Az bulutlu ve açık 38

Günümüz 65 yaş insanı daha sağlıklı ve üretken! Haber

Günümüz 65 yaş insanı daha sağlıklı ve üretken!

Tüm dünyada nüfusun giderek yaşlanacağını kaydeden Sosyolog Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Türkiye ise nüfusunun yüzde 10'undan fazlası 65 yaş üstü olduğu için ‘çok yaşlı ülkeler’ kategorisine girdi bile.” dedi. Sosyolog Prof. Dr. Barış Erdoğan: “Yaşlanıyoruz, bu doğru, ama karamsar bir tablo çizmek yerine, duruma iyi tarafından da bakabiliriz. Bugünün 65 yaşındaki insanı, eski zamanların 65 yaşındaki insanına göre daha sağlıklı ve üretken. Bu bir avantaj.” Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, Türkiye'deki nüfusun giderek yaşlanması ve genç nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranının azalmasını değerlendirdi. Türkiye’nin muhtemelen 90 milyon civarında bir nüfusa ulaşabileceği öngörülüyor Prof. Dr. Barış Erdoğan, dramatik bir şekilde nüfus ve doğum oranlarının düştüğünü dile getirerek, “Aslında nüfus ve doğum oranlarındaki düşüş, beklenilen bir durumdur. Dünyada kentleşme arttıkça, kadınların istihdama katılma oranları ve eğitim düzeyleri yükseldikçe, doğum oranlarında bir düşüş beklenir. Türkiye de uzun yıllardır bu trendin içindeydi. Ancak 2014'ten itibaren, özellikle son 4 yılda, bu düşüş beklenenden daha hızlı bir şekilde gerçekleşmeye başladı. Ülke olarak 100 milyonluk bir nüfus hedefi bulunuyordu, ancak mevcut veriler bu hedefin zor göründüğünü gösteriyor. Bu trendler devam ederse, Türkiye’nin muhtemelen 90 milyon civarında bir nüfusa ulaşabileceği öngörülüyor.” dedi. Türkiye’de de diğer Avrupa ve gelişmiş ülkeler gibi beklenen yaşam süresi yükseliyor Bu durumun iki açıdan önemli olduğuna işaret eden Prof. Dr. Barış Erdoğan, şunları dile getirdi: “Bir ülke için yeni ve genç bir nüfus, ekonomi açısından dinamizm demektir. Ancak, alt kademelerden yeterli nüfus gelmediğinde, yukarıda da sorunlar oluşmaya başlayacak. Neden diye sorabilirsiniz? Çünkü nüfusumuz aynı zamanda yaşlanıyor. Yaşlanmamızın sebebi ise, daha fazla insanın daha uzun süre yaşaması. Sağlık koşullarının iyileşmesi, bakım imkanlarının artması gibi nedenlerle Türkiye’de, diğer Avrupa ve gelişmiş ülkeler gibi, beklenen yaşam süresi yükseliyor ve 70'lerin sonlarına doğru ilerliyor. Şimdi sorulması gereken şu: Bu nüfusa kim bakacak? Alttan gelen nesillerin istihdama katılması, üretmesi ve onların vergileriyle, primleriyle yukarıdaki emekli maaşlarının ödenmesi, sağlık hizmetlerinin karşılanması gerekiyor. Önümüzdeki önemli sorunlardan biri, doğum oranlarını ne kadar yukarı çekmemiz gerektiğiyle ilgilidir.” Nüfusumuz artık artmayacak, hatta azalma trendine girmiş durumda Dünya genelinde doğurganlık oranının, yani kadın başına doğan çocuk sayısının, nüfusun yerinde kalabilmesi için en az 2.1 olması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Bu oran genellikle 16-49 yaş arasındaki kadınlar için hesaplanır. Basit bir şekilde düşünürsek, bir kadın ve bir erkek evlenip aile kurduğunda, nüfusun sabit kalması için geride en az iki çocuk bırakmaları gerekir. Yani nüfusun artmasını bir yana bırakın, sabit kalması için bile bu şarttır. Ancak, TÜİK'in 2023 verilerine göre, Türkiye'de bu oran 1.51'e düşmüş durumda. Bu da gösteriyor ki, nüfusumuz artık artmayacak, hatta azalma trendine girmiş durumda. Bu aslında beklenen bir şey; dünya genelinde, Avrupa'da ve gelişmiş ülkelerde de benzer bir durum söz konusu. Geçmişte, tarım toplumlarında çocuklar aileye ekonomik katkı sağlarken, günümüzde insanlar neden daha az çocuk yapmayı tercih ediyor? Bunun çeşitli nedenleri var.” diye konuştu. Kırsal kesimdeki nüfus genel ortalamaya çok az katkı sağlıyor Türkiye'nin kırsal kesiminde yaşayan insan sayısının, oran olarak oldukça azaldığını dile getiren Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Artık Türkiye'nin büyük çoğunluğu, neredeyse yüzde 90'a varacak düzeyde, kentlerde ya da kasabalarda, yani tarım dışı sektörlerde çalışan insanların olduğu bir ülke haline geldi. Dolayısıyla kırsal kesimdeki nüfus, yani çocuk doğurganlığı, genel ortalamaya çok az katkı sağlıyor. Örneğin, Şanlıurfa ve Mardin gibi illerimizde, bundan 30 yıl önce 5 civarında olan doğurganlık oranı, günümüzde 3.2 civarına düşmüş durumda. Bunun nedeni de tarımda traktörleşme ve makineleşmenin yaygınlaşmasıyla, çocuğa olan ihtiyacın azalması.” şeklinde konuştu. Çoğu aile bir çocukla yetiniyor Buna karşılık, kent ortamında da farklı bir sorunla karşılaşıldığını söyleyen Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Artık insanların beklentileri de değişmeye başladı. Eskiden çocuklar büyür, devlet okuluna gider, imkânlar neyse ona göre yetişirdi. Çoğumuz mahallelerde böyle büyüdük. Ancak şimdi insanlar, çocuklarının özel okulda okumasını, piyano dersi almasını, ata binmesini ve en iyi imkanlara sahip olmasını istiyor. Tüm bunlar ekstra masrafları beraberinde getiriyor. Kreş ve özel okul ücretlerinin bu kadar yüksek olduğu bir dönemde, insanlar bu masrafları karşılamakta zorlanıyorlar. Bu nedenle, çoğu aile bir çocukla yetiniyor.” dedi. Çocukların güvenle emanet edilebileceği kreşlerin yaygınlaştırılması gerekiyor “Cumhuriyetin kuruluşundan beri bir nüfus problemimiz var. ‘On yılda on beş milyon genç yarattık, her yaştan’ derken, büyük savaşların ardından genç bir nüfusa ihtiyaç duyuyorduk. Günümüzde de üretken ve genç bir nüfusa ihtiyacımız devam ediyor.” diyen Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Peki, ne yapılabilir? İlk olarak, devlet okullarının kalitesinin artırılması ve kreşlerin yaygınlaştırılması önemli adımlardır. Anneler artık haklı olarak eskiye göre farklı bir konumda. Kadınlar eğitim alıyor, üniversite eğitimi görüyor, yüksek lisans ve doktora yapıyorlar. Çocukların güvenle emanet edilebileceği kreşlerin yaygınlaştırılması gerekiyor. Ayrıca, doğum yapan ya da belirli sayıda çocuk sahibi olan kadınlara erken emeklilik, kredi imkânları gibi bazı kolaylıklar sağlanabilir. Avrupa ülkeleri, Kore ve Japonya'da devlet büyük imkanlar sağlıyor, insanlar yine de çocuk yapmaktan çekiniyor.” dedi. Çocuk yapma ileriki yaşlara öteleniyor Eskiden toplumsal beklenti veya başarı ölçütünün bir an önce aile kurmak, çocuk sahibi olmak, çoğalmak, gelişmek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Yeni dönemde bireycilik artırılmış vaziyette, sürekli olarak medyada gezin, dolaşın, dünyayı deneyimleyin, hayatınızı yaşayın pompalanıyor. Bütün bunları yaptığınız zaman çocuk yapma yaşınızı ileriki yaşlara doğru erteliyorsunuz. Erteledikçe de yani kendinize yoğunlaştıkça bu ertelediğiniz zaman dilimi içinde çocuk yapma yaş dilimi de daralmaya başlıyor. Bu, Türkiye'ye özgü bir durum da değil. Böyle bir dünyanın içinde insanlar çocuk yapmayı ya hiç istemiyorlar ya da ileriki yaşlara öteliyorlar.” diye konuştu. Prof. Dr. Barış Erdoğan, Türkiye'ye gelen Suriyeliler için de eskiden ‘5 çocuk yapıyorlar’ denildiğini ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı: “Ancak şimdi onların da çocuk sayısı 3'e düştü. Türkiye'ye geldikçe, kentleşmenin içine girdikçe çocuk sayısı azalıyor. Şartlar insanları zorluyor. Bu durum sadece Türkiye'ye özgü değil; tüm dünyada nüfus giderek yaşlanacak. Türkiye ise, nüfusunun yüzde 10'undan fazlası 65 yaş üstü olduğu için ‘çok yaşlı ülkeler’ kategorisine girdi bile. Yaşlanıyoruz, bu doğru, ama karamsar bir tablo çizmek yerine, duruma iyi tarafından da bakabiliriz. Bugünün 65 yaşındaki insanı, eski zamanların 65 yaşındaki insanına göre daha sağlıklı ve üretken. Bu bir avantaj. Ayrıca, robotik teknolojilerin, yapay zekaların gelişmesiyle birlikte, genç nüfusun yapacağı işlerin bir kısmını robotlara ve makinelerle devredebileceğiz. Ancak sonuçta, biz bu dünyada insan olabilmek için varız. Bu dünyayı robotlar ya da makineler için kurmadık. Bu yüzden, neslin devam etmesi, insanlığın hayrı ve selameti için önemli; bu açıdan da olaya bakmamız gerekiyor.”

Türkiye gıda enflasyonunda ilk sırada: Temel tüketim ürünleri lüks hale geldi Haber

Türkiye gıda enflasyonunda ilk sırada: Temel tüketim ürünleri lüks hale geldi

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER- Türkiye dünya ülkeleri arasında gıda enflasyonunda ilk sırada bulunuyor. Son yıllarda ise tarım ürünü üreticisinin kar edememesi nedeniyle üretici üretimden çekilmeye başladı. Yaşanan bu durum hem yeterli gıdaya ulaşmayı engellerken hem de nitelikli gıdaya ulaşımı engelledi. Gıda enflasyonu ile gıda ürünlerine ulaşmak zorlaşırken ulaşılabilen ürün ise dar gelirlinin cebini zorluyor.  TÜRK-İŞ Araştırmasının Temmuz 2024 ayı sonucuna göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 19 bin 234 TL. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 62 bin 652 TL. Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 24 bin 901 TL oldu.  2024 yılı için ülkemizde belirlenen asgari ücret ise 17 bin 002 lira. Yani 4 kişilik bir ailede 3 kişi asgari ücrete çalışsa dahi yine de yoksul. TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Toprak, “Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı ülkemizde gıda harcamaları, çok büyük bir kesim için en fazla harcama kalemi ve hane bütçesinde de önemli bir paya sahip. Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış vatandaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor” dedi. GIDA ENFLASYONU YÜZDE 50’NİN ÜZERİNDE Gıda ürünlerinde enflasyonun yüzde 50’nin üzerine çıktığını belirten Toprak, “Uzun yıllardır devam eden ve giderek derinleşen ekonomik krizin boyutu, son dönemde uygulanan politikalar nedeniyle büyümüş ve emeğiyle geçinen herkesin yaşamını olumsuz etkilemiştir. Başlangıçta kur artışı ve yüksek borçluluk olarak kendini gösteren kriz, uzun zamandan beri hayat pahalılığı, işsizlik, güvencesizlik, geçim zorluğu, yoksulluk ve açlık gibi sosyal boyutlar kazanmış durumdadır. Gelinen noktada bu durum geniş halk kesimlerinin en önemli sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda etkisini gündelik yaşantımızda yoğun olarak hissettiğimiz yüksek enflasyon, özellikle gıda ürünlerinde yüzde 50`nin üzerinde fiyat artışlarına neden olmuştur. Halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan ücretli ve dar gelirli kesimlerin gelirlerinde herhangi bir artış olmamasına karşın, gıda fiyatlarındaki bu olağan üstü yükseliş, gıdaya erişimi her geçen gün zorlaştırmakta, geniş halk kitleleri için gıda güvencesi ve gıda güvenliği tehlikeye girmektedir. Gıda fiyatlarındaki sürekli artış sonucu et ve süt ürünleri, yumurta, yağ, bakliyat, şeker gibi temel gıdalar ulaşılması zor ve lüks tüketim malı haline gelmiştir. Şu an ülkemizde yeterli ve dengeli beslenemeyen yüzbinlerce insan, yoksulluğun en alt seviyesi olan temel ihtiyaç maddelerine ulaşamama ve açlık riski ile karşı karşıya kalmışlardır” diye konuştu. KARBONHİDRAT TÜKETİMİ YÜZDE 25 ARTTI Etbir'in verilerine göre pandemi döneminde et tüketimi yüzde 33 azalırken Makarna Sanayicileri Derneği'nin verilerine göre makarna tüketimi yüzde 25 artış gösterdiğini söyleyen Toprak, “Bu duruma en büyük etken de artan gıda enflasyonu. Bu durum vatandaşın gıda alışverişinde öncelikli olarak fiyat kriterini baz almasına ve hangi ürün, nerede ucuzsa oraya yönelmesine neden olmaktadır. Burada da karşımıza iki büyük sorun çıkmaktadır; birincisi neredeyse hammadde fiyatına satılan ve merdiven altı veya kayıt dışı şekilde uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri, ikincisi ise taklit ve tağşiş. Her iki durum da halk sağlığı açısından risk teşkil etmektedir. Gıda fiyatlarındaki bu yüksek artış, bir başka sorunu da beraberinde getirmektedir. Halkımız, göreceli ucuz olduğu için merdiven altı üretim denilen, nerede ve ne koşulda üretildiği belli olmayan, büyük oranda taklit ve tağşiş yapılan ve hatta sağlık riski taşıyan gıdalara yönelmektedir. Gıda mühendislerinin çalıştırılmadığı, kayıt dışı üretim yapılan ve yeterince denetlenmeyen bu işletmelerde gıda güvenliğinin sağlanamaması, tüketicilerin hem aldatılmasına hem de sağlık riski ile karşı karşıya kalmalarına sebep olmaktadır. Yine gıda fiyatlarındaki bu hızlı artış, stokçuluğu teşvik etmekte ve ürünlerin depolarda istiflenmesine neden olmaktadır. Bu durum, birçok fırsatçının haksız kazanç elde etmesine, üreticinin para kazanmadığı gibi; tüketicilerin de gıda ürünlerine çok daha pahalıya ulaşmasına yol açmaktadır. Stokçulukla birlikte, belli gıda maddelerinin piyasada bulunamaması, önümüzdeki süreçte yaşanacak önemli sorunlardan biridir” şeklinde konuştu. 10 DOLARIN ALTINA GEÇİNİLMEYE ÇALIŞILIYOR Vatandaşların artan enflasyonlardan dolayı marketlerde indirim günü kovaladığını belirten Toprak, “Yüksek kur politikası sonucu her geçen gün yabancı paralar karşısında değeri düşen Türk Lirası nedeniyle, günlük on doların altında bir gelir ile geçinmek zorunda kalan geniş halk kitleleri için yaşam, her zamankinden daha da zorlaşmıştır. Asgari ücretin altında maaş alan emekliler için ise durum tamamen içinden çıkılamaz haldedir. Bunun sonucu, semt pazarlarında akşam saatlerinde çürük ve yerlere atılmış gıdaları toplayanların sayısının her geçen gün arttığını üzülerek görmekteyiz. Aynı zamanda, dar gelirli aileler yeterli ve dengeli beslenememekte, çocukların bedensel ve zihinsel gelişimi için gerekli olan proteinin oranı sofrada azalmakta, buna karşılık sağlıksız gelişime neden olabilecek karbonhidrat oranı ise artmaktadır. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı ülkemizde gıda harcamaları, çok büyük bir kesim için en fazla harcama kalemi ve hane bütçesinde de önemli bir paya sahip. Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış vatandaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor. Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda dakikalarca bekliyor. Çünkü 5 kuruşun dahi önemi hane bütçesi için oldukça büyük. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Sonuç olarak enflasyon sabit bir geliri olan ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcı. Diğer yandan, gıdaların üretiminde ilk aşamayı oluşturan çiftçilerimiz ise her geçen gün üretimden kopmaktadır. Mazot, gübre ve yem gibi temel girdi fiyatlarında olağanüstü artışlar sonucu, çiftçi ürettiği ürünü maliyetin altında satmak zorunda kaldığından, bir yıllık çabasının sonucunda zarar etmektedir. Dolayısıyla, almış olduğu kredileri ödeyememekte, her geçen yıl borçları artmakta ve sorun içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Bu olumsuz gidişatın doğal sonucu olarak, çiftçimiz üretimi terk etmektedir. Tüm bunlar da bize, eğer kısa zamanda tarımsal üretimde yeterli ve etkili önlemler alınmaz ise gıdaya ulaşmakta daha da zorlanacağımızı, gıda egemenliğimizin çok büyük yara alacağını ve gıdada tam anlamıyla dışa bağımlı hale geleceğimizi göstermektedir” açıklamasında bulundu. TÜRKİYE 9 YILDA 11 SIRA GERİLEDİ Toprak, “The Economist tarafından derlenen gıdaya ekonomik gücün yetmesi, erişebilme, kalite ve güvenlik unsurlarını içeren Küresel Gıda Güvenliği Endeksi 2020 Raporunda Türkiye, 113 ülke arasında son 9 yılda 11 sıra birden kaybederek 47’nci sırada yer aldı. Her ne kadar Tarım ve Orman Bakanı efsane olarak nitelendirse de bir zamanların “gıdada kendine yeten nadir ülkelerinden” biri olan ülkemiz, halkının gıda ürünlerini “satın alabilirliği” sıralamasında 65’inci sırada yer alarak bırakın gelişmiş ülkeleri Botsvana, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi pek çok ülkenin maalesef ki gerisindeyiz. Gıda kalitesi kategorisinde 45, sel, yangın, sıcaklık artışı gibi faktörlerin ele alındığı doğal kaynaklar kategorisinde ise Türkiye 53’üncü sıraya gerilemiş durumdayız. Hicap duyarak söylüyoruz Yurttaş ne yazık ki beslenemiyor. Sadece karın doyuruyor. Dengeli bir beslenme yerine tek tip ve özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenme ilerleyen yıllarda başta obezite olmak üzere diyabet ve diğer hastalıklara neden olacak. 1966 yılında kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinde, "Cinsiyeti ve yaşı ne olursa olsun, her insanın her zaman sürekli, yeterli, güvenli ve kültürel tercihine uygun gıdaya veya gıda üretmek için gerekli araçlara ulaşma hakkı vardır. İnsanlar gıda ihtiyaçlarını kendi kontrollerinin dışında, engelli, yaşlılık, ekonomik yetersizlikler, hastalık, felaket ya da ayrımcılık gibi durumlarda karşılayamadıkları zaman gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır." denmektedir. FAO‘nun verilerine göre dünyada her dokuz kişiden biri yatağına aç girerken, yaklaşık 1,4 milyar kişi ise obezdir ve bu nedenle sağlık sorunları yaşamaktadır. Aslında, yaşanan açlık ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetersizliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de belirtildiği gibi, insanların temel gereksinimi olan gıdanın eşit ve adil dağıtılmadığı bir dünya güvenli değildir. Gıda ile ilgili sorunları gıda güvencesi ve gıda güvenliği olmak üzere iki ayrı açıdan değerlendirmek gerekir. Gıda güvencesi; Birleşmiş Milletler‘in kabul ettiği ve anayasamızda sosyal devlet anlayışı çerçevesinde yer alan; herkesin, yeterli ve dengeli beslenmesi için gerekli gıdaya ulaşma hakkının güvence altına alınmasıdır. Bu ilke, birçok ülkede ve ülkemizde yeterince uygulanmamaktadır. Türkiye‘nin de içinde bulunduğu ülkelerin büyük bir kısmında, gelir dağılımındaki adaletsizlikler nedeniyle, açlık sınırında yaşayan insanların sayısı küçümsenmeyecek düzeydedir. Son dönemde hemen her ülkede yaşanan gıdaya ilişkin sorunlar, önümüzdeki dönemde daha dikkatli olmamız gerektiğini ortaya koymaktadır” ifadelerini kullandı. GIDA MÜHENDİSİ SAYISI ARTIRILMALI Toprak, “Tarım ve Orman Bakanlığı’nda Gıda Mühendisi istihdamı sayısı ivedilikle arttırılmalı. Uzun zamandır söylediğimiz gibi Milli Eğitim Bakanlığı’na Gıda Mühendisi istihdam edilmeli. Uzun yıllardır Oda olarak öğrenci temsilciliklerimizle beraber İlköğretim ve liselere yönelik yaptığımız Bilinçli Gıda Tüketimi Seminerleri zorunlu ders olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nda istihdam edilecek Gıda Mühendisleri tarafından verilmeli ve okul yemekhane ve kantinleri ders veren Gıda Mühendisleri tarafından denetlenmeli. Bugün gıda ve güvenliği için harcanmayan her bütçe yarın ne yazık ki sağlık için harcanmak zorunda kalınacak. Yinelemek gerekir ki, dar gelirli ailelerin elde ettiği gelir yeterli ve dengeli beslenme için gerekli harcamaları bile karşılayabilecek düzeyde değil. Bu durumda olan aileler, büyük bir olasılıkla beslenme dışı harcamalarının (kira, ulaşım, yakıt, elektrik ve benzerleri) bir kısmını da beslenme harcamalarından kısarak elde edebilmekte.  Sonuç olarak, gelir düzeyinin düşük ve yetersiz olması, dar gelirli kişi ve ailelerin sağlıksız, yetersiz ve dengesiz beslenmesine neden olmakta. Gıdaya erişim bir sorun ve endişe kaynağı olmaktan çıkarılmalıdır. En temel ve ertelenemez ihtiyaç olan gıdanın, herkes için kolayca, yeterince ve sürdürülebilir şekilde erişilebilecek duruma getirilmesi elzemdir. Unutulmamalıdır ki, yaşamak nasıl bir insan hakkı ise sağlıklı, güvenli ve yeterli gıda ile temiz suya, sürdürülebilir bir biçimde ulaşabilmek de bir insan hakkıdır. Bunu sağlamak da kamunun en önemli görevlerinden biridir. Bir kez daha hatırlatıyor, başta iktidar olmak üzere yetkili tüm kurum ve kuruluşları asli görevlerini yerine getirmeye ve çözümün bir parçası olmaya davet ediyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.

Türkiye ilk olimpiyat madalyasını ne zaman kazandı? Haber

Türkiye ilk olimpiyat madalyasını ne zaman kazandı?

2024 Yaz Olimpiyatları, markalı adı Paris 2024 ile 24 Temmuz - 11 Ağustos 2024 tarihlerinde Fransa'da düzenleniyor. Bu gelişme ile beraber Türkiye’nin olimpiyatlarda kazandığı ilk madalya da merak edildi. Peki Türkiye ilk olimpiyat madalyasını ne zaman kazandı? Detaylar haberimizde… Türkiye ilk olimpiyat madalyasını ne zaman kazandı? Türkiye'nin olimpiyat tarihindeki ilk madalyası, 1908 Londra Olimpiyatları'nda Osmanlı İmparatorluğu'nu temsil eden Aleko Mulos ile başlamıştır. Türkiye'nin ilk olimpiyat madalyası ise 1936 Berlin Olimpiyatları'nda güreşçi Ahmet Kireççi tarafından kazanılan bronz madalyadır. Aynı olimpiyatta güreşçi Yaşar Erkan, Türkiye'nin ilk altın madalyasını elde etmiştir. 1936'dan 2024'e kadar yapılan olimpiyatlarda Türkiye toplamda 41 altın, 27 gümüş ve 37 bronz madalya kazanarak 105 madalyaya ulaşmıştır. Türkiye’nin en çok madalya kazandığı olimpiyatlar Türkiye, katıldığı 24 olimpiyattan 19'unda madalya kazandı. En fazla madalya elde edilen olimpiyatlar şunlardır: 1948 Londra'da 6 altın, 4 gümüş ve 2 bronz; 1960 Roma'da 7 altın ve 2 gümüş; ve 2020 Tokyo'da 2 altın, 2 gümüş ve 9 bronz. Türkiye'nin en çok madalya kazandığı sporlar ise güreş, toplamda 29 altın, 18 gümüş ve 19 bronz ile; ve halter, 8 altın, 1 gümüş ve 2 bronz ile öne çıkıyor. İlk olimpiyat şampiyonumuz kimdir ve branşı nedir? Berlin'de 1936 yılında düzenlenen Olimpiyat Oyunları'nda grekoromen güreş 61 kiloda yarışan Yaşar Erkan, rakiplerini geride bırakarak altın madalyayı kazandı. Bu başarı, Erkan'ı olimpiyatlarda altın madalya kazanan ilk Türk sporcu yaparak tarih yazdırdı. Aynı organizasyonda yer alan diğer milli güreşçi Ahmet Kireççi ise bronz madalya elde etti.

Türkiye'yi Ağustos'ta eyyam-ı bahur sıcakları bekliyor Haber

Türkiye'yi Ağustos'ta eyyam-ı bahur sıcakları bekliyor

Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Uzaktan Algılama Uzmanı Tağıl, AA muhabirine, Türkiye'nin dünya genelinde en hızlı ısınan ve iklim krizinin en şiddetli yaşandığı bölgelerden birinde bulunduğunu söyledi. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün verilerine göre, Türkiye'de son 13 aydır Ege Bölgesi başta olmak üzere birçok bölgede sıcaklık rekorları kırıldığını hatırlatan Tağıl, özellikle geçen yılın haziran ayından itibaren dikkati çeken sıcaklık artışlarının son dönemde bazı bölgelerde mevsim normallerinin 10 derece üzerine çıktığını aktardı. Ülke genelinde kuraklık en şiddetli seviyeye ulaşmış durumda Copernicus İklim Değişikliği Servisi verilerine göre, 22 Temmuz'da küresel ortalama yüzey sıcaklığının 17,15 dereceyle rekor kırdığını anımsatan Tağıl, "Daha önceki rekor, 16,8 dereceyle ile 12 Ağustos 2016'da kaydedilmişti. Türkiye'de yeterli yağış alamayan bölgeler, yüksek sıcaklıklarla kuraklık alarmı veriyor. Ülke genelinde kuraklık en şiddetli seviyeye ulaşmış durumda." dedi. Şermin Tağıl, yaz mevsiminin en sıcak ve boğucu günlerini tanımlayan eyyam-ı bahurun 31 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında yaşanacağını ifade ederek şunları kaydetti: "Temmuz sonunda kısmen rahatlayan ülkemiz ağustosun ilk haftasında eyyam-ı bahur döneminde sıcak hava dalgası etkisi altında kalacak. Bu yıl, bu dönemin sıcak fakat Doğu Akdeniz'de yaşanacak bir alçak basıncın etkisiyle kısmen yağışlı geçme olasılığı yüksek. Bu kavurucu sıcaklıklar ve kuvvetli rüzgarlar, orman yangınlarını kaçınılmaz hale getiriyor. Diğer yandan, şiddetli sağanak yağışlar bu yazın başında öngörüldüğü gibi etkili oldu ve olmaya devam ediyor. Türkiye'de hava koşullarında yaşanan bu aşırılıkların en önemli nedenlerinden biri, son 13 aydır mevsim normallerinin üzerinde sıcaklıklar yaşanması ve atmosferin buna bağlı olarak nem tutma kapasitesinin artması. Isınan yeryüzü, termal konveksiyonları kolaylaştırarak yağmur bulutlarının oluşmasına ve yağışın düşmesine neden oluyor. Ülkemize kuzeybatıdan ve kuzeyden giren daha serin hava kütlesi ile sıcak hava kütlesinin karşılaşması, nemli havanın soğumasına ve yağmur, dolu veya sağanak şeklinde yağışlara yol açıyor." Bu durumun sadece Türkiye için değil, tüm Akdeniz Havzası için benzer şekilde gerçekleştiğini vurgulayan Tağıl, iklim krizinin etkilerini azaltmak ve adaptasyon stratejileri geliştirmenin her zamankinden daha büyük önem taşıdığını sözlerine ekledi.

Türkiye'nin makine ihracatında düşüş Haber

Türkiye'nin makine ihracatında düşüş

Makine İhracatçıları Birliğinden (MAİB), ocak-haziran döneminde Türkiye'nin makine ihracatına ilişkin açıklama yapıldı. Buna göre, yılın ilk yarısında Türkiye'nin makine ihracatı 13,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Söz konusu dönemde ihracatta yüzde 4,1 düşüş yaşanırken, son 12 aylık dış satım da yüzde 0,4 azalarak 27,8 milyar dolar oldu. İmalat sanayisinde durgunluğun devam ettiği ve yatırımcı talebinde düşüşün yaşandığı Avrupa'da Türkiye'nin en çok makine sattığı Almanya, İtalya, Birleşik Krallık, Fransa ve İspanya'ya ihracatta yüzde 6,6 ila 17,9 arasında daralma görüldü. AB'de yüzde 4 ve Rusya yaptırımlarının etkisiyle diğer Avrupa ülkelerinde yüzde 17 seviyelerinde kaydedilen 6 aylık düşüş, Kuzey Amerika'da yakalanan yüzde 24, Latin Amerika'daki yüzde 11 ve Asya'daki yüzde 14'lük ihracat artışıyla dengelendi. Dengeli bir yarı yıl Açıklamada değerlendirmelerine yer verilen Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu, bu yılın başında ilk iki çeyrek için paylaştıkları öngörülerin büyük oranda gerçekleştiğini, küresel sanayi faaliyetlerindeki yavaşlamaya nazaran dengeli bir yarı yıl geçirdiklerini bildirdi. İlk yarı için kendilerini zorlu bir 6 ayın beklediğinin farkında olduklarını anımsatan Karavelioğlu, şunları kaydetti: "Büyük merkez bankalarının faiz indirimine gitmesiyle yaz ayları itibarıyla hedef ülke ekonomilerinde hareketlenmenin başlamasını bekliyorduk. Enflasyonda kalıcı düşüş işaretlerinin gecikmesi nedeniyle para politikasındaki gevşemenin ötelenmesi, hızlı toparlanma beklentilerini azalttı. Başta ana pazarımızdaki seçim sonuçları olmak üzere, siyasi ve jeopolitik gelişmeler iktisadi faaliyetleri, toplam talep ve ticareti sınırlıyor. Bu şartlar altında, son 12 aylık ihracatımızdaki yüzde 0,4 düşüş ihmal edilebilir gibi görünse de yüzde 8’e yaklaşan miktar azalışı, üretim ölçeklerimizin küçüldüğüne ve rekabetçilikte zaafa uğradığımıza işaret ediyor." Kutlu Karavelioğlu, dünyadaki çoklu kutup ortamının etkilerinden, denge arayışından, Çin'in gözünü karartmış şekilde destek ve kredilerle dünyaya makine saçmasından, AB ve ABD'deki korumacılıktan, dünyanın farklı ülkelerindeki seçimlerden ve dijital ve yeşil teknoloji prensiplerinin üretime etkisinden bahsetti. Karavelioğlu: Rakiplerimizden daha hızlı yol alıyoruz Karavelioğlu, rakip ülkelere kıyasla belirsizliklerin daha büyük ve imkanların daha sınırlı olduğu bir yatırım ve faaliyet ortamında iş yapmalarına rağmen makine üretim ve ihracatında bugüne kadar rakiplerinden daha hızlı mesafe aldıklarını vurguladı. Türkiye'nin dünyanın en büyük makine pazarlarından birisi olduğunu ve bunun bütün alt sektörlere büyük fırsatlar sunduğunu anlatan Karavelioğlu, şu değerlendirmelerde bulundu: "Kabul edelim ki teşvik sistemiyle bu imkanların çok daha fazlası ithalatçılara sağlanıyor. İthal ürünler mahreç ülkelerin açık veya gizli, çok büyük destekleriyle ülkemize geliyorken, ithalatçılar baskılanmış kura rağmen artırdıkları fiyatlarıyla hem enflasyonu körüklüyor hem de büyük karlar yaratıyor. En netameli işin ihracat, en kolay ve bereketli işin ithalat olduğu mevcut süreç maalesef ithalatçı kesimin saltanatını güçlendiriyor."

İş dünyasından Türkiye'nin kredi notu değerlendirmesi Haber

İş dünyasından Türkiye'nin kredi notu değerlendirmesi

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's, Türkiye'nin kredi notunu "B3"ten "B1"e yükseltirken, kredi notu görünümünü "pozitif" olarak korudu. İTO'dan yapılan açıklamada değerlendirmelerine yer verilen Şekib Avdagiç, S&P ve Fitch Ratings'ten sonra Moody's'in de Türkiye'nin kredi notunu artırmasının, uygulanan reform programının kazanç hanesine eklendiğini belirtti. Şekib Avdagiç, şunları kaydetti: "Notumuzun sevindirici bir şekilde 2 kademe birden artması, yabancı yatırımcı güvenindeki hızlı toparlanmanın ispatı ve sağlanan istikrarın işareti oldu. Enflasyonla mücadelemizi S&P, Fitch ve Moody's Türkiye'yi asıl hak ettiği minimum not olan 'yatırım yapılabilir' ve üstüne çıkarana kadar ekonominin tüm unsurlarıyla bir denge içinde sürdürmeliyiz. Bu süreçte, üretimin, istihdamın ve özellikle ihracatın artması, bu sayede cari açığımızın azalmaya devam etmesi için gerekli adımların atılması büyük önem arz etmektedir." "Moody's'in kararı yatırımcılar nezdinde güvenin arttığını ortaya koymaktadır" Gürsel Baran, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu yükseltmesinin memnuniyet verici olduğunu ifade etti. Baran, şunları kaydetti: "Moody's'in not artırımı kararında, Cumhurbaşkanı'mız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın dirayetli liderliğinde uygulanan ekonomik programlar ve reformlar, Cumhurbaşkanı Yardımcı'mız Sayın Cevdet Yılmaz'ın katkılarıyla ortaya konulan strateji ve planlarla Hazine ve Maliye Bakanı'mız Sayın Mehmet Şimşek'in uzmanlık ve tecrübesiyle hayata geçirilen finansal disiplin ve maliye politikaları önemli rol oynamıştır." Ülkenin geleceğine inandıklarını belirten Baran, "Ülkenin borçlanma kapasitesinin ve risk algısının iyileştiğini gösteren bu karar, yatırımcılar nezdinde güvenin arttığını ve daha da artacağını ortaya koymaktadır." değerlendirmesinde bulundu. Kararın, Türkiye'nin uluslararası alanda itibarını yükselttiğine işaret eden Baran, "Yabancı sermaye ve yatırım girişinin artmasına da katkı sağlayacaktır. Bu gelişmenin kalıcı olması için Türkiye ekonomisinin yatırım ve üretim yapılabilir niteliğinin daha da kuvvetlenmesi, enflasyonla mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi, mali disiplinin devamı ve yapısal reformların vazgeçilmeden hayata geçirilmesi önem taşımaktadır." ifadesini kullandı.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.