[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#şiddet

şiddet haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, şiddet haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Bergama Belediyesi, kadına yönelik şiddetle mücadele için söyleşi düzenledi Haber

Bergama Belediyesi, kadına yönelik şiddetle mücadele için söyleşi düzenledi

Kadına yönelik şiddete farkındalık oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen etkinlikte moderatör olarak görev alan Bergama Belediye Başkanı Prof. Dr. Tanju Çelik, yapmış olduğu açılış konuşmasında her insanı bir annenin yetiştirdiğine, anne sevgisinin yaşantıda önemli yer tuttuğuna vurgu yaptı. Şiddete karşı eğitimin önemine değinen Çelik; “Geleceğimizi şekillendirmek için eğitim hayatımızda önemli bir yer kaplıyor. Toplumların eğitim seviyesi de gelecekteki yönetim şekillerini oluşturuyor. Bugün dünyaya baktığımız zaman kadına şiddetin doğu ülkelerinde daha çok olduğunu görüyoruz.” diye konuştu. Avukat Nezahat Sayan’ın hukuki bilgilendirmelerde bulunduğu söyleşide kadına şiddete karşı uluslararası mahkemelerin de müdahil olabildiğinden söz edildi. Şiddetin psikolojik etkilerine ve sonuçlarına vurgu yapan Psikolog Çağla Yılmaz, sadece kadınların değil çocukların üzerinde de şiddetin etkilerinin olduğundan bahsetti. Yılmaz, şiddet olan evde sadece kadınların değil çocukların da etkilendiğini, bu durumun çocuklarda davranış bozukluğuna neden olduğunu ve suça yönelmeye teşvik ettiğini ifade etti. TEMELİ EKONOMİK SEBEPLER Bergama Belediye Başkanı Prof. Dr. Tanju Çelik, şiddetin temel nedenlerinden birinin ekonomik sorunlar olduğunu ifade etti. Ekonomik zorlukların üstesinden gelindikçe eğitim ve sosyal hareketliliğin arttığını belirten Çelik, bu gelişmelerin toplumsal görgü ve bilinç düzeyini yükselttiğini vurguladı. TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM GEREKLİ Kadınların hayatın her alanına yetişmeye çalıştıklarını söyleyen İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç, kadının takdir edilmesi gerektiği yerde şiddete uğradığını vurguladı. Sevda Erdan Kılıç, “Kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvana şiddet evde başlıyor. Sonra sokakta normalleşiyor. En vahim durum ise ekranlar. Dizilerde şiddetin her hali yayınlanıyor, herkes de haftaya ne olacak diye izliyor. Öğlen programlarında yozlaşmanın tüm örnekleri yayınlanıyor. Herkes durumun farkında ama izlenme rekorları kırıyorlar. Bunlar izledikçe normalleştiriliyor. Şiddete karşı topyekûn mücadele gerekiyor, toplumsal bir dönüşüme ihtiyaç var.” ifadelerini kullandı. MOR BAYRAKLI BELEDİYE Kadınların iş gücüne katılımını artırdıklarını söyleyen Başkan Prof. Dr. Tanju Çelik, Bergama Belediyesi'nin mor bayraklı bir kurum olduğunu ve belediye yönetiminde birçok kadın müdürün görev aldığını vurguladı. Şiddetin her alanda ve herkes için geçerli olabileceğine dikkat çeken Çelik, sağlıklı, mutlu ve yaşanabilir bir Bergama inşa etmek için çalıştıklarını ifade ederek, söyleşiyi sonlandırdı.

2024’te de kadınlar öldü: 2025’te kadınları koruyacak politika yok Haber

2024’te de kadınlar öldü: 2025’te kadınları koruyacak politika yok

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER - Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü... Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2024 yılı ilk 10 ayı verilerine göre; 204 kadın eşi, babası, sevgilisi, birlikte yaşadığı erkek, birlikte olmak istemediği ve tanımadığı kişiler tarafından evde, işte, sokakta sosyal yaşamın her alanında katledildi. Ayrıca, şüpheli kadın ölümleri geçen yıla göre artış göstererek 276’ya yükseldi. Toplumun her alanında yükselen şiddetin ilk hedefleri kadın ve çocuklar oluyor. Siyaset mekanizmasının kadına yönelik şiddette sorunun kaynağına değil sonuca odaklanması ise en büyük tepki noktası. İzmir Barosu Genel Sekreteri ve Çocuk Hakları Merkezi’nden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Zöhre Dalkıran, kadına yönelik şiddet ve şiddeti ortaya çıkaran nedenler ile mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizerken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir İl Kadın Kolları Başkanı Zahide Kurun ise kadınlara uygulanan psikolojik şiddetin önlenebilmesi gerektiğini ifade etti. Kadına yönelik şiddette ortak serzeniş: politika eksikliği… NEDENLER İLE MÜCADELE EDİLMELİ Kadına yönelik şiddetin nedenlerinin sorgulanması gerektiğini belirten Dalkıran, kadına atfedilen toplumsal rollerden de kurtulmamız gerektiğinin altını çizdi. Dalkıran, “Kadına yönelik şiddetin nedenleriyle, şiddeti ortaya çıkaran sebeplerle mücadele etme noktasında sorunumuz var. Çünkü biz ‘Şiddet ortaya çıktıktan sonra bu şiddetle ilgili ne yapılabilir?’ diye kafa yoruyoruz. Ama o şiddeti doğuran toplumsal cinsiyet temelli, şiddeti ortadan kaldırabilecek bir politik duruşumuz yok. Kadına yönelik şiddetin kökenlerine inmemiz gerekiyor. Sebeplerini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Nedenleriyle mücadele etmemiz lazım. Bunun da en önemli olgusu toplumsal cinsiyet rolleri. Kadına; ikinci sınıf, itaat eden, söz dinleyen, kutsal aileyi ayakta tutan roller biçiliyor. Bütün bu roller yerine getirilirken o şiddete ses çıkarmayan bir model haline geliyoruz. Biz bununla mücadele etmediğimiz, bu toplumsal cinsiyet rolünün de doğru olmadığını ve bu nedenle şiddete maruz kaldığımızı kabul etmediğimiz sürece bu şiddet sarmalı devam edecektir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin nedeniyle mücadele etmeniz gerekiyor; önlemek için uğraşmanız gerekiyor. Ortaya çıkan sonuçları da ortadan kaldırmak ya da sonuçlarını kadın lehine düzenlemek için bir bütüncül politika gütmek lazım. Ama maalesef ki bizde öyle değil. Şiddet gören kadını konuk evine yerleştirelim, geçici bir süre onu şiddetsiz bir ortamdan uzak tutmaya çalışalım gibi sadece günü kurtaran çözümler peşinde koşuyoruz. Oysa şiddetin nedenlerini ortadan kaldırmamız lazım. Önlemek için çok etkin bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Adil bir yargılanma yapılmalı ve cezasızlıkla sonuçlanmayan yargılamaların yapılması gerekiyor. O verilen cezalarında infaz edilmesi gerekiyor ki bir caydırıcılığı olsun. Şiddette maruz kalmış olan kadını toplumsal yaşama güçlendirilmiş olarak yeniden kazandırmamız gerekiyor. O şiddet sarmalına bir daha girmeyeceği şekilde donatmamız gerekiyor. Ekonomik olarak ayakta durması, psikolojik olarak desteklenmesi, toplumsal alanda yer alabilmesi ve gerçekten kendini güvende hissedebileceği bir birey olabileceğini hissettireceğimiz bir olanak sunmamız gerekiyor” dedi. SORUNUN KAYNAĞINA İNMEK GEREKİYOR Kadına yönelik şiddette sorunun kaynağına inilmesi gerektiğini söyleyen Kurun, şiddetin psikolojik boyutuna dikkat çekti. Kurun, “Öncelikle sorunun kaynağını bilmek gerekiyor. Bu sorunun da en büyük kaynaklarından bir tanesi politika, siyaset. Çünkü siyasette kullanılan şiddet ve ataerkil dil kadına olan bakış açısını da değiştiriyor. Bununla birlikte şiddetin sadece siyasi boyutları değil, ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim ve coğrafi boyutları da var. Bazen sadece fiziksel şiddeti şiddet olarak kabul ediyoruz. Yeri geliyor kadın örf, adet, gelenek, görenek ya da toplumsal baskıdan dolayı şiddet gördüğünü söyleyemiyor. Bazen şiddet gördüğünün bile farkında olamayabiliyor. Şiddet sadece fiziksel değildir, şiddet sadece görünür değildir. Bunun yanında en ufak bir hak ihlali dahi şiddete girer. Psikolojik olarak mobingler de her türlü baskıda şiddete girer. Bunları öncelikle bilmek, tanımak gerekiyor ve ondan sonra nasıl çözüm üretileceğinin yollarına bakılmalıdır. Öncelikle eğitim çok büyük bir faktör. Bakış açımızın değişmesi, empati yapma gücümüzün daha güçlü olması, görünür olması gerekir. Toplumun o ataerkil dili, özellikle siyasetin o kadına bakış açısındaki o şiddet dilini mutlaka bir kenara bırakması ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gösteren bir dile sahip olması gerekiyor. Söylemlerini ve eylemlerini de bu şekilde geliştirmesi gerekiyor. Bu çözüm önerilerinin yanında bir de hukuki boyutu var. Hukuki olarak da belki Türk Ceza Kanunu’ndaki cezalar oldukça ağır olabilir. Ancak ne kadar uygulanıyor bunu tartışmak gerekiyor. İndirim cezaları, iyi hal cezaları gerçekten olması gerektiği gibi mi uygulanıyor? Yoksa dost, ahbap, tanıdık, belki de adaletin gücü değil de güçlünün adaleti sistemi içerisinde bu ceza kanunları gerçekten uygulanabiliyor mu? Buna bakmak gerekiyor. Cezai yaptırımların uygulanması gerekiyor. Cezaların yaptırım gücü uygulandığında mutlaka şiddet daha da azalacak” değerlendirmesinde bulundu. YOKSULLUK MASKE OLARAK KULLANILIYOR Toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında eğitimin aileden itibaren verilmesi gerektiğini dile getiren Kurun, erkeklerin şiddette yoksulluğu bir meşrulaştırma biçimi olarak kullandığını belirtti. Kurun, “Eğitim derken sadece okullarda verilen eğitimlerden bahsetmiyorum.  Elbette öğretmenlerin, öğrencilere katacağı eğitim çok önemli ama aynı zamanda ailedeki eğitim de çok önemli. Bu sadece annelerin vereceği eğitim değil, anne ve babaların, ebeveynlerin vereceği bir eğitimden bahsediyorum. Bir ailedeki kız ve erkek çocuklarına bakış açıları, yaklaşımları farklı oluyor. Erkek çocuğu daha güçlü bir figür, kız çocuğu ise daha mazlum gösteriliyor.  Kadın ve erkeğin aile içerisinde çocukluğundan başlayan ‘Erkek ister, kız çocuğu’ yapar söyleminden vazgeçilmediği sürece bu toplumsal cinsiyet rolleri kaynaklı sorunlar devam eder. Kadın ve erkeğin çocuk yaştan itibaren eşit olduğu anlatılmalı, göstermelidir. Doğru söylem ile anlatıldığında mutlaka yetişkin birer birey olduklarında da kadın erkek eşitliğine inan bireyler olarak karşımıza çıkacaklar. Diğer önemli bir husus ise yoksulluk. Genelde erkek yoksulluğu bir maske olarak kullanıyor. ‘Yoksulluktan strese girdim, ne yaptığımı bilmiyorum, ekonomik sıkıntılar nedeniyle şiddet uyguladım, çok özür dilerim, affımı istiyorum’ gibi sözler kullanıyor şiddet uyguladıktan sonra. Fakat kadın da aynı yoksulluğu yaşarken şiddet göstermiyor. Erkek direkt şiddete yönelirken kadın daha makul çareler aramaya yöneliyor” ifadelerini kullandı. TOPLUMSAL TEPKİ GEREKİYOR Artan şiddetlere yönelik toplumsal anlamda tepki gösterilmesi gerektiğini söyleyen Kurun, “Şiddetin, dili, dini, ırkı, mezhebi, rengi olmaz. Şiddet her halükârda şiddettir. Mevcut siyaset sisteminde ataerkil dil çok fazla kullanılıyor. Şiddet normalleştiriliyor ve esas acı olanda bu. Olağanlaştırılarak suçlular masumlaştırılıyor, kadınlar, şiddete uğrayan kişiler sanki suçluymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Meclis üyesi Latif Aydemir'in söylemiş olduğu ‘Öldüren kadar da ölen de suçludur’ söylemi bu cinayetleri normalleştirmeye yöneliktir. Ölen kişi ya kılık kıyafetiyle ya görüntüsüyle ya cinsel tercihlerinden dolayı bir nevi ölümü ya da şiddeti hak etmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Toplumun her kesimi sadece siyasi partiler olarak değil, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla bu şiddete topyekûn dur denilmesi gerekiyor. Hayvanlarla ilgili bir yasa çıkarıldı ve hayvanlar katledildi, doğa katledildi. Herhangi bir canlıya zarar verildiğinde bu şiddetin boyutu ve şekli değişiyor. Ancak şiddet daha da güçlü ve daha şiddetli bir şekilde uygulanır hale geliyor. Son gelinen noktada da surlardan kadınların bedenleri parçalanıp atılıyor, bedenleri yakılıyor, bedenleri bir valizin içine koyulup çöp konteynerlerine atılıyor ya da küçücük çocuklar çuvalın içine koyup derelere atılıyor. Artık şiddetin boyutu idrak edebileceğimizin çok çok üzerine çıkmış bulunuyor. Herkesin aynı anda güçlü bir şekilde ses çıkartması ve karşı durması gerekiyor. Nasıl ki Latif Aydemir İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'ne bir sonraki toplantısına geldiğinde orada güçlü bir eylem yapıldı, meclise alınmadı, bu bir örnektir. Her alanda bunların daha güçlü bir şekilde yapılması gerekiyor” diyerek sözlerini tamamladı.

Güvensiz insan silaha yöneliyor Haber

Güvensiz insan silaha yöneliyor

Dünyada ve Türkiye'de artan şiddet eylemleri nedeniyle bazı vatandaşlar kendini korumak adına “silahlanmayı” tercih ederken; sıradan vatandaşın eline bir şekilde geçen bu silahlar tekrar şiddet eylemlerinde rol alabiliyor. Üretilme amacı karşı tarafı öldürmek veya yaralamak olan silahların toplum içinde giderek yayılmasının psikolojik nedenleri hakkında açıklamalarda bulunan Psikolog İpek İşcan, güvensizlik hissinin silah edinme talebini arttırdığına yönelik sonuçlar veren araştırmalar olduğunu belirtti. Ruhsatlı silah alımlarında psikolojik testler uygulanması gerektiğini söyleyen İşcan, silahın şakasının olmadığının altını çizdi. SİLAHLANMA NEDENİ GÜVENSİZLİK HİSSİ                                                                                              İnsanları silah almaya iten nedenlerin başında, bulunduğu ortama ve kişilere güven duymamasının geldiğini açıklayan Psikolog İşcan, Türkiye’de de son zamanlarda benzer bir durum olduğuna dikkat çekerek, “Son zamanlarda ülkemizde şiddet ve suç davranışları artış göstermektedir. Amerikan Psikoloji Derneği’ne göre silaha erişme isteğine neden olan etkenlerden biri, yaşadığımız yere ve sosyal ortamımıza güvensizlik olabilir.  Bu konu ile ilgili olarak bireysel silahlanmanın psikolojik tarafını ele almanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bireyler tehlikeler ile başa çıkmak için yani kendilerini korumak amacıyla silahlanabiliyorlar. Ayrıca avcılık, spor atıcılığı, koleksiyonculuk ve yaptığı meslekten dolayı silah edinebiliyorlar. Ülkemizde son zamanlarda suç davranışları artmasıyla birlikte insanlar kendilerini korumak amacıyla evinde, arabasında ruhsatlı bir silah taşıma ihtiyacı duyabiliyorlar” şeklinde ifadelerde bulundu. PSİKOLOJİK TESTE GİRMEDEN SİLAH VERİLMEMELİ Bireylerin silah ruhsatı alabilmeleri için psikolojik teste girmeleri gerektiğini belirten Psikolog İşcan, ruhsatın devamlılığı için de belirli aralıkla bireylerin tekrar teste girmesi gerektiğin söyledi. Silah ruhsatı verilirken kişinin psikolojik durumunun büyük önem arz ettiğini aktaran Psikolog açıklamalarını şu ifadeler ile bitirdi: “Bireysel silahlanmaya karşı çıkan tarafın fikri ise oldukça açıktır. Bir silahın üretilme ve satın alınmasının 2 amacı vardır; öldürmek ve yaralamak. Araştırmalara göre silahlar yüksek oranda kendini koruma amaçlı değil kasten yaralama amaçlı kullanılmaktadır. Silahlanma ruhsatı taleplerinin ciddi bir disipline ve düzenlemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bireyler silah ruhsatı edinebilmek için psikolojik testlere girmeli ve buna ek olarak belli aralıklarla da bu psikolojik testlere tabi tutulmalıdır Öfke kontrol bozukluğu olan bireyler kesinlikle silahlanmamalıdır. Öncelikle uzun bir terapi sürecinden geçtikten ve tamamen tedavisi tamamlandıktan sonra silah ruhsatı edinmeleri gerekmektedir. Bireysel silahlanma oldukça hassas ve önemli bir konudur. Bu konuda yapılan hatalardan dolayı hayatını kaybetmiş veya sakat kalmış birçok insan vardır. Bunun önüne geçilmesinin ve engellenmesinin hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Bu konuda toplumumuz bilinçlendirilmeli, silah ruhsatı edinme talepleri tekrar gözden geçirilmeli ve kişinin psikolojik durumu kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır. Silahın şakası yoktur ve kullanıcıları tarafından da bu bilinmelidir.”

Bireysel silahlanmanın iç yüzü ve tehlikeleri Haber

Bireysel silahlanmanın iç yüzü ve tehlikeleri

Toplumda hızla artan şiddet vakalarında bireysel silahlanmanın payı olduğunu söyleyen Avukat Mehmet Kaan Kara, kendi adaletini sağlayacaklarını düşünen kişilerin bu arayışla hukuk devletinin ilkelerini hiçe saydığını anlattı. Türkiye’deki ruhsatsız silah yoğunluğunun silaha erişimin ne kadar kolay olduğunu gözler önüne serdiğini ifade eden Kara, silahlanmanın hukuksal boyutlarını değerlendirdi. Bireyin silahlanmasıyla devletin silahlanması arasında büyük fark olduğuna dikkat çeken Avukat Kara, kanunlara göre bireysel silahların tanımını yaptı. Bireylerin en çok kullandığı silahlar hakkında da bilgiler veren Avukat Kara, “Bireysel silahlanma, devletlerin birbirlerine karşı silahlanması durumundan oldukça farklı olmak suretiyle tamamen birey ekseninde var olan bir kavramdır. Kısaca ifade etmek gerekirse sivillerin herhangi bir ideolojik düşünce sistemi ile hareket etmeksizin psikolojik, toplumsal ve kültürel nedenlerle bireysel olarak silah bulundurması ve onlarla kendisini donatmasını ifade eder. Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre silahlar; ateşli silâhlar, patlayıcı maddeler, saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet, saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler olduğu anlaşılır. Bu tanımdan yola çıkarak ateşli silah, bıçak ve delici aletlerin en çok kullanılan bireysel silahlar olduğunu söyleyebiliriz” dedi. SİLAHLANMA, HUKUK DEVLETİNİ HİÇE SAYIYOR Bireylerin silah kullanımını kendi adaletini arama veya töre gibi geleneklerle meşrulaştırmaya çalıştığını ifade eden Kara, bireylerin bu şekilde davranarak hukuk devletinin hiçe sayıldığını söyledi. Vatandaşların bir kolluk kuvvetiymiş gibi hareket etmesinin topluma zarar verdiğini aktaran Avukat Kara, “Bireysel silahlanma şiddet ve korku ikilisinin başında yer alarak yaşam hakkı ve kişi güvenliği üzerinde ciddi bir tehlike unsuru olarak var olmaktadır. Bu sadece Türkiye için değil, tüm dünya ülkeleri için önemli bir sorun teşkil etmektedir. Örneğin gelişmekte olan ülkemizde, bireyler hukukun ve kolluk kuvvetlerinin etkisiz kaldığını düşünerek silah taşımayı meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Kan davası, namus, töre gibi nedenlerle Hukuk Devleti İlkesini hiçe sayarak diğerleri için öngördüğü cezalarla ‘adaleti’ ve böylece toplum düzenini sağladığını iddia etmektedir. Kendini, daha da önemlisi toplumu ‘zorunlu cehalete’ mahkûm etmektedir. Kimi zaman ise sevincini, fanatizmini ve kutlamasını silahlardan attığı kurşunlarla insanların ‘güven içinde özgürce yaşama’ haklarını gasp ederek göstermektedir” ifadelerinde bulundu. 25 MİLYON BİREYSEL SİLAH VAR Yapılan araştırmalar üzerinden silahlanma arttıkça suçların da arttığının altını çizen Kara, herkesin kendi açısından silah bulundurmak için haklı olduğunu düşündüğü bir sebep bulduğuna değindi. İçişleri Bakanlığı verileri üzerinden çoğu ruhsatsız olmak üzere ülkede 25 milyon civarı silah olduğunu söyleyen Avukat Kara; “Ülkemizde şiddet günden güne artmaktadır. Bunun en temel sebeplerinden biri de bireysel silahlanmadır. Silahlanma ne kadar artarsa bu silahların kullanımı da o derece artar. Türkiye’de son 10 yılda ruhsatlı veya ruhsatsız silah sayısı en az 10 kart arttı. Umut Vakfının hazırlamış olduğu ‘Türkiye’de Silahlı Şiddet Haritası-2018’ raporuna göre, günde 6 kişi, yılda 2 bin 187 kişi bireysel silahlanma sebebiyle hayatını kaybederken, birçoğu ağır olmak üzere, 3 bin 529 kişi yaralandı. İçişleri Bakanlığı’nın 2017 Mayıs verilerine göre ise, 2016 yılının sonu itibari ile ruhsatlı tabanca sayısının 308 bin 296’sı sivil vatandaşa ait olmak üzere toplamda 692 bin 921 ruhsatlı tabanca olduğunu açıkladı. Yine İçişleri Bakanlığı, sadece 2018 yılı içerisinde, toplamda 77 bin 185 silah ruhsatı verildiğini açıklamıştır. Ayrıca yüzde 85’i ruhsatsız olmak üzere toplamda 25 milyon civarı bireysel silah bulunmaktadır.  Yine Bakırköy Psikiyatrik Tedavi ve Araştırma Merkezi’nin (BAPAM) yaptığı bir araştırmanın sonucunda Türkiye’de 120 bin silah bağımlısı olduğu söylenmiş ve uzmanların görüşleri alındığında, silah bağımlısı olan insanların normal insanlara göre dokuz kat fazla intihar ve beş kat fazla adam öldürme riskleri olduğu belirtilmiştir” şeklinde konuştu. İNTERNETTEN SİLAH SATIŞI Silaha erişimin kolaylığına ve bunun toplum tarafından normalleştirilmediğine dikkat çeken Kara, bazı silahların internetten bile alınabildiğini söyledi. Devletin gerçekleştirdiği denetimin yetersiz olduğunu da söyleyen Avukat Kara, “Silah ruhsatı verme tasarrufunda olan idare, bu yetkisini geniş kullanarak; adli sicil kaydı olmayan ve sağlık kurulu raporu alan 21 yaş üzerindeki kişilere ‘meşru gerekçeler’ bulunmasa dahi silah ruhsatı vermektedir. Toplumda silah bulunduran insanların sayısındaki artış; ülkeden ülkeye değişiklik göstermekle birlikte, Türkiye’de işlenen birçok suçun artmasına neden olmuştur. Ayrıca ruhsatsız silahların kolay temin edildiği hatta ruhsatsız silahların internetteki bazı satış firmaları aracılığıyla kargo yolu ile bile satın alındığı; yetişkinler dışında çocukların da bu ruhsatsız silahları edinerek eğitim gördükleri kurumlara bu silahlarla gittikleri bilinen bir gerçektir. Devletin bu sorun karşısındaki kontrol ve denetim gücü ise oldukça yetersizdir. Bireysel silahlanmanın normalleştirilmesi, meydana gelen şiddet eylemlerinin toplum tarafından alışkanlık haline gelmesine, bunun bir toplum geleneğine dönüşmesine ve sadece bugünün değil sonraki nesillerin de güvenli ve huzurlu bir gelecek kuramamasına neden olacaktır.  Kısacası karşılaştığımız tablo oldukça vahim ve korkutucudur” dedi. HAVAYA ATEŞ AÇMAK: OLASI KAST Silah ruhsat alımını zorlaştırmak ve silahın kullanımı durumunda verilen cezalarda düzenlemeler yapılması ile bireysel silahın yarattığı sorunların önüne geçilmeye yönelik adımlar atıldığını belirten Kara, “Türkiye’de yasal düzenlemelerle beraber silah ruhsatı almak bir ölçüde zorlaştırıldı, ancak uygulamada bu ne yazık ki yapılması gerektiği gibi yapılmıyor. Bunun gerçekleştirilebilmesi için her şeyden önce silah bulundurmanın zorlaştırılması gerekiyor. Ancak o zaman kolluk kuvvetleri de gerekli şekilde müdahale edebilirler. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile bireysel silahlarla işlenen cezalarda belli artırımlara gidildi.  Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması başlığı altında madde 170’i düzenlenmiş ve kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda; silâhla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan kişiler için altı aydan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bunun yanı sıra ruhsatlı da olsa, silahla havaya ateş açmaya ceza getirildi. Maçlardan sonra, asker uğurlamaları ve düğün gibi eğlenceler esnasında havaya ateş açmak ‘olası kast’ olarak kabul edilmiştir ve kimse yaralanmasa, zarar görmese dahi havaya ateş açma için öngörülmüş 6 aylık bir ceza süresi mevcut. Zarar gören olursa, Türk Ceza Kanunu madde 81 ve 86 uyarınca kasten adam öldürme veya yaralamadan bu ceza artırılıyor. Eğer kasten öldürme suçu nitelik bir hal teşkil ediyorsa yani tasarlayarak, kan gütme saiki ya da töre saiki vb. gibi sebeplerden dolayı gerçekleştirilmişse Türk Ceza Kanunu madde 82 uyarınca kişi, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” diye konuştu. ÖZENDİRİCİLİĞİ ENGELLEMELİYİZ Bireylerin silah kullanımına özenmesinde medya içeriklerinin önemine dikkat çeken Kara, devletin dizi, film ve televizyon programlarını denetlemesi gerektiğini dile getirdi. Silahsızlanma konusunda eğitimler verilmesi gerektiğini vurgulayan Avukat Kara, “Toplumun huzur ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olan devlet, şiddet eğilimini ve bunun aracı olan silah kullanımını ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek tedbirleri almalıdır. Bireysel silahsızlanma için bakanlıklar ya da diğer kurum ve kuruluşlar aracılığıyla eğitim programları ve stratejiler belirlemelidir. Ayrıca ruhsatlı ya da ruhsatsız silah edinmeyi zorlaştıracak, caydıracak düzenlemeler yapmalı ve bununla ilgili eğitim ve denetim mekanizmasını devreye sokmalıdır. İnternetten satış gibi işlemleri engellenmelidir. Televizyon programları, dizi, film, reklam gibi medya içeriklerinin silah kullanmaya teşvik edici yayınlarıyla ilgili daha ciddi tedbirler almalı ve denetlemelidir. Bireysel silahsızlanmaya yönelik programlar yapılmalıdır. Siyasiler, sanatçılar, bilim insanları ve toplumda söz sahibi diğer kişiler silahsızlanma programlarına dahil edilmelidir. Ulusal ya da uluslararası silah ticaretinin denetiminin arttırılmalı ve suça karışanlarla ilgili etkin soruşturmalar yapılmalıdır” şeklinde konuştu. RUHSAT KONUSUNDA TİTİZ DAVRANILMALI Bireysel silahlanma için yasa ve uygulamalarda düzenleme yapılması gerektiğini söyleyen Kara, konu hakkında kanun ve uygulama önerilerinde bulundu. Silah ruhsatı alım yaşının yükseltilmesi gerektiğini ve alkollü mekanlara girişte güvenlik önlemlerinin arttırılması gerektiğini dile getiren Avukat Kara, açıklamalarını şu sözler ile bitirdi: “Mevcut yasal düzenlemeler etkin bir şekilde uygulanmamaktadır. Dolayısıyla bireysel silahlanmayı teşvik etmektedir. Ayrıca ruhsatsız silah bulundurma suçu ile silahın araç olarak kullanıldığı suçların cezası caydırıcı nitelikte değildir. Bu suçların hapis ve para cezaları yasal değişikliklerle caydırıcı seviyeye çekilmelidir. Alkollü eğlence mekanlarının denetimleri sıklaştırılmalı ve eğlence mekanlarına silah ile giriş yasaklanmalıdır. Ayrıca işletmecilerin işletme girişlerinin kontrolünü sıkı hale getirmesi, her alkollü mekanın girişine X-Ray cihazı konulması zorunluluk haline gelmelidir. Yine eğlence mekanlarında silahların konulacağı kasaların işyeri açma ruhsatıyla birlikte zorunlu hale getirilmesi, kolluk görevlilerinin görev saatleri dışında eğlence mekanlarına silahları ile girişlerinin yasaklanması, kentin işlek caddeleri ve ana arterleri boyunca trafik denetimlerinin arttırılması gerekmektedir. Silahla işlenen suçlarda cezaların yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bireysel silahlanmanın boyutu hakkında sivil toplum kuruluşlarıyla beraber geniş çaplı araştırmalar yapılmalı ve gerektiğinde vatandaşlara bireysel silahsızlanma için eğitim ve seminerler verilmelidir. 21 olan ruhsat alım yaşı daha ileri yaşlara çekilmelidir. Taşıma ve bulundurma ruhsatı alımları zorlaştırılmalı ve 5 yıl olan ruhsat geçerlilik süresi kısaltılmalıdır.  5729 sayılı Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar Hakkındaki Kanuna bu silahları kullanabileceğine dair bir eğitim programından geçmenin ve sertifika almanın gerekli olduğuna dair bir madde eklenmelidir. Bununla birlikte silahla ilgili düzenlenmiş ve düzenlenecek olan tüm kanunlarda silah taşıma ve bulundurma ruhsatı almak isteyen kişilerin kapsamlı bir psikiyatrik muayeneden geçmesi koşulu yer almalıdır.”

Güzelbahçe şiddete tepki gösterdi Haber

Güzelbahçe şiddete tepki gösterdi

Güzelbahçe Belediyesi tarafından gerçekleşen yürüyüşte “Kadına kalkan eller kırılsın”, “Kadın, Yaşam Özgürlük”, ”İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” ve “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” şeklinde sloganlar atıldı, dövizler taşındı. Aynı zamanda yoldan geçen vatandaşlar kornalarla eyleme destek verdi. CHP Güzelbahçe İlçe Başkanı Devrim Seyrek, Güzelbahçe Belediye Başkanı Mustafa Günay ve eşi Nermin Günay de katılım sağladı. Tabaoğlu parkından başlayan yürüyüş Güzelbahçe birinci balıkçı barınağında basın açıklamasıyla sona erdi. Belediye Meclis Üyesi Ezgi Naz Soysal, ilçe başkanlığı adına hazırlanan metni okudu. “Biz kadınlar hukuki, ekonomik, sosyal ve siyasi alanda eşit biçimde yer alamamakta, yaşam hakları ihlal edilmekte, geliri eşit paylaşamamakta, savaş ve yoksulluktan en fazla etkilenen kesim olmakta, güçlü olmak zorunda olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmektedir. Ülkemizde her üç kadından birisi fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddete maruz kalmakta, her yıl artan oranda yüzlerce kadın öldürülmektedir. Küresel Cinsiyet Uçurumu raporuna göre ülkemiz cinsiyet eşitliği sıralamasında 144 ülke arasında 130. sırada yer almaktadır. Bu utançla; Kadınlarımız istihdam alanlarından çekilmekte; sosyal güvenceden yoksun bir şekilde zor çalışma koşullarında çalışmaya zorlanmaktadır. Kadınların siyasete katılması, karar mekanizmalarında yer alması olması gereken düzeyde bile değildir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın olması gereken ismi; Kadın ve Eşitlik Bakanlığı'dır. Bu Bakanlık, temeline “aileyi” değil eşit yurttaş olarak kadını güçlendirmeyi esas alması gerekir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana akımlaştırılmasını ve tüm kırılgan grupların güçlendirilmesini hedeflemek zorundadır. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un bir gerekliliği olan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) sayısının arttırılması elzemdir. Resmi verilere göre; Türkiye'de sadece 81 ŞÖNİM bulunuyor. 6284'ün yükümlülüklerini yerine getirmeyen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise yaşlılara, engellilere ve ihtiyacı olduğu düşünülen herkese yönelik hizmet sunan Sosyal Hizmet Merkezleri (SHM) açmakla yetiniyor ve kapasiteleri yetersiz. Bakanlık kadına yönelik şiddetle etkin mücadele konusunda samimi değil. Biz sadece kadınların değil, bu güzelim ülkemizde ki tüm ezilenlerin, yaşam hakkını savunmak için bir aradayız. Şiddeti meşrulaştıran tüm devlet aygıtlarına tüm ideolojilere karşı olduğumuzu bildirmek için buradayız. Biz bu şiddeti nereden mi tanıyoruz 10 Ekim de Ankara Gar Katliamının yapılmasından, ülkemizin Başkentinin orta yerinde nesiller boyu unutulmayacak bir şiddet sarmalından tanıyoruz, toplumsal çürümüşlüğümüzden tanıyoruz. İfade özgürlüğümüzü ortaya koyarken yaşadığımız orantısız şiddetten tanıyoruz. Öncelikle kadın cinayetleri münferit olay değil, politik cinayetlerdir. Erkek şiddeti, ne öznesi belirsiz, cinsiyetsiz bir olgu ne de ezilenlere karşı şiddete başvuranlar, bunu hasta, sapık, eğitimsiz oldukları için yapıyorlar. Erkek şiddeti, düpedüz, kadınları baskı altında tutmaya devam etmek için kullanılan, erkek egemenliğini ayakta tutan mekanizmaların temeli ve başında gelenidir. Kadın cinayetleri; kadınların bedenleri, cinsellikleri, kimlikleri, emekleri, hayatları erkeklerin tasarrufunda addedildiği için bu kadar yaygın. Bu nedenle mahkemelerde, karakollarda, yasalarda kendine bu kadar güçlü dayanaklar bulabiliyor. Erkek şiddeti; dayaktan, tacizden, tecavüzden, intihar ettirmekten geçerek kadın cinayetlerine kadar varıyor” dedi. Yasalar bizden yana olmadıkça hiçbir yerde güvende değiliz Şiddete maruz bırakılan kadınları erkek egemen zihniyete uygun davranılmaması gerektiğini söyleyen Ezgi Naz Soysal, “Evine gönderen polise, erkeklerden yana olan yasalara, şiddet gören kadınları koruyamayan devlete, tüm bu ezilenlerin cinayetlerini meşrulaştırıcı ve cinsiyetçi bir dille haber yapan medyaya, HAKSIZ YERE TAHRİK İNDİRİMİ yaparak, kadın öldürme bahanelerini ödüllendiren yargıya, siz, ezilenlerin katillerinin SUÇ ORTAKLARISINIZ’ diyoruz. Şiddetten kaçmaya çalışan sığınağa ihtiyaç duyan biz kadınlar için devlet kaynaklarını kullanmak zorundadır. Devletin kendisi erk dilini kullanmakta, kadına yönelik şiddeti önlemek adına hayata geçirdiği politikalarında “mış” gibi yapmaya devam ediyor. Hal böyle olunca da bizler, en temel hakkımız olan yaşam hakkımız için mücadele etmeye mecbur bırakılıyoruz. Sadece eylül ayında öldürülen kadınların %65 i kendi evinde öldürüldü, sadece eylül ayında öldürülen kadınların %47 si evli olduğu erkekler tarafından öldürüldü, sadece eylül ayında 34 kadın öldürüldü 20 kadının ise ölümü şaibeli ve şüpheli. Bizler kadın cinayetlerinde ve kadınlara yönelik suçlarda ‘bahane’ kabul etmiyoruz! Erkekçe ‘mazeretlere’, ‘haksız tahrik’ indiriminin uygulanmasını kabul etmiyoruz. Yasalar bizden yana olmadıkça hiçbir yerde güvende değiliz. Bizler Fatma Şen’ iz, Bizler Nevin Yıldırım’ ız, Bizler Münevver Karabulut’uz. Bizler Sevim Zarif’ iz. Bizler Özgecan’ız İstanbul Sözleşmesi hukuksuzca feshedilmeseydi ve 6284 sayılı yasa uygulansaydı hala hayatta olabilirlerdi. Devlet ve siyasi iktidarlar, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapmak, tedbirleri almak, toplumsal zihniyetin dönüşümünü sağlayacak, bu çürümüşlüğe bir son vermek zorundadır. Politikalar üretmek ve bunun ödünsüz uygulaması için çalışmak, bu alanda faaliyet gösteren tüm yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak zorundadır. Öldürülüyoruz, katlediliyoruz ve buna artık bir dur diyoruz” dedi.

Çocukların şiddete tanık olması travmalara neden oluyor Haber

Çocukların şiddete tanık olması travmalara neden oluyor

Kadına yönelik şiddetin en sık yaşanan insan hakları ihlali olduğuna dikkat çeken Klinik Psikolog Aleyna Damla Özcan, “Kadına yönelik şiddetin failleri, yaşadığımız sosyal çevrede, iş hayatımızda veya her gün geçtiğimiz yollarda yani kısaca, hayatımızın bir tarafında varlığını sürdürüyor. Tam da bu nedenle, şiddet sadece şiddete maruz kalan kadınları değil; beraberinde çocuklarını, ailelerini ve içerisinde var olduğu toplumu da aynı çark içerisine almış oluyor” diye konuştu. Kadına yönelik şiddet çocuğa yönelik şiddetin de ta kendisidir Şiddete tanık olmanın çocuklar için hem kısa hem uzun vadede sıkıntılı sonuçlar doğurabileceğini aktaran Özcan, “Kadına yönelik şiddet, her zaman ve her şartta çocuğa yönelik şiddetin de ta kendisidir. Çocuklar doğrudan şiddete uğramadıkları halde şiddete tanık olmak da çocuklarda; uyku bozuklukları, gelişimsel bozukluklar, saldırganlık ve kaygılı bir yapıya zemin oluşturuyor. Bunun yanında şiddeti ve şiddetin sonuçlarını gözlemleyen bazı çocuklar, çatışmaları çözmenin yolunu şiddet olarak kodlayabiliyor. Bu durum ve kodlama hem toplumda şiddet çarkının devamını hem de şiddete maruz kalan kadınlar ile beraber çocuklarına bilinçaltında ‘nesiller arası travma’ olarak aktarılıyor” diye konuştu. Özcan, “Şiddetin türü her ne olursa olsun; korku, kafa karışıklığı, öfke, uyuşma ve daha birçok duygu karmaşası sürece eşlik eder. Hatta kadınların bazıları, şiddete uğradığı için suçluluk ve utanç duygularını hissedebilir. Sosyal izolasyon, keyif alınan şeylere yönelik ilgi kaybı, düşük benlik algısı ise kadına yönelik şiddet sonucunda sıklıkla karşımıza çıkan semptomlar arasında yer alıyor. Travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları ile alkol ve madde kullanım bozukluğu, şiddetin ardından kadınların yaşantısına dahil olabilen diğer ruhsal bozukluklardır. Korkutucu ve şok edici bir olayın ardından; travma sonrası stres bozukluğunda kişi kolayca irkilebilir, ani öfke patlamaları yaşayabilir ve uyumakta güçlük çekebilir. Hatta zaman zaman kişilerin, olay ile ilişkili ya da olaydan bağımsız bazı sahneleri hatırlamakta güçlük çektiğine de rastlayabiliriz” ifadelerine yer verdi.

Şiddete şahit olmak nesiller arası travmayı beraberinde getiriyor Haber

Şiddete şahit olmak nesiller arası travmayı beraberinde getiriyor

Kadına yönelik şiddetin en sık yaşanan insan hakları ihlali olduğuna dikkat çeken Klinik Psikolog Aleyna Damla Özcan, şiddetin kadınlar için yaşamsal bir tehdit olması yanında, toplumsal açıdan da birtakım yıkımlara sebep olduğuna dikkat çekiyor. Klinik Psikolog Özcan; “kadına yönelik şiddetin failleri, yaşadığımız sosyal çevrede, iş hayatımızda veya her gün geçtiğimiz yollarda yani kısaca, hayatımızın bir tarafında varlığını sürdürüyor. Tam da bu nedenle, şiddet sadece şiddete maruz kalan kadınları değil; beraberinde çocuklarını, ailelerini ve içerisinde var olduğu toplumu da aynı çark içerisine almış oluyor” diye konuştu. Çocuklar, çatışmaları çözmenin yolunu şiddet olarak kodlayabiliyor Klinik Psikolog Aleyna Damla Özcan; “Kadına yönelik şiddet, her zaman ve her koşulda çocuğa yönelik şiddetin de ta kendisidir. Çocuklar doğrudan şiddete uğramadıkları halde şiddete tanık olmak da çocuklarda; uyku bozuklukları, gelişimsel bozukluklar, saldırganlık ve kaygılı bir yapıya zemin oluşturuyor. Bunun yanında şiddeti ve şiddetin sonuçlarını gözlemleyen bazı çocuklar, çatışmaları çözmenin yolunu şiddet olarak kodlayabiliyor. Bu durum ve kodlama hem toplumda şiddet çarkının devamını hem de şiddete maruz kalan kadınlar ile beraber çocuklarına bilinçaltında ‘nesiller arası travma’ olarak aktarılıyor.” dedi. Bir ruh sağlığı uzmanından yardım almak atılacak ilk adımlardan olmalı Kadına yönelik şiddeti tek başına, bireysel bir sorun olarak ele almanın eksik kalacağını belirten Klinik Psikolog Özcan; “Ataerkilliğin izlerinin var olduğu toplumlarda, kadın ve erkekler arasındaki ‘eşitsiz güç’ veya güç üstünlüğü inancı, kadına yönelik şiddetin önemli nedenleri arasında. Dolayısı ile şiddetin nedenlerini sadece bireysel düzey çerçevesinde ele almak doğru olmayacaktır. Şiddet, yapısal düzeylerin bir sonucu olarak da varlığını sürdürüyor.” diye konuştu. “Şiddetin türü her ne olursa olsun; korku, kafa karışıklığı, öfke, uyuşma ve daha birçok duygu karmaşası sürece eşlik eder. Hatta kadınların bazıları, şiddete uğradığı için suçluluk ve utanç duygularını hissedebilir. Sosyal izolasyon, keyif alınan şeylere yönelik ilgi kaybı, düşük benlik algısı ise; kadına yönelik şiddet sonucunda sıklıkla karşımıza çıkan semptomlar arasında yer alıyor. Travma sonrası stres bozukluğu (TSBB), depresyon, kaygı bozuklukları ile alkol ve madde kullanım bozukluğu, şiddetin ardından kadınların yaşantısına dahil olabilen diğer ruhsal bozukluklardır. Korkutucu ve şok edici bir olayın ardından; travma sonrası stres bozukluğunda kişi kolayca irkilebilir, ani öfke patlamaları yaşayabilir ve uyumakta güçlük çekebilir. Hatta zaman zaman kişilerin, olay ile ilişkili ya da olaydan bağımsız bazı sahneleri hatırlamakta güçlük çektiğine de rastlayabiliriz.” “Şiddete maruz kalma süreci ne kadar uzun sürerse, kadın çok daha yoğun bir hasara maruz kalacaktır. Hatta bazen şiddet süreci sonlandığında dahi şiddetin psikolojik etkileri uzun süreler devam edebilir. Fiziksel veya psikolojik şiddetin herhangi bir türüne doğrudan veya dolaylı maruz kalma durumunuz varsa, bir ruh sağlığı uzmanından yardım almak atılacak ilk adımlardan olmalıdır.”

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.