TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#su krizi

su krizi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, su krizi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Türk kültür ürünü keçe podyuma çıktı Haber

Türk kültür ürünü keçe podyuma çıktı

Binlerce yıllık geçmişe sahip geleneksel Türk kültür ürünü keçe,  bu yıl 6. kez düzenlenen Fashion Prime – Tekstil, Hazır Giyim Tedarikçileri ve Teknolojileri Fuarı’nda podyuma çıktı. Keçe ustası ve tasarımı Ayfer Güleç'in tasarımlarıyla  Meradan Podyuma - “İklim Değişikliği ile Yaşanan Su Krizinde Keçe” defilesi, geleneksel Anadolu keçesini modern bir tarzla buluşturarak keçenin potansiyelini yaratıcı bir şekilde sergiledi. Defileye ev sahibi İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile İzmir Köy-Koop Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Neptün Soyer başta olmak üzere; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu, Balçova Belediye Başkanı Fatma Çalkaya, Seferihisar Belediye Başkanı İsmail Yetişkin'in eşi Fatma Yetişkin, Kemalpaşa Belediye Başkanı Rıdvan Karakayalı'nın eşi Lütfiye Karakayalı, CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu'nun eşi Duygu Aslanoğlu, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Karaçanta, İZFAŞ Genel Müdürü Canan Karaosmanoğlu Alıcı, siyasi parti temsilcileri, sektör profesyonelleri, üreticiler, çobanlar, kooperatif ortakları, modacılar ve fuar ziyaretçileri katıldı. Soyer: “Eserlerin tamamı karbon emisyonu ve atık oluşturmadan üretildi” İklim krizi ve kuraklıkla mücadelenin önemine vurgu yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Bizi bir araya getiren bu defileyi farklı kılan çok önemli bir özellik var.  Meradan Podyuma Keçe ismini taşıyan bu çok değerli defile aslında bir ilk. Burada sergilenen sanat eserlerinin tamamı karbon emisyonu ve atık oluşturmadan üretildi. Bu yüzden her biri, iklim krizine ve kuraklığa karşı büyüttüğümüz mücadelenin birer sonucu. Tarihin en büyük yok oluş süreçlerinden birisine tanıklık ediyoruz. İklim krizi artık uzak gelecekte yüzleşmemiz gereken bir felaket değil. Hayatımızın her anında, iklim krizinin ve bunun sonucu olan felaketlerin etkilerini yaşıyoruz. Sulak alanlarımız, derelerimiz kuruyor... Seller, yangınlar, birbirini takip ediyor. Elimizi taşın altına koymak ve bu krizin üstesinden gelmekle mükellefiz. Nasıl mı? Yaşamın her alanında doğayla uyumlu çözümleri hatırlayarak ve yenilerini ortaya koyarak. Tıpkı bugün Meradan Podyuma Defilesinde olduğu gibi” dedi. “Mücadelemize yepyeni bir soluk getiriyor” Keçenin dünyanın ilk tekstil ürünlerinden biri olduğunu ve dünyanın karşı karşıya olduğu krizler karşısında dirençli yapısıyla çağları aşarak günümüze kadar ulaştığını söyleyen Başkan Tunç Soyer, Aliağa'da bulunan antik kent Aigai yani Ege'yi hatırlattı. Ege'nin anlamının keçi olduğunu hatırlatan Soyer, binlerce yıl boyunca bu topraklarda küçükbaş hayvancılık yapıldığını söyledi. Soyer, “Bu defile Seferihisar'dan başlamak üzere 10 yılı aşkın süredir yürüttüğümüz çalışmaların bir halkası. Çoban haritası, Mera İzmir, İzmirli markası, Başka Bir Tarım Sertifikası, İzmir Tarımı Geliştirme Merkezi, Can Yücel Tohum Merkezi ve Bayındır'da kurduğumuz Bayındır Süt Fabrikası bu defileyle aynı bütüne hizmet eden çalışmalarımız. İki somut hedefe hizmet ediyor; ilki Anadolu'nun binlerce yıllık mera kültürünü koruma altına alıyoruz. Sütünden koyununa, kültürü kuşaklar arasında taşıyan çobanlarımıza sahip çıkıyoruz. Buradan seslenmek istiyorum; önce bu memleketin yerel hayvan ırklarına, yerel atalık tohumlarına sahip çıkalım. Çünkü yerli ve milli olmak burada başlıyor. İkinci hedefimiz de, hiçbir atık üretmeyen, karbon salımına neden olmayan döngüsel bir ekonomi inşa ediyoruz. İşte bu nedenle Meradan Podyuma bir defileden çok daha fazla anlam ifade ediyor. Anadolu'nun meralarını ve gezegenimizi yaşatma mücadelemize yepyeni bir soluk getiriyor” diye konuştu. Neptün Soyer: “Keçeye farkındalık yaratmak istedik” İzmir Köy-Koop Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Neptün Soyer, “Dünyanın yüzde 70'i su ancak bu suyun yüzde 97'si tuzlu su. Sadece yüzde 2,5'u tatlı su. Bu yüzde 2,5 oranın sadece yüzde 0,3'ü kullanılabilir. Biz o kadar az suyla döngünün, doğanın içinde yiyoruz, içiyoruz, gıdamızı üretiyoruz ve aynı zamanda giyiniyoruz. Ama geldiğimiz bu dönemde iklim değişikliği denilen ama bizim artık kriz olarak gördüğümüz bu sorundaki en önemli nokta su. Biz İzmir Köy-Koop Birliği olarak, buradaki Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ortaklarımız olarak, tarımla uğraşan çiftçiler olarak biliyoruz ki topraktan gelen her şey kıymetli. Küçükbaş hayvancılığın Seferihisar'daki yolculuğunu İzmir'e taşıyan Tunç Soyer başkanımızla beraber, meradaki hayvancılığın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğu İzmirli markası, Can Yücel Tohum Merkezi gibi çalışmalarla aynı zamanda Seferihisar'daki bir sanat atölyesi olan keçe atölyesinde Ayfer Güleç ile buluşmamız da bunların bir halkası. Geldiğimiz noktada su kriziyle, merada hayvancılıkla, o hayvanların yünüyle, geçmişten gelen kadim bilgiyle sahip çıkmamız gereken en önemli özelliklerimizden biri olan bu sanata, keçeye farkındalık yaratmak istedik” dedi. Güleç: “Bütünsel düşünmek gerekli” Keçe ustası ve Tasarımcı Ayfer Güleç, “Bir işi sürdürülebilir kılmak, bir işe bütünsel açıdan bakmak, minimalist yaşam kültürü dediğimiz göçer kültürün en önemli el sanatlarından biri olan keçeyi, dünyadaki ilk tekstil ürününü, koyunun yetiştiği her yerde bilinen ve üretilen tekstil ürününü farklı bir boyuta taşımak, markalaştırmak benim heyecanımdı. Yol arkadaşlarımla bunu başardığımızı düşünüyorum. Defile de bunun tacı olacak. Çok heyecanlıyım. Bütünsel düşünmek gerekli ve o bütünselliğin içinde sürdürülebilir olmak gerekir. Bunu sürdürülebilir kılan ve arzu nesnelerine dönüştüren bir tasarımcı olma yolunda ilerliyorum” dedi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - Menemen’de kesintisiz içme suyu

Muğla’da suları boşaltmayın çağrısı Haber

Muğla’da suları boşaltmayın çağrısı

Muğla Bodrum Otelciler Derneği ve Turizm Teknik Müdürleri Derneği tarafından kentte yaşanan su kriziyle ilgili basın açıklaması yapıldı. Toplantıya BODER Başkanı Ömer Faruk Dengiz, Turizm Teknik Müdürleri Derneği Başkanı Burhan Karabağ ve yönetim kurulu üyeleri katıldı. Toplantıda, otellerde uygulanan su tasarrufu konusunda bilgi verilirken otellerin havuzlarını boşaltmamaları ve gelecek yılda havuz suyunu kullanabilecekleri çağrısı yapıldı. Otellerde su tasarrufunun önemine dikkat çeken Bodrum Otelciler Derneği Başkanı Ömer Faruk Dengiz, “2021’de kent konseyin su yönetim çalıştayı yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu su kriterleri kapsamında, 31 Aralık 2023 tarihine kadar sürdürülebilir turizm sertifikası alma zorunluluğu bulunmakta, aksi takdirde iş yeri açma ruhsatı ve turizm işletme belgesi iptal edilir. Zemin etüdü ve sondaj yapan mühendislik firmalara çağrıda bulunmak istiyorum, onlara çok önemli bir görev düşüyor. Su çalışmalarının yapılması gerekiyor, yapılan çalışmaların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor” diye konuştu.  “Havuz suyunu boşlatmayın” Uygun saklama koşullarıyla havuz suyunun gelecek yılda kullanılabileceğini belirten Turizm Teknik Müdürleri Derneği Başkanı Burhan Karabağ, “Tesislerde havuz sularını yenilemeye gerek yoktur, bunun için zemin ve duvar derz dolgularını uygun malzemeyle yapmaktır. Sezon başlangıcı olmadan suları boşaltmadan aynı suyu kış bakımlarını uygun yaptıktan sonra kullanmak mümkündür. Özellikle evsel havuzlarını özendirmemiz lazım. Kışın yüzme havuzlarındaki suyu 15 günde bir klorlayıp havuzun içinde tutmaya çalışacağız. Böylece 500 bin metreküpün üzerinde suyu kaybetmemiş olacağız. Bunu site yöneticilerine de önermek lazım. Belki pahalı gelebilir ama. Su kaybından daha önemli ne var şu anda.” dedi. Bodrum’da büyük otellerin deniz suyu arıtma sistemini kullanmaya başladığını dile getiren Karabağ, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kontrolünde deniz suyunu halen kullanıyoruz. Söylendiği gibi çok pahalı bir sistem değil. Beş yıldızlı bir otel için konuşuyorum. Sistemin kurulması bir ay sürüyor.  250 bin dolar civarı bir maliyeti var. Arıtmadan çıkan suyu da derin deşarj yapıyoruz. Zaten bakanlık devamlı sizi kontrol ediyor, suyunuzdan numune alıyor. Kullanma suyu olarak ne kadar elverişli diye bakıyor, rapor veriyor. Biz de kullanıyoruz. Ben kendi tesisimde denizden üretiyorum. Günde 500 - 600 metreküp. Deniz suyunu arıtmanın bana maliyeti, metreküp başına 12 TL. Belediyeye 31,5 TL artı geri dönüşüm suyuyla beraber 45 liraya mal olur. Günlük 500 metreküp su arıtan sistem 200 - 250 bin avroya mal oluyor. Bir ay gibi bir sürede kurulup hizmete sokulabiliyor.” dedi. Büyük turizm tesislerinde su tasarrufu yapıldığına da dikkati çeken Turizm Teknik Müdürleri Derneği Başkanı Burhan Karabağ, “Tesislerde bahçe sulama suyu, damlalıklar ve su tasarrufu springlerle yapılmaktadır. Tesislerin yüzde 70’lik dilimi bahçe sulama suyunun tedarikini geri dönüşüm suyundan biyolojik arıtmalardan sağlamaktadır. Tesisler mevzuata uygun suyun izni için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün denetimine tabii olmaktadır. Bunun için tesisler ciddi bir tasarruf yapmakta, bahçe sulama suyunu kendi imkanlarıyla tedarik etmektedir. Tesislerde deniz suyu arıtma sistemi kurarak hem ekipmanlarını koruma altına alıyor, hem de kaliteli suyu ucuza mal ediyor. Sitelerde bunu yaygınlaştırmak lazım, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı mevzuatları açıktır.” şeklinde konuştu. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - Muğla'da su altında evlilik teklifi

Dünya Su Günü’nde korkutan uyarı Haber

Dünya Su Günü’nde korkutan uyarı

Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Su Günü çerçevesinde yayınladığı raporda, dünya çapında güvenli içme suyuna erişimi olmayan insan sayısının 2050 yılına kadar iki kat artacağı uyarısında bulundu. Dünya Su Günü, her yıl BM tarafından 22 Mart’ta kutlanıyor. BM bünyesindeki UNESCO tarafından yayınlanan Dünya Su Kalkınma Raporu'nda dünya genelindeki kentlerde yaklaşık 1 milyar insanın su kıtlığıyla karşı karşıya olduğu, 2050 yılında bu sayının 1.7-2.4 milyara ulaşacağının tahmin edildiği belirtildi. Kentsel su talebinin 2050 yılına kadar yüzde 80 oranında artmasının beklendiği aktarıldı. Ayrıca dünya genelinde yaklaşık 2 milyar insanın (nüfusun yüzde 26'sı) güvenli içme suyuna sahip olmadığı, 3.6 milyar insanın da (nüfusun yüzde 46’sı) güvenli bir şekilde yönetilen sanitasyona erişimi bulunmadığı vurgulandı. Halihazırda 2 ila 3 milyar insanın yılda en az 1 ay boyunca su sıkıntısı yaşadığının altı çizildi. Nüfus artışı ve değişen tüketim alışkanlıklarının etkisiyle son 40 yılda su kullanımının yılda yüzde 1 arttığı kaydedildi. Rapora göre Orta Afrika, Doğu Asya ve Güney Amerika'nın bazı bölgeleri de dahil olmak üzere şu anda suyun bol olduğu bölgelerde mevsimsel su kıtlığı artacak. Orta Doğu'da ve halihazırda su sıkıntısı çeken Afrika'daki Sahel bölgesinde durum daha da kötüleşecek. Su krizine karşı iş birliği çağrısı Raporun editörlerinden Richard Connor, düzenlediği basın toplantısında küresel su arzı konusunda belirsizliklerin arttığını söyleyerek, “Bu durumu ele almazsak kesinlikle küresel bir kriz olacak” uyarısında bulundu. Connor, “Ortaklıklar ve iş birliği yapmak, mevcut zorlukların üstesinden gelmenin anahtarıdır” dedi. BM bünyesindeki UNESCO’nun genel direktörü Audrey Azoulay de, “Küresel su krizinin kontrolden çıkmasını önlemek için güçlü uluslararası mekanizmalar oluşturmaya acil ihtiyaç var. Su ortak geleceğimizdir ve onu adil bir şekilde paylaşmak, sürdürülebilir bir şekilde yönetmek için birlikte hareket etmek şarttır” ifadelerini kullandı. İHA

Felaketin 1. ayında bölge: Su krizi, salgın ve kaos! Haber

Felaketin 1. ayında bölge: Su krizi, salgın ve kaos!

ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER Tarihin en büyük deprem felaketlerinden birini yaşayan Türkiye, Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin neden olduğu yıkımla mücadeleye devam ediyor. Felaketin hemen ardından büyük bir dayanışmayla hazırlanan ihtiyaç malzemelerini deprem bölgesine ulaştıran Halkların Köprüsü Derneği, bu kez aralarında Kurucu Başkan Prof.Dr. Cem Terzi ve Dr. Zeynep Altın’ın da olduğu 4 kişilik ekiple Hatay’ın Antakya ve Samandağ ilçelerini ziyaret etti. Araçlarına yükledikleri ilaçları depremzedelere ulaştırdıklarını, Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) kurduğu revirde ve çadır kentlerde kısa bir süre hasta baktıklarını anlatan Terzi ile Altın, afet bölgesindeki izlenimlerini aktardı. İki hekim, depremin üzerinden bir ay geçmesine rağmen ihtiyaçların hala giderilemediğini vurguladı. OLAYIN VEHAMETİ ŞOK EDİCİ Antakya ve Samandağ’daki yıkımın televizyon ekranlarında gördüklerinden çok daha vahim olduğunu belirten Terzi, “21. yüzyılı dünyada ‘Türk asrı’ yapmaya niyetlenen yöneticilerin halkı 6 Şubat’ta Orta Çağ karanlığına uyandı. Kesinlikle televizyon ekranlarından izlediğimiz gibi değil. Gerçekten olayın vahameti, genişliği aradan 1 ay geçmesine rağmen çok şok edici. Hala toparlanmaya geçilmiş bir hal yok” dedi. ‘KÜLTÜRÜMÜZ DE YOK OLACAK’ ENDİŞESİ Felaketin ilk günlerinden itibaren en çok eleştirilen ‘organizasyonsuzluk’ meselesinin hala sürdüğünü söyleyen Terzi, “Kaos, kriz, organizasyonsuzluk devam ediyor. İnsanların talepleri sürüyor, uzun süre de sürecek gibi. Göç edebilen herkes etmiş ama ciddi bir nüfus da Antakya ve Samandağ’da kalmış. Çünkü orayı terk etmek istemiyorlar. Buraya özgü bir durum da var. Burayı terk ederlerse bir daha kendi otantik ve orijinal kültürel yapısının oluşturulamayacağını düşünüyorlar. Burada kalmak onlar için ikinci bir varlık-yokluk savaşı. ‘Depremde yok olduk ama buradan gidersek tamamen yok olacağız, kültürümüz yok olacak’ gibi başka bir derin endişe var. Ciddi bir tedirginlik var. Bu endişeyi sürekli dile getiriyorlar. Böyle bir bilinçle orada kalmak isteyen insanlar var ve çok kötü şartlarda kalıyorlar” diye konuştu. UYUZ, BİT VE ENFEKSİYONLAR YAYGIN Bölgede devam eden hijyen sorunu sebebiyle çok fazla bit ve uyuz vakaları görüldüğünün altını çizen Terzi, “Biz Samandağ’ın merkezine gittiğimizde Kızılay daha yeni büyük bir çadır hastanesi kuruyordu. Ama daha bitmemişti. Samandağ Devlet Hastanesi’ne gittik, tamamını kullanmıyorlar. Giriş katını polikliniğe çevirmişler. Bahçeye çadırlar kurmuşlar, orada poliklinik hizmeti veriliyordu. Oradaki doktor arkadaşlar ile görüştük. Çok sayıda hasta müracaatı vardı. Ciddi enfeksiyon hastalıkları var. İshal, kusma, uyuz, bit... Bunlar en yaygın karşılaşılan hastalıklar. Hem çocuklarda hem erişkinlerde her türlü enfeksiyon var. Bunun nedeni oradaki genel hijyenin oldukça bozuk olması. TTB’nin çadırını ziyaret ettiğimizde 1 gün içerisinde 100 hasta muayene ettik. Bunların yarısında uyuz vardı. Tedavi için krem veriyoruz, 3 gün sürün sonra banyo yapın diyoruz. Ama banyo yapacak yer yok, eve giremiyor, seyyar duş yok. İlaç ihtiyacı yok deniyor ama var. Her gittiğimiz yerde karşılaştığımız herkes bizden ilaç istiyor. Sen depremzedelerin ayağına gideceksin, ilaç ihtiyacı olan buraya gelsin diyemezsin. Otobüs çalışmıyor, dolmuş yok. Mahalle mahalle sağlık ekipleri kurup, gezilmesi lazım. ‘Burada kronik hasta var mı, ilacınız var mı?’ diye sorulması lazım. O insanların her şeyi enkaz altında kalmış. Su ve hijyen sorunu nedeniyle hastalıklar artıyor” ifadelerini kullandı. HALA ÇADIR İHTİYACI VAR Yetkililerin açıklamalarının aksine depremzedelerin hala çadır ihtiyacı bulunduğunu da sözlerine ekleyen Terzi, şunları söyledi: “İnsanlar dışarıda ya kendi kurdukları çadırlarda ya da çadır kentlerde yaşıyorlar. Örneğin bir serada kaldık, ejder meyvelerinin arasına yattık. Seralarda yatan insanlar var. Ya da naylondan derme çatma çadırlar kuruyorlar. Hala çadır ihtiyacı var, hala! Kime ‘Ne ihtiyacınız var?’ diye sorsak herkes çadır istemeye devam ediyor. Merkezi otoriteler gelişi güzel olmasın diye kendi kurdukları çadır kentlere insanlar gelsin istiyor. Ama evinin yıkıntısını terk etmek istemeyenler var. Enkazın altında hala eşyası, parası, malı, mülkü var... Belki yakını var! O sebeple çadırı mahallesine kurmak istiyor ama merkezi otorite izin vermiyor. Böyle bir itiş kakış hali var ve bunları organize edecek ve çözüm üretecek ciddiyette bir kriz merkezi yok. Belediyenin refleksi hem Hatay hem de Samandağ’da oldukça zayıf. Belediye başkanlarıyla ilgili sürekli olumsuz geri bildirimler aldık.” DAHA YAPACAK ÇOK İŞ VAR Bölgede yürütülen çalışmaların yetersizliğine ve içme suyu sıkıntısına değinen Terzi, “İnsanlar musluk suyunu kullanamadıkları için içme suyunu pet şişelerle karşılıyorlar. Verilen 1,5 litre suyu o insanlar yıkanmak için de kullanıyor. Dolayısıyla taşınma su ile değirmen dönmez. Klorlama çalışmalarının düzgün bir şekilde yapılması lazım. Şehrin su ihtiyacının seyyar duş-tuvaletlerle ve bambaşka çabalarla halledilmesi lazım. Çünkü insanlar sokakta yaşıyorlar ve buralarda banyo yapabilecek yer yok. Ayrıca çok sayıda berbere ihtiyaç var. İnsanlar uyuz ve bit problemi yaşıyor dediğimiz gibi. Saçlarının yıkanıp kesilmesi gerekiyor. Bir şeyler yapılıyor ama hızlı yapacaksın, hastalıklar geliyor. Yaptığını anlatıp yapılmayanları gösterenlere bağırıp çağırmanın anlamı yok. Ben 3 gündür oradayım; banyo yapamadım, tuvalete gidemedim. Yalan mı söylüyorum? Su yok kardeşim, insanlar 1 aydır bu durumdalar. Yemek yapıp dağıtılıyor ama insanlar sokakta uzun süre sıra beklemek zorunda kalıyorlar. Bir kap kuru fasulye ve makarna almak için 1,5 saat sıra bekliyor. Bunların da artık hızlı bir şekilde çözülmesi gerekiyor. İnsanların oturarak yemek yiyecekleri kapalı mekanların oluşturulması gerekiyor. Aşevlerine gittiğimizde çoğu etli yemek yapamadıklarından bahsetti. Yaptıkları sürekli kuru fasulye makarna... Çocukları böyle mi besleyeceksin; bunların protein ihtiyacı yok mu? İyi beslenemezlerse hastalıklarla nasıl mücadele edecekler. Bir diyabet hastası kuru fasulye pilav yerse şekeri 500 olur. Diyabet, hipertansiyon hastasının özel beslenmesi lazım. Burada daha yapacak çok iş var. ‘Her şey yoluna girdi’ diye bir şey yok. Bütün ihtiyaçlar devam ediyor. Çadır talebi devam ediyor. Altyapı ihtiyaçları çözülmüş değil. Sağlık problemleri artarak devam ediyor. Gıda ihtiyacı da öyle” dedi. O MESELELERİN BURADA ÖNEMİ SIFIR Son olarak seçim gündeminin bir kenara bırakılarak deprem bölgesine odaklanılması gerektiğini ifade eden Terzi, “Bizim diğer tüm işi gücü bırakıp bu meseleyi biran önce halletmemiz gerekiyor. Başımıza gelmiş en korkunç olay ve tüm korkunçluğuyla devam ediyor. Seçim, Akşener gibi meselelerin burada önemi sıfır. Gündem burası, bu insanların sorunları! Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının birkaç günlüğüne buraya gelip yaşananlarla yüzleşmesi lazım. Burayı görmeden, bu ranta dayalı inşaat alışkanlığından halk da vazgeçmez. Bu sadece kötü müteahhit ve yöneticilerin işi değil. Onlar kötü ama halkın da rantçı talebi bu müteahhitleri ve yöneticileri yaratıyor. Bu rantçı halkın değişebilmesi için gelip aynaya bakması lazım. Şu an buradaki bu yıkıntılar bize ayna tutuyor. Kim olduğumuzu gösteriyor. Bu sahici bir yüzleşme imkanı. Buraya gelip hem yaraları sarmak için çaba göstersinler hem de buradan kendi geleceklerine yönelik ders çıkarmaları lazım. Televizyondaki seçim programları ile geleceği öğrenmenin imkanı yok. Geleceği öğrenmenin yolu gelip Antakya’daki yıkıntılara bakmaktır. Eğer bir şeyler değişmeyecekse geleceğimiz bu yıkıntılar. İzmir de böyle olacak İstanbul da!” açıklamasını yaptı. KIYAFETE DE İHTİYAÇ VAR GIDAYA DA Hazırlanan yemeklerin yeterince besleyici olmadığını ve çocukların gelişimi açısından endişe duyduklarını kaydeden Dr. Zeynep Altın ise, şunları anlattı: “Bölgeye çok yardım ulaştığı ve artık gönderilmemesine yönelik çağrılar yapılıyordu. Burada dağıtım merkezindeki ve çadır kentlerdeki arkadaşlar ise yardımların azaldığını söylüyordu. Bunun kaygısını yaşıyorlar. Burada yardıma hala ihtiyaç var, kıyafet yardımına da ihtiyaç var. Çünkü çamaşır makinesi gibi imkanlar olmadığı için giy at şeklinde olmak zorunda. Uyuz olanların kıyafetlerini değiştirmesi gerekiyor. Tam da salgın hastalık döneminde kıyafete de ihtiyaç var gıdaya da. Bir diğer şey ise yemekler açık alanlarda tozun içerisinde hazırlanıyor. Bir insanın günlük kalori ihtiyacını karşılayacak kadar öğünler dağılmamış. Kesinlikle besleyici değil. Gıdaların hazırlandığı koşullar çok kötü. Hekimler olarak çocuklarda gelişim geriliği başlayacağı kaygısını yaşıyoruz. Sağlık hizmetleri şu anda çok büyük oranda talebe dayalı veriliyor. Afet durumlarında yapılması gereken taramalardır. Revirler ve gönüllülük üzerinden yürütülebilecek bir şeyin çok ötesinde bir durum söz konusu. Hala aşıların bulunmadığı, gebe takiplerinin yapılamadığı bir noktadayız. Aydınlatmalar yetersiz, geceleri bir kadının tek başına tuvalete gitmesi mümkün değil. Fırtına uyarısı yapıldı, çadırlar uçabilir diye. Siz bu çadırları nasıl kurdunuz? Asıl yağmur yağarsa kaygısı yaşıyor depremzedeler. Çünkü yağarsa çadırların hepsi yerden yüksek olmadığı için hepsinin içine su girecek. Yabancı ekiplerin kurduğu çadırları da gördük, onlar nefis. Neresinden tutsan elinde kalacak bir durumla karşı karşıyayız.”

Coğrafi avantajımızı kaybediyoruz Haber

Coğrafi avantajımızı kaybediyoruz

NURETTİN BAKİ-ÖZEL HABER Pandemi, küresel iklim krizi, Ukrayna-Rusya savaşı, artan girdi maliyetleri; 2022 yılında dünyanın ve ülkemizin tarımını şekillendirdi. Türkiye’deüreticilerin artan maliyetlerle üretimden uzaklaştığı, tüketicilerin ise sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşımının zorlaştığı 2022’yi; TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hakan Çakıcı’ya sorduk. Tarımın geleceğiyle ilgili önemli tespitlerde bulunan Dr. Çakıcı, çiftçiliğin artık sermaye gerektiren bir meslek olmaya başladığını söyledi. İklim değişikliği ve su kriziyle ile birlikte Türkiye’nin coğrafi avantajını da kaybetmeye başladığını belirten Dr. Çakıcı, ülkelerin her üründe kendi kendine yetebilmesinin mümkün olmadığını vurguladı. MÜDAHALE EDİLMELİ Ülkenin olumsuz etkenler sonucu tarımsal topraklarının hızlı bir şekilde azaldığını söyleyen Dr. Çakıcı, iklim değişikliği ve su kriziyle ile de coğrafi avantajlarını kaybettiğini vurguladı. Üreticilerin yüksek girdi maliyetlerini karşılayamaz hale geldiğini de sözlerine ekleyen Dr. Çakıcı, “Türkiye tarımı 2022 yılını iklim değişimi ve girdi maliyetlerinin etkisinde yüksek gıda enflasyonu ile geçirdi. Maalesef bu sürece aktif tarım politikaları ile de müdahale edilmedi. Tarımsal üretim toprak, su ve girdilerin çiftçi emeğiyle kullanımı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz, plansız sanayi, enerji, madencilik, turizm ve kentleşme ile temel üretim kaynağı olan tarım topraklarını hızla kaybetmektedir. İklim değişikliği ve özellikle su krizi ile de coğrafi avantajlarını kaybetmektedir. Bu kayıplar ürün çeşitliliğinin azalması ve verim kayıplarını ortaya çıkarmıştır. Bu sürece dünyada yaşanan enerji krizi ve savaş gibi etmenlere TL’deki değer düşüşü eklenince ithal girdilerin fiyatları hızla artmıştır. Üretici yüksek girdi maliyetlerini karşılayamaz olmuştur” dedi. ‘KÜÇÜK ÇİFTÇİ YOK OLACAK’ TEHLİKESİ Tarımın sermaye gerektiren bir sektör olmaya başladığını vurgulayan Dr. Çakıcı, küçük çiftçinin yok olma tehlikesiyle karşım karşıya kaldığını söyledi. Dr. Çakıcı, “Tarım sermaye gerektiren bir sektör olmaya başlamıştır. Elde ettiği ürünü değerinde satamadığında ise üretimden uzaklaşmaktadır. Küçük çiftinin ortadan kalkma tehlikesi söz konusudur. Bu durum tüketicinin yüksek gıda enflasyonu ile karşılaşmasına neden olmaktadır. Alım gücünün de azalması ile tüketicinin et, süt, bakliyat gibi temel gıdaya ulaşması bile çok zorlaşmıştır” şeklinde konuştu. GIDA GÜVENLİĞİ VURGUSU Gıda güvenliğinin ülkeler için oldukça önemli olduğunu dile getiren Dr. Çakıcı, “Global bir dünyada yaşamaktayız tarımsal ürünler ve üretimde kullanılan girdiler ticarete konu borsaları olan bir sektör. Ülkelerin bütün ürünlerde kendi kendine yeterli olması çok zor. Ürün fiyatları uluslararası piyasalarda belirleniyor. Enerji anlaşmaları, tahıl koridorları ve gübre ihracat izinleri bütün ülkeleri etkiliyor. Ülkemiz bunu ayçiçeği, buğday, arpa gibi ürün krizleriyle yaşadı. Bu dönemde gıda güvenliğinin ülkeler için çok önemi bir kez daha anlaşılır oldu. Korumacı tarım politikalarını seçiyorlar. Artık ithalata dayalı politikalar ile üretici gelirini ve pazar etiketlerini baskılama dönemi bitmiştir.  Bu anlamda özellikle temel gıda ürünlerinde kendi kendine yeterli olmamızı sağlatacak üretimi teşvik eden çiftçi merkezli kamucu tarım politikaları geliştirmek zorundayız. Bu politikalar tüketicinin ucuz ve yeterli gıdaya ulaşmasını sağlayacaktır. Bir ürünün fiyatını belirleyen üretim miktarı yanında maliyetleri belirlemektedir. Devlet politikaları küçük çiftçinin üretim maliyetleri ve ürün tercihleri konusunda desteklenmesi yönünde olmalıdır. Sonuç olarak, halkın gıda güvenliği toprağın, suyun ve çiftçin korunmasından geçmektedir” ifadelerine yer verdi.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.