TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#toplum

toplum haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, toplum haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Tutkulu bağlılık mı, toplumsal tehlike mi: Fanatizm nedir? Haber

Tutkulu bağlılık mı, toplumsal tehlike mi: Fanatizm nedir?

Son yıllarda toplumların karşı karşıya olduğu önemli bir sorun olarak kendini gösteren fanatizm; ayrımcılık, şiddet ve toplumsal bölünmeler gibi ciddi zararlara da neden olabilir. Bu noktada fanatizmin sınırlarının belirlenmesi ve kontrol altına alınması, toplumsal uyum ve güvenliği sağlamak için önemli bir adım olarak görülüyor. Fanatizm nedir ve toplum için ne gibi riskler taşır? Birlikte inceleyelim. Fanatizm nedir? Fanatizm; bir fikre, inanca, ideolojiye veya bir kişiye aşırı derecede bağlılık ve tutku gösterme durumudur. Fanatizm, kişinin tutkulu bir şekilde bağlı olduğu şeyi körü körüne savunması, eleştirilere kapalı olması ve başka görüşlere ya da fikirlere karşı saldırganlık göstermesiyle karakterizedir. Fanatizm genellikle mantıklı düşünceyi ve açık fikirliliği engeller, bireyin objektif olmayan bir şekilde davranmasına neden olabilir. Fanatizm insanların diğerlerini hor görmelerine, dışlamalarına ve hatta zarar vermelerine yol açabilir. Bu durum bireyin kendi fikirleri ile inançlarını sorgulamak yerine, koşulsuz bir şekilde kabul etmesiyle ilişkilidir. Fanatizm; spor, siyaset, dini inançlar, milliyetçilik, ideolojiler veya diğer konularla ilgili olabilir. Herhangi bir alanda fanatizme düşmek, sağlıklı bir tartışma ortamını engeller. Hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve hatta şiddet gibi olumsuz sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle açık fikirli olmak, farklı görüşlere saygı göstermek ve eleştirel düşünme becerilerini korumak fanatizmin olumsuz etkilerini azaltabilir. Fanatizm bir hastalık mıdır? Fanatizm kişinin mantık ve gerçeklerden uzaklaşmasına, aşırı duygusallığa ve objektif değerlendirmeyi kaybetmesine neden olabilir. Bu nedenle de bazen bir tür hastalık olarak kabul edilir. Çünkü aşırı bağlılık ve tutkunluk, kişinin sağlıklı bir şekilde düşünmesini ve davranmasını engelleyebilir. Ancak, fanatizm tıbbi bir hastalık olarak kabul edilmez. Daha çok psikolojik veya sosyal bir olgu olarak değerlendirilir. Fanatizm genellikle kişinin yaşadığı çeşitli deneyimler, eğitim, çevresel etkiler ve kişisel özellikler gibi faktörlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu yüzden, fanatizmin tedavisi psikolojik danışmanlık, eğitim ve kişisel gelişim çalışmaları gibi yöntemlerle mümkün olabilir. Fanatizm zararları nelerdir? Fanatizm, birçok olumsuz etkiye yol açabilir ve toplumda çeşitli zararlar doğurabilir. İşte fanatizm zararları denilince ilk akla gelenler: Ayrımcılık ve düşmanlık: Fanatizm, diğer insanları veya grupları aşırı düşmanlık ve ayrımcılıkla karşılamaya yol açabilir. Bu durum ırk, din, etnik köken ya da diğer farklılıklara dayalı nefret ve önyargıların artmasına neden olabilir. Şiddet ve terörizm: Fanatik inançlar, bireyleri şiddet eylemlerine yönlendirebilir ve hatta terörizme dahi yol açabilir. Özellikle radikalizm ve aşırıcılık gibi ideolojik fanatizm biçimleri, toplumda güvenliği tehdit edebilir. İletişim bozukluğu: Fanatizm, farklı görüşlere sahip olanlarla sağlıklı iletişimi zorlaştırabilir veya imkansız hale getirebilir. Fanatikler genellikle kendi inanç ve ideolojilerine karşı eleştirel düşünceleri kabul etmezler. Bu nedenle de diğer insanlarla anlayışlı bir şekilde etkileşime girmekte zorlanabilirler. Toplumsal bölünmeler: Fanatizm, toplumsal bölünmelere ve kutuplaşmalara yol açabilir. Bir grup fanatik, toplumun diğer bireylerini dışlayabilir veya onları hor görebilir, bu da toplumsal birliği ve dayanışmayı zayıflatabilir. Bireysel zararlar: Fanatizm, kişinin kendine ve başkalarına zarar vermesine neden olabilir. Kişinin fanatik inançları uğruna ilişkilerini ve sosyal bağlarını tehlikeye atmış olması, ruh sağlığına ve kişisel refahına zarar verebilir. Bu nedenlerden dolayı, fanatizmin kontrol altına alınması ve olumlu bir toplumsal değişim sağlamak için sağduyu, empati ve anlayışın teşvik edilmesi önemlidir.

Eğitimsiz bir toplum düşünülemez Haber

Eğitimsiz bir toplum düşünülemez

Çiğli Evka 6 İlkokulu Müdürü Ali Özgül, Çiğli Evka 6 İlkokulu’nda normal eğitim ile eğitim ve öğretime devam ettiklerini zaten dünyada da uygulanan öğretim şeklinin normal eğitim olduğunu açıkladı. ŞANSLI OKULLARIN ARASINDAYIZ Özgül, Evka 6 Mahallesi’nin Evka 2’nin kuruluşundan sonra oluşmuş yeni bir mahalle olduğunu anlatarak, yeni bir mahalle olması sebebi ile Çiğli Evka 6 İlkokulu’nun da yeni bir okul olduğunu söyledi. Bu yıl ikinci eğitim ve öğretim yılında olduklarını da belirten Özgül, “Öğrencilerimizin velilerinin ekonomik gelirleri orta seviyede. Sosyo-ekonomik yapısı Çiğli genelinde orta seviyede yer alıyor diyebiliriz. Sosyo-ekonomik yapı her ne kadar düşük olsa da velilerimiz çocuklarının eğitimine gerekli olan ilgi ve alakayı gösteriyorlar. Velilerimiz çocukları ile sıkı bir şekilde ilgileniyorlar. Daha önce başka okullarda müdür olarak görev yaparken ailelerin ekonomik durumlarının çocuklarına yansıdığını görüyorduk. Ama bu okulda böyle bir durum ile karşılaşmamamız bizim için olumlu bir durum. Bu konuda şanslı okulların arasındayız” dedi. EĞİTİM SEVDALISI BEKLİYORUZ Okulu geçen yıl kurucu müdürden teslim aldığını belirten Özgül, 2014 yılının Aralık ayında Çiğli Evka 6 İlkokulu’na müdür olarak atandığını anlattı. Okulu inşaattan yeni çıkmış bir bina olarak teslim aldıklarını da sözlerine ekleyen Özgül, “Bu konuda katkılarından dolayı kurucu müdür arkadaşıma da teşekkür ediyorum. O günden bugüne hızlı bir şekilde yol aldığımızı düşünüyorum. Fiziki anlamda var olan eksikliklerimizi giderilmesinde destek olan Çiğli Belediyesi’ne şükranlarımı sunuyorum. Her konuda Belediye Başkanımız ve ekibi her zaman yanımızda olmaya gayret ettiler. Bundan sonrada olacaklarına inanıyorum. Ayrıca özellikle spor malzemeleri kapsamında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vermiş olduğu destekten dolayı da kendilerine teşekkür ediyoruz. Şu an için okulumuzda basketbol potaları ve voleybol sahaları yok. Bu konu ile ilgili Büyükşehir Belediyesine eksikliklerimizi bildirmiştik. Bize 2016 yılı planına aldıklarını ilettiler. Ayrıca çok amaçlı salonumuzun maalesef perde ve sahne düzeni kurulu değil. Şu an için bizim birincil hedefimiz çok amaçlı salonumuzun dizaynını gerçekleştirebilecek bir hayırsever ya da bir eğitim sevdalısı beklemek” diye konuştu. KİTAP OKUMAK BAŞARININ ANAHTARIDIR Çiğli Evka 6 İlkokulu bünyesinde kütüphane olmadığını üzülerek söyleyen Özgül, kütüphane oluşturabilmek için herhangi bir boş alan olmadığını ancak iler ki yıllarda mutlaka okula bir kütüphane kazandıracaklarını söyledi. Özgül, “Daha önce çalıştığım okullarda öğrencilere kitap okuma alışkanlığını kazandırmak adına çocuk yazarlar ile öğrencileri buluşturuyordum. Bu buluşma çocuklarımıza büyük bir katkı sağlıyordu. Ama bu okulun yeni olması sebebi ile birçok fiziki eksikliği mevcut. Mevcut olan eksilikler ile uğraşmakta geçen yıldan bu yana benim enerjimin yüzde 70’ini aldı diyebilirim. Böyle bir etkinliğe bu sebeplerden dolayı okulumun öğrencileri için henüz vakit ayıramadım. Böyle bir etkinliği henüz gerçekleştiremesek de her fırsatta öğrencilerime mutlaka ve mutlaka kitap okumanın önemini anlatıyorum. Öğrencilere örnek olmak adına okuduğum kitabı mümkün oldukça yanımda bulunduruyorum. Yani öğrencilerime kitap okuma sevgisini kazandıracağımı düşünüyorum. Çünkü kitap okumak başarının anahtarıdır. Ayrıca okulumuzda rehber öğretmeni normumuzda yok. Fakat kaymakamlık onaylı başka bir okuldan haftada 1 gün rehber öğretmeni okulumuza gelerek öğrencilerimize ve öğretmenlerimize katkıda bulunuyor.” şeklinde konuştu. OYUN ÇOCUK GELİŞİMİNDE ÖNEMLİ Özgül, okul bünyesi çerçevesinde öğrencilere yönelik farklı çalışmalar yürüttüklerini anlatarak, sözlerine şu şekilde devam etti: “Geçen yıl göreve başladıktan sonra okulumuzu ‘Okullar Hayat Olsun’ projesine dahil ettik. Bu projenin bize farklı kazanımları oldu. Bu proje ile halk eğitim merkezinden usta öğretici isteme şansı yakaladık. Şu an öğrencilerimize yönelik satranç, drama, halk oyunları ve jimnastik eğitimleri ders dışı faaliyeti olarak devam ediyor. Bu faaliyetlere katılan öğrencilerimizin büyük bir keyif alarak kendilerini geliştirdiklerini düşünüyorum. Ayrıca okulumuza ‘köşe kapmaca’ ve ‘yakar top’ için gerekli olan oyun alanı daha geçen hafta okulumuzun bahçesine okulumuzun öğretmenleri ile birlikte çizdik. Bir eğitimci olarak oyunların çocuklar için çok önemli olduğunu altını çizerek söylüyorum. Oyun çocuk gelişiminde önemli bir yere sahip. Oyunlaştırmak öğretmeyi kolaylaştırır, kalıcı olmasını sağlar ve sevdirir.” EĞİTİM HAYATIN TA KENDİSİ Eğitimin hayatın kendisi olduğuna dikkat çeken Özgül, ilkçağlarda ilkel toplumlarda bile insanların kendi nesillerini belli beceriler kazandırmak adına eğitme gereği duyduklarını söyledi. Özgül, “Belgesel izleyen bir eğitimciyim. İzlediğim bir belgeselden örnek vereyim. Yavru bir kartalın annesi ve babası tarafından verilen eğitimi anlatan bir belgeseldi bu. Belli bir olgunluğa gelen kartal yuvaya gelmiyor. Yaşama karşı yavru kartal artık kendisine olan özgüveni kazanıyor. Bir yerden sonra yavru kartal kendi kendine kanatlarını güçlendirdi. Yaşam mücadelesi ile baş başa kaldı. Yani eğitimsiz bir toplum düşünülemez. Ayrıca değerlerine bağlı, demokratik ve laik bir eğitim önemlidir. Zaten bizim okulumuzun misyonu da okulumuzun öğretmenleri ile birlikte demokratik yönetim anlayışı içinde, Atatürkçü düşünceye bağlı, kendisine ve ülkesine karşı sorumlu, iletişim becerileri gelişkin, işbirliğine yatkın, öğrenme ve yeniliğe açık, kendisine güvenen, düşüncelerini özgürce ifade edebilen çevreye duyarlı mutlu bireyler yetiştirmek şeklinde belirledik. Eğitim veriliyor ancak nasıl bir eğitim veriliyor? Mesela dünyaya kötülük yapan insanlarda iyi eğitim aldıkları halde o kötülükleri yapmışlardır” ifadelerini kullandı. ÇOCUKLARA SEVİLDİKLERİNİ HİSSETTİRİN Özgül, çocukların hayatlarına dokunabilmek için öncelikle çocukları sevmek gerektiğini de vurgulayarak, sözlerini şu şekilde bitirdi: “Çocuklara sevildiklerini hissettirin. Çocukların sevgisini kazanın. Çocuğun hayatına dokunmak çocuğu sevmekten başlıyor. Çocuk bir birey olarak takdir gördüğünü hissettiği zaman öğrettiğiniz her şeyi öğrenmeye hazırdır. Ama diğer türlü ne kadar emek sarf ederseniz edin çocuğa vermek istediklerinizi veremezsiniz. Son olarak güzel ülkemizin şu ana kadar Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği muhasır medeniyetin üstüne çıkma sevdasına henüz erişmediğimizi düşünüyorum. Ama ben bu pırıl pırıl çocuklarımın ilerde bizlerin yapamadığını yapacağını ümit ediyorum. Onların çağdaş, laik ve demokratik bir ülkede olmanın onurunu duymalarını istiyorum.” ALİ ÖZGÜL KİMDİR? 1965 yılında Muş İli’nin Varto İlçesi’nde doğdu. 1986’da Bitlis’te sınıf öğretmeni olarak göreve başladı. 1994 yılında İzmir’e atandı. Buca ve Çiğli’de değişik okullarda ve kurumlarda öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. 16.12.2014 tarihinden itibaren Evka 6 İlkokulu Müdürü olarak görev yapmakta.

Her toplum için eğitim önemli Haber

Her toplum için eğitim önemli

EMİNE ŞEKER Faik Muhittin Adam İlkokulu’nun Müdürü Bekir Irgat, Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olduğunu belirterek, yaklaşık 4 yıldır Faik Muhittin Adam İlkokulu’nda müdür olarak meslek hayatına devam ettiğini ifade etti. VELİLERİMİZ EĞİTİME KARŞI DUYARLI Okulun bulunduğu çevrenin göç alan bir bölge olduğunu ama yeni yapılaşma ile birlikte gelişime açık veli profiline sahip olduklarını dile getiren Irgat, okulun Karşıyaka merkezine yakın olduğunu da söyledi. Irgat, “Velilerimizin ekonomik gelirleri orta seviyede diyebilirim. Velilerimiz çocuklarının okullarına sahip çıkıyorlar. Eğitime karşı duyarlı davranıyorlar. Yaptığımız tüm veli toplantılarına katılarak çocuklarının başarılarını ya da eksik kalmış oldukları konuları öğreniyorlar. Sosyal aktiviteler düzenlediğimiz zaman istekli bir şekilde gelerek katılım sağlıyorlar. Mesela velilerin katılımı ile birlikte okulumuzda senede 2 defa kermes düzenliyoruz. Sadece okulumuz velileri değil çevremizde bulunan diğer veliler için de velilerimizi daha da bilinçlendirmek adına Halk Eğitim Merkezi’nin vasıtasıyla çeşitli eğitimler veriyoruz. Velilerimize yönelik yapmış olduğumuz eğitimleri önemsiyoruz. Çünkü veli çocuğunun eğitim ve öğretim hayatına doğru bir şekilde destek olmak istiyor. Ayrıca okula geldiğim ilk günden bugüne öğrenci sayımızda bir artış söz konusu oldu. Okulumuzda yaptığımız çalışmalar dolayısıyla velilerin ilgisi okulumuza karşı arttı diyebilirim. Mesela Anaokulu sınıfımızın mevcudu ben geldiğimde 2 sınıfın toplamı yaklaşık 25 kişiyken şimdiki öğrenci sayımız yaklaşık 50 öğrenci. Bizde okul olarak velilerimizin ilgisi ve alakasından çok memnunuz” dedi. OKULUMUZ DAHA DA CIVIL CIVIL OLACAK Irgat, okulun fiziki anlamda eksikliğin olmadığına dikkat çekerek, 4 yıl boyunca mevcut olan eksiklikler zaman içerisinde giderdiklerini söyledi. Irgat, “4 yıl önce okula geldiğim zaman okulumuzun istinat duvarı yoktu. Dere ıslah çalışması sebebi ile duvar yıkılmıştı. Göreve başlamamla birlikte özel idare vasıtası ile istinat duvarını yaptırdık. Okulun ısınma problemi vardı. Kalorifer sistemi çalışmıyordu. Kalorifer sistemini doğalgaza dönüştürdük. Şu an itibari ile ısınma ile ilgili hiçbir problemimiz kalmadı. Okulumuza Karşıyaka Belediyesi’nin desteği ile basketbol sahası ve oyun parkı kazandırdık. Okulumuzda yine kullanılan tuvaletlerde ciddi sıkıntılar vardı. Tuvaletler yaklaşık 50 yıl önce okulun dışına yapıldığı için sorun teşkil ediyordu. Yine özel idare aracılığı ile okulumuza kullanabilir tuvaletler yaptırdık. Velilerimizin de en çok şikayet ettiği konu tuvaletlerdi. Bu sorunu çözdüğümüz için hem öğrencilerimiz hem de velilerimiz gayet memnunlar. Biz de tuvaletin temiz olmasını, kullanılabilir olmasını önemsediğimiz için biran önce çözdük. Özel sektörlerin desteği ile sınıflarımıza 11 adet projeksiyon ve 11 adet bilgisayar kazandırdık. Çocuklarımız sağladığımız bu imkanlarla bilgi teknolojisini rahatlıkla kullanabiliyorlar. Teknolojik alt yapıyı, ısınma, aydınlatma, temizlik sorununu zaman içerisinde hızlı bir şekilde çözdük. Öğrencilerimiz bahçede vakit geçirirken kullanabilmesi için bahçemize banklar koyduk. Yine okulumuzun iç ve dış boyasını hemen hemen her sene çevredeki müteahhitlerin desteği ile yaptırıyoruz. Artık bundan sonra okulun bahçesinin çizimi kaldı. Yani geleneksel oyunlar için çizim yaptıracağız. Bu konu ile ilgili de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne isteğimiz doğrultusunda yazı yazdık.  Önümüzdeki eğitim ve öğretim yılı içinde olumlu geri dönüş olacağını bekliyoruz. O vakitten itibaren okulumuz daha da cıvıl cıvıl olacak. Öğrencilerimiz boş vakitlerini kaliteli bir şekilde geçirecekler” ifadelerini kullandı. AİLELER MUTLAKA ÇOCUKLARI İLE BİRLİKTE KİTAP OKUMALI Okul binası içinde kütüphane için bir alanın olmadığını üzülerek belirten Irgat, çocukların okuma alışkanlıklarını geliştirebilmek için okul içinde sınıf kütüphaneleri oluşturduklarını ifade etti. Öğretmenlerin de öğrenciler için okuma saatleri düzenlediklerini vurgulayan Irgat, “Bizim öğrencilik yıllarımızla şimdiki zaman çok farklı. Günümüzde çocuklarımızın ulaşabileceği imkan çok daha fazla. Yanlış kullanımdan dolayı belki bilgisayar çocuklarımız için dezavantaj sayılabilir. Çocuklarımız çoğu zaman gereksiz yere bilgisayarda ya da telefonda vakit geçiriyor. Biz istiyoruz ve söylüyoruz ki her çocuk her gün belli bir süre kitap okumalı. Aileler mutlaka çocukları ile birlikte kitap okumalı. Çocuklarına model olmalı. Bir çocuğun kitap okuması söylemek ile olmaz. Çocuğa biz okulda, ailesi evde örnek olmalı. Öğretmenlerimizin gerekli şekilde çocuklarımıza model olduğunu görüyorum. Eğitim okul, veli ve öğrenci ayağından gelişiyor. Eğer bu ayaklardan bir taraf eksik kalırsa olması gereken eğitim olmaz” şeklinde konuştu. ÖĞRENCİLERİMİZ İÇİN ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLER YAPIYORUZ Irgat, öğrencilere yönelik öğrencilerin gelişimine katkıda bulunabilmek için çeşitli sosyal aktiviteler ve sportif etkinlikler düzenlediklerini söyleyerek, “Ders saati dışında yaptığımız birçok etkinliğimiz var. Basketbol ve folklor gibi kurslarımız var. Çeşitli yerlere geziler düzenliyoruz. Tiyatro ve sinema etkinlikleri yapıyoruz. Öğrencilerimize okulu sevdirme adına yaptığımız daha birçok çalışmamız var. Çocuklara yönelik yapılan sosyal etkinlikler öncelikle çocuğun var olan yeteneğini keşfetmesini, başka insanlarla iletişim kurmasını, okul fobisi olan bir çocuk için motivasyon ve kendine olan güvenini sağlar” diye konuştu. ÖĞRETMENLERİ RAKİP OLARAK GÖRMESİNLER Eğitimi; bir bireyin davranışlarında bilinçli olarak değişiklik sağlamak olduğunu belirten Irgat, sözlerini şöyle bitirdi: “Toplum içinde yapılmaması gereken bir davranışı eğer bir birey eyleme dönüştürüyorsa ve yapılmaması gerektiği konusunda bilgilendiriliyorsa bu eğitimdir. Mesela bir çocuk yere çöp atıyor. Çocuğa ‘yere çöp atma’ şeklinde konuşulması öğretim çocuğun artık yere çöp atmaması yani davranışa dönüştürmesi eğitimdir. Bu açıdan her toplum için eğitim çok önemi bir yere sahip. Ayrıca toplum olarak geleneksel değerlerimize sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu konu ile ilgili okulumuzda da değerler eğitimi var. Bu yılki temamız ‘selamlaşma.’ Hemen hemen her sabah okul giriş kapısında öğretmen arkadaşlarımla bekliyoruz. Her gelen öğrencimize ‘günaydın’ diyoruz. İçine kapanık olan, çekinen ve utangaç öğrencilerimiz bir süre sonra bizi okul içinde gördüğünde kendiliğinden gelerek bize selam veriyor ya da konuşuyor. Velilere de okul ile işbirliği yapmalarını öneriyorum. Veliler öğretmenleri ve okulu rakip olarak görmesinler. Öğretmenleri ortak bir paydaş olarak görmeleri gerekiyor. Çünkü bizim ortak hedefimiz çocuklarımızın toplum adına iyi bireyler olarak yetişmesidir.” FAİK MUHİTTİN ADAM İLKOKULU’NUN TARİHÇESİ NEDİR? Okulumuzun Dr. Faik Muhittin Adam’ın arsa temini ile birlikte yaptırılmış ve kendisinin adı verilmiştir. Okulumuzun açılışı 1969 tarihinde yapılmış ve eğitim öğretime başlamıştır. Okul içi ve bahçe düzenlemesinde öğretmen- öğrenci birlikte çalışmışlar, okulu kısa sürede eğitim ve öğretime hazır duruma getirmişlerdir. 1993 senesinde binaya 6 derslik ilavesi ile Karşıyaka’da ilk olarak ilköğretim okulu olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. 2013 yılında Okul Müdürü Bekir Irgat’ın girişimleriyle okul bahçesindeki tuvalet tamamen değiştirilerek, engelli tuvaleti de eklenmesiyle öğrencilerin hizmetine sunulmuştur. 4+4+4 Eğitim Sistemindeki değişiklikle birlikte okulumuz İlkokul olarak hizmet veremeye devam etmektedir. FAİK MUHİTTİN ADAM İLKOKULU’NUN MİSYONU Biz; Atatürk’ün göstermiş olduğu yolda, Milli eğitim sistemi doğrultusunda, bilimsel, teknoloji kullanımı ve çağdaş eğitim öğretim ile öğrencilerimizin bireysel özelliklerine göre gelişimlerini sağlamak, böylece topluma yararlı bir birey olarak yetişmeleri için varız. VİZYONU Bilim ve teknolojinin öneminin farkında olan, değişim ve gelişime açık, öğrenmeyi temel ihtiyaç kabul eden, değerlerini yaşayan ve yaşatan, hoşgörü sahibi, farklılıkları zenginlik kabul eden, kendine güvenen, katılımcı, etkili ve nitelikli, çağdaş, demokratik, farkındalığı yüksek ve laik bireyler yetiştirmektir.

İşsizlik toplumun geleceğini tehdit ediyor: Kötü günler kapıda! Haber

İşsizlik toplumun geleceğini tehdit ediyor: Kötü günler kapıda!

KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), verilerine göre Haziran ayı işsizlik oranı 0,1 puan artarak yüzde 9,6 seviyesinde yükseldi. Buna göre işsiz bireylerin sayısı bir önceki aya göre 2 bin kişi artarak 3 milyon 337 bin kişi oldu. TÜİK tarafından açıklanan işsizlik rakamlarının gereceği yansıtmadığını ve bu durumda bile rakamların kritik seviyelerde olduğunu belirterek işsizliğin artmasına etki eden nedenleri açıklayan İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği Başkanı Nesibe Gençer, “Ülkede uzun yıllardır teknoloji, sanayi, bilim ve tarım alanlarına yeterli yatırımın yapılmamıştır. Özellikle tarım sektörü desteklenerek köylerde istihdam sağlanmamış ve köyler boşaltılmıştır. Bir ülkede bilim, teknoloji, sanayi ve tarım sektörü gelişmezse ülke ekonomisi hem dışa bağımlı olur hem de işsizlik her zaman artarak sorun olmaya devam eder” dedi. İŞSİZLİK BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ANASI Türkiye’de işsizliğin temel nedeninin üretime dayalı bir ekonomik sistemin olmamasından kaynaklandığını belirten Gençer, “Ülkede uzun yıllardır teknoloji, sanayi, bilim ve tarım alanlarına yeterli yatırımın yapılmamıştır. Özellikle tarım sektörü desteklenerek köylerde istihdam sağlanmamış ve köyler boşaltılmıştır. Gelecek kurmak için fırsat arayan gençlerin tamamı şehirleri doldurdu. Bir ülkede bilim, teknoloji, sanayi ve tarım sektörü gelişmezse ülke ekonomisi hem dışa bağımlı olur hem de işsizlik her zaman artarak sorun olmaya devam eder. Bu durumun sonunda ise işsizlik toplumu çökerten en büyük sorun olur ve toplum gelişmiş ülkelerin kölesi olur. Diğer taraftan rant ekonomisi işsizliği körükleyen ana faktörlerden biridir. Rant sağlamaya çalışan kuruluşlar bireyleri yok sayarak kendi çıkarları altından eziyor. Üniversite mezunu binlerce yetenekli genç liyakatsiz yönetim sürecinde geri planda kalıyor. Yüksek işsizlik oranları bir ülkede yaşanabilecek en kötü durumlardan biri. İvedilikle önüne geçilmezse eğer işsizlik sebebiyle psikolojik sorunlar yaşayan bireyler toplumdan soyutlanır ve ülke olarak kötü bir sürece gireriz. Bunun sonuçlarını da yurt dışına gitmek için sıraya giren gençlerimizden görebiliriz. İşsizlik ülkemizde psikolojik sorunlara, beyin göçlerine, huzursuzluğa ve toplum halinde yaşayamamak gibi sorunlara sebep oluyor. Kısaca belirtmek gerekirse işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır” diye konuştu. GERÇEK İŞSİZLİĞİ YANSITMIYOR TÜİK tarafından açıklanan rakamların yıllarca gerçeği yansıtmadığını ve bu durumun işsiz bireyleri daha çok mağdur ettiğini ifade eden Gençer, “Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) her ay, kendi hesapladığı enflasyon oranıyla kamuoyunun karşısına çıkıyor. ENAG’ın ve TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları arasında büyük bir makas olması dikkat çekiyor. Resmi verileri esas alan resmi kurum TÜİK ile ENAG arasında kara ile beyaz kadar fark var. Türkiye’de 15 ila 24 yaş arasında olan nüfus 12 milyona yaklaşıyor. TÜİK’in verilerine göre ne eğitimde ne de iş piyasasında olan gençlerin sayısı 3 milyon 337 bin. Bu veriler baz alındığında her dört gençten birinin boşta gezdiği ortaya çıkıyor. Bu rakamlar gerçek işsizliği yansıtmıyor. Örneğin umudunu kaybetmiş milyonlarca insan İş-Kur’a başvurmuyor. Kendi olanakları ile iş arıyor. TÜİK bu istatistikleri yaparken hangi parametreleri kullanıyor, nereden bilgi topluyor bilmiyoruz. Eğer İş-Kur kayıtlarını baz alıyorsa zaten gerçeği yansıtmadığını biliyoruz. Bilinçsiz üretim ve ticaret politikaları, üretmeden yapılan aşırı harcamalar, devletin aşırı israfı bu haldeyiz. Ülkemizin şu andaki görünen durumu maalesef bundan ibarettir” sözlerini kullandı. İŞSİZE İŞ, İŞSİZE İMDAT, İŞSİZE SES İşsizliğe yönelik iktidarın atması gereken adımlardan bahseden Gençer, örgütlü mücadeleye dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı: “İşsiz insanların tüm iletişim araçlarından ücretsiz faydalanması sağlanmalı, masrafları belediyeler ve devlet tarafından karşılanmalıdır. Nerede bir işsiz varsa hükümetin görevi yangına koşar gibi yardımcı olması gerekir. İktidar ve muhalefet yetkilileri işsize iş, işsize imdat ve işsize ses politikası izlemelidir. İşsizliğe kökten çözüm bulunması için ivedilikle istihdam sağlanmalıdır. İstihdam, diyerek ne bir yumurtayı 99 kişiye paylaştırmak, ne de yandaşa, akrabaya ballı kaymaklı, bol ödenekli kamu malını, kul hakkını yemektir. Her birey hak ettiği yerde olmalı ve gençler üretim odaklı ekonomiye teşvik edilmelidir. İşsizlik ve Pahalılıktan kurtulmanın tek yolu Para babalarının sömürü ve soygun düzenin önüne geçilmelidir. Emekçinin ve emekçinin hakkı alın teri kurumadan verilmelidir. Bu yüzden, işsizler, asgari ücretliler, emekliler, yoksulluk sınırı altında yaşayan tüm halkımız bu gerçekleri görerek, onların haklarını savunmak için mücadele etmelidir.''

Sınırları aşan yük: Mülteci dalgası ve toplumdaki sorunlar Haber

Sınırları aşan yük: Mülteci dalgası ve toplumdaki sorunlar

KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER Suriye’de çatışmaların başlamasının ardından ilk olarak 29 Nisan 2011 tarihinde 252 kişilik Suriyeli bir grup Türkiye’ye sığındı. Bugün ise resmi kayıtlara göre Türkiye’de yaklaşık 5 milyon Suriyelinin olduğu biliniyor. Göçlerin bu kadar fazla ve kalıcı olmasıyla birlikte sığınmacı kavramı tamamen ortadan kalkmış durumda. Türk vatandaşları ve mülteciler arasında ise bazen gerginlikler yaşanırken, mülteci vatandaşların başta eğitim olmak üzere, sağlık, barınma ve sosyal haklardan geri kalmasıyla birlikte gerginlik seviyesinin ilerleyen süreçte daha büyük sorunlara yol açması kaçınılmaz oluyor. Ülkemizde yaşanan yıkıcı depremler ve ekonomik sorunlarla birlikte ülke gündeminde sürekli olarak konuşulan mülteci konusunun toplumda yaratabileceği etkilerden bahseden Sosyolog Prof.Dr. Özkan Yıldız, “İlerleyen süreçte eğitim sistemine dahil edilemeyen bu kesimin olumsuz sonuçları olarak sadece plajlardaki bikinili kadınları fotoğraflayan Suriyeli gruplar değil daha da ötesine gidip, kentlerin özellikle kuralsız bölgelerde mafyalaşma, suç-uyuşturucu çeteleri ile bunlara alet olan bir yapılanmanın da potansiyel olarak var olacağını şimdiden ön görmek lazım” dedi. YENİ TOPLULUK ‘KENT MÜLTECİLERİ’      Suriye’de 2011 yılında başlayan çatışmaların ardından Türkiye’ye gelen sığınmacıların daha sonralarda dünyada eşi benzeri görülmemiş bir sığınmacı göçüne döndüğünü, iktidarında bu konuda ilk zamanlarda doğru bir politika izlediğini belirten Sosyolog Prof.Dr. Yıldız, “Ulusal göç politikamız ve göçmen mevzuatına uygun olarak konteyner ve çadır kentlere yerleştirerek sınırlarda tutmak istemiştik. Fakat daha sonra biz bunları tutamadık. Tutmaktan ziyade teşvik ettik. Bu olayın bir politik boyutu da var. Dönemin hükümeti ve Başbakanı özellikle Esat hükümeti rejiminin gitmesi gerektiği konusunda müdahalede bulundu. Yansımaları olarak da sınırlarımız sonuna kadar açıldı ve o dönemde Türkiye’ye akın akın Suriye’den milyonlarca vatandaş geldi. Bu durum bir afettir aslında. Dünyada şu an mülteci barındırma noktasında birinci sıraya geldik. Mülteci nüfusundan çok asıl bizim için büyük tehlike Türkiye’nin 81 iline yayılan mültecilerin ne yaptıkları, nerede çalıştıkları, çocuklarının okullaşma durumları, barınma şartları, sağlık durumları ve sosyalleşme gibi konulardır. Bu duruma çok yönlü bakıldığı zaman Türkiye’de ‘kent mültecileri’ kavramı olarak tanımlanan yeni bir topluluk ortaya çıkıyor. Yani kentin çeperlerinde, kırsallarında yaşayan ama kentle, toplumla entegre olamayan, uyum sağlamlayamayan bir topluluk demektir kent mültecileri. Çocukları okul sisteminin dışında kalan, gençleri sosyalleşme süreçlerine katılamayan ve kent mültecileri gettolar halinde kendi dünyalarını, sosyolojilerini ve ekonomilerini oluşturarak toplumdan izole bir şekilde gün geçtikçe sayıları artarak kentlerin çeperlerinde yaşamaya devam ediyorlar” ifadelerini kullandı.  KURALSIZ TOPLULUKLAR MAFYALAŞABİLİR Türkiye’ye gelen mültecilerin yaklaşık 12 yıllık süreçte eğitim sistemine dahil edilemediğini ve bu durumun ilerleyen süreçte ciddi sorunlara yol açacağını söyleyen Yıldız, “Bu mülteci çocukları, gençleri, eğitim sistemi içerisinde Türkiye’nin toplumsal uyum, normları, değerleri, örf adetleri yani toplumsal kültürü içerisine 12 – 13 yıllık süre boyunca dahil edilemedi. İlerleyen süreçte eğitim sistemine dahil edilemeyen bu kesimin olumsuz sonuçları olarak sadece plajlardaki bikinili kadınları fotoğraflayan Suriyeli gruplar değil daha da ötesine gidip, kentlerin özellikle kuralsız bölgelerde mafyalaşma, suç çeteleri, uyuşturucu çeteleri ve bunlara alet olan bir yapılanmanın da potansiyel olarak var olacağını şimdiden ön görmek lazım” dedi. TARTIŞMALAR HALKI KUTUPLAŞTIRIYOR Politik aktörlerin son genel seçimlerde ana temalarının Suriyeli sığınmacıların gönderilip gönderilmemesi üzerine kurulu olduğunu dile getiren Yıldız, “Son seçimde çıkan yüzde 52’ye yüzde 48’lik sonuçlar Türkiye’nin aslında ikiye bölündüğünü gösteriyor. Sağ popülizmin ve milliyetçiliğin dünyada yükseldiği dönemde biz de artık son seçimlerde ekonomik sıkıntılar ve yaşanan depremlerden sonra Suriyeli meselesini konuşuyorduk. Olayın politik boyutuna uzun vadede bakıldığında Avrupa toplumunun geçmişte yaşadığı sorunları bizim de yaşamamız olası gözüküyor. Bu sorunun bir politika aracı olarak kullanılması, kutuplaşan toplumu daha da tetiklemektedir. Yarın bir sığınmacının bir Türk çocuğuna vereceği bir zararla başlayacak bir tartışma göçmen karşıtlığı nefretine dönüşerek, şiddet eğilimlerini de körükleyebilir” diye belirtti. YARISINDAN FAZLASI DÖNMEK İSTEMİYOR Mülteci konusuyla ilgili İzmir özelinde yaptığı araştırmadan bahseden Yıldız, İzmir’deki Suriyelilerin, sorunları, beklentiler ve çözüm önerileri adlı araştırma kitabımda İzmir’e gelen Suriyeli sığınmacıların yüzde 53’ü güvenli bölgelerde oluşturulacak olan yerleşim yerlerine bile gitmeyi istemedikleri sonucuna vardık. Çünkü göç kalıcılık üzerine inşa edilir. Bu göçün fıtratında var. Göç eden kişide kalma süresi arttıkça oradan geri dönmeme isteği oluşur. Bu dünyadaki bütün göç alan ülkelerde mevcuttu. Benim araştırmamda bu kesimin çok büyük bir kısmı Suriye’nin en yoksul, en eğitimsiz kentlerin daha da kırsalında kalan Halep, Rakka ve İdlip gibi kuzey Suriye’de bulunan baba Esat döneminden beridir geri bırakılmış toplumlardır. Ne için Türkiye’yi tercih ettiğiniz diye sorduğumuzda ise ilk olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a güvendiklerini daha sonrasında ise sınırlarına yakın ve kültürel olarak Türkleri yakın hissettikleri için geldikleri cevabını aldık” diye konuştu.  POLİTİK KAYGILAR KENARA BIRAKILMALI Yaşanan bu sorunun ilerleyen süreçte topluma ve ülkeye zarar vermemesi için çözüm önerilerinde bulunan Yıldız, öncelikli olarak merkezi hükümet, muhalefet ve sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek ‘Göç Bakanlığı’ kurmaları gerektiğini belirtti. Sosyolog Prof.Dr. Yıldız, şu ifadeleri kullandı: “Avrupa Birliği’nden gelen fonlar yanlış yerlere kullanılıyor. Mevcut iktidarın oradan gelen fonları çocukların eğitimine, sosyalleşmesine ve yerel halkla kaynaşmasına yardımcı olacak şekilde kullanılması gerekiyor. Göç politikasının evrensel ve Avrupa Birliği müfredatına uygun yeniden revize edilerek ülkemizde bulunan kayıtsız, kaçak ve düzensiz bütün göçmenlerin bir haritası ortaya çıkartılması lazım. İkinci olarak ise çocuk mevzusunda çözüm bulunmalı. Türkiye’deki mültecilerin eğer yüzde 50’si burada kalmak istiyorsa biz kalıcılık noktasında bu çocukların en azından eğitim sistemi içerisine dahil edilerek Türkçe öğrenmelerini ve aynı Türk vatandaşları gibi eğitim görmelerini sağlamalıyız. Öte yandan, bu insanlar geçinebilmek için çalışmak isteyecek. Bu durumu da pozitif ve negatif yönlerini düşünerek çalışma hayatları organize edilmelidir. Son olarak da toplumun dışında kalmış mültecileri çeşitli sosyal projeler oluşturarak topluma dahil edilmesi gerekiyor. Bu projeler uygulanırken de hükümet ve muhalefet parti belediyeleri bir uyum içinde çalışmalıdır. Çünkü hükümet ile muhalefet parti belediyeleri arasındaki uyumsuzluk negatif sonuçlar doğuruyor. Tüm bunlarla birlikte kökten çözüm için  tüm politik kaygılar bir kenara bırakılıp Ankara ve meşru Şam hükümetinin görüşmelerini hızlandırma suretiyle öncelik olarak en son gelen Suriyelilerden başlayarak orta ve uzun dönemde dönüşlerin sağlanması, kalanların ise bir an önce daha büyük problemlerin, sosyal olumsuzlukların yaşanmaması adına sosyal uyum ve entegrasyon çalışmalarının ivedilikle koordineli olarak ilerlemesi gerekiyor.”

Toplumumuzun sorunu dinlememek Haber

Toplumumuzun sorunu dinlememek

AYSELİN UZUN Demokrasi Dostluk Dayanışma Derneği’nin düzenlediği, Koruyucu Hekimlik ve İletişim konulu konferansa Uzm.Dr. Mustafa Torun konuk oldu. Uzm.Dr. Mustafa Torun konferansta sağlıklı iletişimin önemine ve kurulan yanlış iletişimin sonuçlarına değindi. Günümüzde sosyal medyanın etkisiyle insan beyninin tembelleştiğini ve konulara tam anlamıyla konsantre olmakta zorlandığını iddia eden Torun, bu durumun beynimizin ilkel kısmı olan Amigdalayı daha fazla kullanmamızı yol açtığını söyledi. Ayrıca sosyal medyanın, cümle kurarken jest ve mimik bakımından eksik olduğunu bu sebeple de yanlış anlaşılmalara yol açtığından bahsetti. “BEYNİMİZ, ÖĞRENMEYİ ENGELLER!” Uzm.Dr. Mustafa Torun, konferansta duymak ve dinlemek arasındaki farkları şu sözlerle anlattı: “Toplumumuzda herkes dinlediğini zannediyor, maalesef bu her meslekte böyle ancak dinleme ile işitme çoğu zaman karıştırılır. İşitmek, sözleri ve kelimeleri duymaktır. Dinlemek, söylenenlere dikkat etmeyi, yorumlamayı ve hatırlamayı gerektirir. Dinlemek öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir beceridir. Kişisel beceriler içinde dinlemek oldukça önemli. Kişi iyi bir dinleyici değilse kavrayamama ve fırsatları kaçırma ihtimali artar. Diğer kişisel becerileri geliştirme şansını önemli ölçüde sınırlanır. Bunun yanında anlamak içim konuya ilgi duymakta gereklidir. İlgi duyulmama halinde beynimiz, öğrenmeyi engeller.” ANLATANA DEĞİL ANLATILANA ODAKLANILMALI Uzm.Dr. Mustafa Torun, “Beynimiz ortalama bir konuşmacının konuşmasından yaklaşık dört kat hızlı bir konuşmayı izleyebilecek bir kapasiteye sahip olduğundan, dinleme sırasında dinleyiciye boş zaman kalır. Pasif dinleyici boş zamanda işini, özel hayatını, arkadaşlarını düşünür. Aktif dinleyici ise konuşmacıya konsantre olur, söylenenlerin arasındaki anlamı yakalamaya çalışır. Kendinizi konuşanın yerine koymanızı gerektirir. Sizin ne anlamak istediğini değil, konuşmacının ne demek istediğini anlamaya çalışmanız gerekir. Dinleyicinin konuşma süresince objektif olmasıyla gerçekleşir. Düşüncelerimize karşıt bir şeyler söylemeye başlandığında kafamızda karşı tezler üretiriz ve bu arada anlatılanların arkasındaki duygu ve düşüncelerin bir kısmını kaçırırız. Aktif dinleme, konuşmacı sözünü bitirene kadar, sadece onun anlattıklarına konsantre olmayı ve içimizden yargılama yapmamayı gerektirir” dedi. ÖN YARGI İLETİŞİMİ YOK EDİYOR Dinleyicinin ve konuşan arasında oluşan ön yargının, iletişimi baştan yok edeceğinden bahseden Uzm.Dr. Torun “Önyargılı davranmayın. Konuşan kişi hakkında önceden edindiğimiz bilgilerin etkisiyle, kişiyi anlamak yerine, ona vereceğimiz cevabı düşünmek kavramamızı zorlaştırır” şeklinde konuştu.   

Siyasetin dili ve toplum: “Hedef ülkenin iyiliği ise…” Haber

Siyasetin dili ve toplum: “Hedef ülkenin iyiliği ise…”

SULTAN GÜMÜŞ KAYA /RÖPORTAJ 14 Mayıs’ta bir seçim olacağı konuşulurken, siyasi parti liderleri vaatlerini sunmaya, sahada çalışmalar yapmaya başladı. Politikada sürekli değişen ve gelişen olaylar birçok sorunun üstesinden gelmeye çalışan bireyleri de elbette etkiliyor. Siyaseti toplumun her alanında hissettiğimiz gerçeği bir yana; ekonomik kriz, alım gücünün her geçen gün azalması, salgınla mücadele, doğal afetlerin hızla artış göstermesi toplumsal ruh sağlığını da tehdit ediyor. Politikacıların tercih ettiği söylemlerin / dilin topluma olan yansımasını değerlendirdiğimiz Uzman Klinik Psikolog ve Avrupa Birliği Uzmanı Metin Olataş, “Her türlü kurumun siyaset üstü bir tavır sergilemesi ve bütün vatandaşların iyi olma hallerinin desteklenmesi çok önemlidir… Yakınlaştırıcı ya da uzaklaştırıcı olmak; yapıcı, inşa edici ya da yıkıcı olmak. Bundan hangisini yapmak “istiyorum”a bakmaları gerekir. Hedef eğer genelin yani ülkenin iyiliği ise dilin seçimi ona göre olmalıdır” dedi. Mayıs ayında bir seçim olacağı söyleniyor. Siyasi parti liderlerinin vaatleri ise her geçen gün konuşulmaya devam ederken zaten birçok sorunun üstesinden gelmeye çalışan bireyler bu süreçte ruh sağlığını koruyabilmek adına nasıl bir yol izlemeli?   Öncelikle baştan şunu belirtmek isterim ki siyaset ve siyasi yorum yapma konusunu siyasilere ve vatandaşlara bırakmayı tercih ederek sadece psikolog olarak bilimsel bir akış açısıyla konuyu ele almaya çalışacağım. Diğer kısımla zaten gündelik hayatta hemen herkes bir şekilde ilgilenmekte… Bu yeni dönem insanların bir kısmında umut yaratırken bir kısmında ise nötr olma durumunu devam ettirmektedir. İkisini de ayrı ayrı ele alacak olursak eğer; umut ve umutlu olmak hala ruhen ve bedenen “canlı” olduğumuzun en güzel göstergesidir. Umut ve umutlu olma sayesinde her yeni güne, yeniden ve yenilenerek başlamak mümkün olmaktadır. Bu sayede hem bedensel hem de ruhsal enerjimiz yüksek olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus bu “yüksek” enerjiyi nasıl kullanacağımız veya onu nereye nasıl sevk edeceğimizdir. Eğer hem kendimiz hem de çevremiz için iyiye ve güzele yönelik kullanabilirsek bu hem bireysel anlamda ruhsal ve bedensel olarak, hem de toplumsal olarak fayda sağlayacaktır. Ancak tam tersini yapacak olursak da hem bireysel anlamda ruhsal ve bedensel olarak, hem de toplumsal olarak çöküşe zemin hazırlar. Bu hususa çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Yıkan tarafta mı olacağız yoksa yapan, inşa eden tarafta mı olacağız? Detaylandırabilir miyiz?   Nötr olma durumuna bakacak olursak eğer bu kendi içinde monotonluğu, adam sendeciliği, vurdumduymazlığı ve benzeri duygu ve düşünce durumlarını içinde barındırabilir. Bu sebeple insan hareketsizleşip ve hissizleşip yavaş yavaş depresyon haline doğru sürüklenir. Bu sürüklenme de beraberinde umutsuzluğu getireceği gibi umutsuzluk depresyonu, depresyon da umutsuzluğu – aynı bir kısır döngü halinde – derinleştirir. Bu duruma düşmemek ya da düştüysek de daha fazla geç olmadan çıkabilmek için öncelikli olarak içe dönmeyi denemeli, kendi içimizdeki umutlu olma potansiyelini kaldırdığımız dolaptan, sakladığımız sandıktan çıkartmalıyız. Bunu yapmak için herkesin aslında en az bir motivasyon kaynağı vardır. Bu motivasyon kaynağı herkes için çeşitli olsa da; genel olarak ailemize, sevdiklerimize bakmak bunu bulmamızda yardımcı olacaktır. Bütün bu hususlara dikkat edecek olursak hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda her türlü karmaşık ve zor durumla baş edebilecek kaynağa erişmemiz ve birlikte düşünsel, bedensel ve ruhsal anlamda ilerlememiz mümkün olacaktır.   Yetkililerin böyle bir ortamda vatandaşların kişisel gelişimi için hangi faaliyetleri öne sürmesi gerekiyor?   Her türlü kurumun siyaset üstü bir tavır sergilemesi ve bütün vatandaşların iyi olma hallerinin (well-being) desteklenmesi çok önemlidir. Kamusal alanda yani gündelik hayatta bunu ne kadar sağlarsak toplumsal refaha erişimimiz daha olası olacaktır. Bunun için yapılan haberlere, tartışma programlarına, gündelik her türlü basılı-görsel vb. yayına dikkat etmek gerekir. Öznellikten olabildiğince uzak, nesnelliğe olabildiğince yakın bir şekilde bireylere bu organlarca ulaşmak ne kadar mümkün olursa bireylerin bir şeyleri daha doğru ve net bir şekilde öğrenmelerine katkı sağlamış olurlar. Bu sayede de bireylerin hem düşünsel hem de ruhsal gelişimi için gerekli olan besleyici kaynakları da vermiş olurlar. Bu yapılması aslında basit ama sadece yapmayı tercih edip etmeme ile alakalı bir durum. Bir şeyleri yıkmak kolaydır; ancak yapmak ya da yeniden inşa etmek de sandığımız kadar zor değildir. Mevzu sadece yapmayı ya da yapmamayı tercih etme meselesidir.   Halktaki karşılığını düşünecek olursak, politikacıların söylemleri, seçim sürecinde kullanılan dil nasıl olmalı?  Demin yukarıda kurumlar ve yetkililer, iletişim araçlarının kullanımı vb. ile ilgili söylediklerim aslında bu sorunuz için de geçerli. Yakınlaştırıcı ya da uzaklaştırıcı olmak; yapıcı, inşa edici ya da yıkıcı olmak. Bundan hangisini yapmak “istiyorum”a bakmaları gerekir. Hedef eğer genelin yani ülkenin iyiliği ise dilin seçimi ona göre olmalıdır ama başka bir şeyse o zaman tam tersini yapmalılar.   Küçük yaştaki çocukların mahalle arası sohbetlerinde dahi siyaseti duyabiliyoruz. Yaşamımızın neredeyse her alanında yer edinmesinin bireylere olumsuz bir yansıması söz konusu mu? Veyahut bunun yaşanmaması için (bilim, felsefe, kişisel gelişim) farklı alanlara yönelmek doğru olur mu?   Tabi ki olumsuz yönleri var. Konuştuğumuz ve düşündüğümüz başka bir şey kalmadı gibi bir şey. İşin en acı tarafı ise konuşuyoruz, konuşuyoruz ama eyleme geçme durumunda aynı girişimi göster(e)miyoruz. Kısa vadede içimizdeki dolan enerjinin boşaltımına yardımcı oluyor gibi olsa da bu durum uzadıkça bizi olumsuz bir kısır döngüye itiyor. Ve sonuçta kısır düşünceleri, söylemleri olan ve hiçbir şeye etkisi olmadığına dair olumsuz bir bakış açısına sahip, umudunu yitirmiş, depresif bireyler ve bu bireylerden oluşan bir toplum ortaya çıkıyor. Bundan kurtulmanın en temel yolu ise sizin de sorunuzda örneklendirdiğiniz bilimle, felsefe ve kişisel gelişim ile ilgilenmek. Bütün bu örnekler içinde okumayı, okuduğunu anlamayı, anladığını içselleştirmeyi, içselleştirdiğini uygulamayı, uyguladığını tartışmayı, tartıştığından ders çıkarmayı, ders çıkardığına yönelik yeniden okumayı ve aynı döngüyü sürekli olarak sürdürmeyi barındırmaktadır. Bireyler bunu ne kadar yapabilirse birbirlerini de aynı şekilde etkilerler, ilk olarak küçük gruplar olarak bunu yapmaya devam ederler ve nihayetinde de neredeyse bütün bir toplum olmasa bile oldukça geniş bir kitle halinde yeni bir kültürün – yapıcı olma, inşa eden olma – temelini atabilirler.  Konuya dair son olarak neler söylemek istersiniz?  Her birimiz her şeyden önce birey olarak var olmak durumunda olduğumuzu, birey olarak kendimize yapacağımız yatırımlar sayesinde bir şeyleri yapmaya, inşa etmeye yönelik gücümüz ve enerjimiz olacağını hayatımızın her alanında hatırımızda tutmayı ihmal etmeyelim. Bu beceri ve yetkinliği kazanan toplumlar günümüzde gelişmiş toplumlar olarak anılmaktadır. Ve inanın normal şartlarda birinin diğerine yönelik üstünlüğü yok. Toplumlar arasındaki gelişmişlik düzey farkının esas sebebi kimisi sorumluluk almayı, düşünmeyi, gelişmeyi ve bir şeyler yapmayı tercih ederken; kimisi ise bunun tam tersi olan tembelliği ve kolaylığı tercih eder. Toplumdaki bireylerin çoğunluğunun hangi tarafta olduğu o toplumun düşünce, yaşayış ve algılayış yapısını ortaya koyar. Hangi tarafta olmak istediğimize önce karar vermeliyiz, daha sonra da o isteğimize yönelik ilk olarak “ben yapayım ki başkalarına da örnek olayım etki edeyim” şeklinde edilgen değil etken bir şekilde harekete geçmeliyiz. Bunu yapabildiğimiz takdirde pek çok sorun olmaktan kendiliğinden çıkacak ve bizler de daha az sorunla yaşayan, kendisi ile barışık bireyler ve toplum haline gelebileceğiz.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.