#psikoloji

psikoloji haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, psikoloji haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Türkiye'nin acil ihtiyacı: Ruh sağlığı yasası Haber

Türkiye'nin acil ihtiyacı: Ruh sağlığı yasası

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü, dünya genelinde ruh sağlığının önemine dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla düzenlenen etkinliklerle ve seminerlerle öne çıkıyor. 1992 yılından bu yana, ruhsal hastalıkların tanınması, tedaviye erişimin artırılması ve toplum sağlığının korunmasına yönelik önemli adımlar atılıyor. Türkiye’de ise ruh sağlığı hizmetlerine erişimdeki zorluklar, sağlık çalışanlarının sayısındaki yetersizlik ve mevcut sağlık sisteminin sorunları toplumu derinden etkiliyor. Türkiye Psikiyatri Derneği İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mevhibe Nuray Tümüklü de bu zorluklara dikkat çekerek, özellikle şiddet olaylarının, savaşların ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini vurguladı. Dr. Tümüklü, Türkiye’de ruh sağlığı yasasının olmamasını önemli bir eksiklik olarak işaret ederken, toplum temelli koruyucu hizmetlerin acilen hayata geçirilmesi gerektiğini belirtti. RUH SAĞLIĞI ÇALIŞANI SAYISI AVRUPA’NIN GERİSİNDE Türkiye’de ruh sağlığı konusunda olumlu durumlardan söz etmenin zor olduğunu dile getiren Dr. Tümüklü, “Türkiye’de ruh sağlığı konusunda özellikle bugünlerde olumlu durumlardan söz etmek ne yazık ki zor. Son günlerde artan bir biçimde yaşanan şiddet olayları, Filistin-Ortadoğu ve tüm dünya genelinde yaşanan savaş ortamı, henüz yaralarını tam olarak onaramadığımız depremin etkileri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı çalışmaların yeterince yürütülmemesi, ekonomik eşitsizliklerin artarak devam etmesi gibi koşullar hepimizin ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Türkiye'de nüfusun yüzde 17,2'si, yaşam boyu bir ruhsal hastalık yaşıyor ve ruhsal sorunu olanların yalnızca yüzde 14'ünün, herhangi bir uzmana başvurduğu saptandı. Kişinin çevresiyle bir bütün olduğu düşünüldüğünde bu durum, ailelerini ve birlikte yaşayan toplumu etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunu. Buna ek olarak Türkiye’de ve tüm dünyada ruh sağlığı hastalıklarının arttığını biliyoruz. Bunu gösteren bazı ölçütler var; Hastanelerin psikiyatri polikliniklerine başvuru sayısındaki artış, tüketilen psikiyatrik ilaçların sayısındaki artış ya da çeşitli sigorta kuruluşlarının yaptığı araştırmalar bunlardan bazıları. Ne yazık ki Türkiye’de kişi başına düşen ruh sağlığı çalışanı sayısı Avrupa ortalamasının gerisinde” diye belirtti.     10 DAKİKADA TEDAVİ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL Hastanelerdeki muayene sürelerinin yetersiz olduğunu vurgulayan Dr. Tümüklü, “Mevcut sağlık sisteminde kamu hastanelerinde 10 dakikayla sınırlı muayene süreleri ile ruh sağlığı tedavisinin yapılabileceğini söylemek mümkün değil. Bu durum hem muayene ve tedavi olmaya çalışan hastaya hem de bunu gerçekleştirmeye çalışan başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına ayrıca bir yük oluşturuyor. Bu sistemin olumsuz sonuçlarından birisi de sağlık alanında şiddetin yüksek oranda artış göstermesi. Özel hastanelerde tedavi süreleri biraz daha iyi ancak orada da farklı sorunlar var ve yüksek ücretler neden ile bu hastanelere çok kısıtlı bir sayıda insan başvurabiliyor. Mevcut sağlık siteminin yapısı genel sağlığı ve ruh sağlığını korumaktan çok tedavi etmeye yönelik çalışmalara ağırlık veriyor. Bu da sağlık durumunun korunmasını zorlaştırıyor ve sağlık sistemine maddi ve iş gücü olarak aşırı yük getirebiliyor. Türkiye’de hala bir ruh sağlığı yasası yok. Toplum temelli, önleyici ve koruyucu hizmetlerin esas olduğu bir ruh sağlığı yasasına acilen ihtiyaç var. Herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkı en temel hak. Ruh sağlığı yasası ile psikiyatri hastalarının hakları açıkça ortaya konmalı ve bunlar ruh sağlığı sisteminin tüm uygulamalarında dikkate alınmalı. Böylece ruh sağlığı hizmetlerinde nitelik artışı, koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin gelişmesi, sosyal devlet anlayışının gereği olarak ekonomik gücü kısıtlı vatandaşların ruh sağlığı hizmetlerine erişiminin artması ve ruhsal bozukluğu olan bireylerin damgalanmasının önüne geçilmesi gibi konularda da olumlu yönde adımlar atılabilecek” ifadelerini kullandı. SAVAŞLAR BİR RUH SAĞLIĞI SORUNU Ruh sağlığı ve hastalıklarının, psikolojik ve biyolojik faktörler tarafından belirlendiğini belirten Dr. Tümüklü, “Bunun en açık kanıtı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ruhsal hastalık riskinin düşük eğitim seviyesi, yetersiz gelir düzeyi ve uygunsuz barınma koşulları gibi yoksulluğun muhtelif göstergeleriyle ilişkili olduğunun gösterilmiş olması. Savaşlar halk sağlığı sorunu olduğu gibi aynı zamanda bir ruh sağlığı sorunu, insanların kendi vatanlarında özgürce ve onurluca yaşama haklarının ellerinden alınması, öldürülmeleri, aç bırakılmaları, göçe zorlanmaları ve soykırıma uğramaları ise sessiz kalındığı müddetçe hepimizin faili olduğu bir insanlık suçuna dönüşmekte. Yasaların güvence altına aldığı hakların hiçe sayılabildiğini görmek, en az şiddet eylemlerinin doğrudan ya da dolaylı tanığı olmak kadar travmatize edici” dedi. ŞİDDET OLAYLARI KAYGI VE ÇARESİZLİĞİ ARTIRIYOR Toplumdaki şiddet olaylarının bireylerin psikolojisine nasıl yansıdığını değerlendiren Dr. Tümüklü, “Toplumda yaşanan şiddet olaylarının artması da güven duygusunu yıprattığı için kaygısızlık ve çaresizlik gibi duyguları arttırmakta. Bu açıdan bu şiddeti anlamlandırma adına kötülüğe neden bulmak ve sanki şiddet toplumun ve gündelik yaşamın dışındaymış gibi algı oluşturacak şekilde fail olmayı hastalıklarla gerekçelendirmek, şiddeti meşrulaştırmayı doğurur ve yeni şiddet alanları yaratır. Kadınların ve çocukların katledilmesinin adı kötülük. Bu kötülüğün üzerine gitmek, kendini güvende hissedebilen bir toplumda yasa koyuculardan uygulayıcılara, tüm yurttaşların birlikte yürütmesi gereken bir mücadele. Ancak yasalarla korunan bir toplum güven içinde yaşamını sürdürebilir. Şiddetin her türüyle mücadele toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı şiddet kültürünü ortaya çıkaran, besleyen ve sürdüren tüm kavramlar birlikte ele alınmadığında sonuçsuz ve eksik kalacak” diye vurguladı. TRAVMA OLUŞTURMAYACAK HABERLER YAPILMALI Toplumsal şiddet olaylarının aktarılması, yorumlanması sırasında basın görevlilerine ve toplumda göz önünde bulunan kişilere önemli görevlerin düştüğünü ifade eden Dr. Tümüklü, “Şiddeti yeniden doğurmayacak şekilde, özellikle çocukların travmatize olmasına izin vermeyecek şekilde haberler yapılmalı. Ayrıca kullanılan ifadelerin hedef saptırmaya ve çözümsüzlüğe katkıda bulunmaması gerekir. Toplumda artan şiddet olaylarının tümü ruhsal hastalıklarla açıklanamaz. Çözümün hedefinde hekimler ya da sağlık sistemi değil, toplumsal vicdanın ve hukuk sisteminin yeniden düzenlenmesini sağlayacak aşamalar olmalı. Basında şiddet olaylarının nasıl ele alınması gerektiği ile ilgili derneğimizin çok kapsamlı çalışmaları ve kılavuzları mevcut. Dileyen basın çalışanları ile her türlü iş birliğine hazırız. Ruh sağlığının topyekûn ele alınabilmesi, tedaviden önleyici müdahalelere kadar sağlıklı bir toplum adına gereken eylemlerin düzenlenebilmesi için öncelikle toplumdaki suça eğilim oluşturan nedenlerin ortadan kalkması, Ruh Sağlığı Yasası taleplerinde vurguladığımız gibi damgalamaya ve ayrımcılığa karşı toplumsal eşitlik ve haklar mücadelesi içinde ulusal politikalar oluşturulması gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından bu yılki Ruh Sağlığı teması ‘İşyerinde Ruhsal Sağlık’ olarak ilan edildi. Güvenli ve genel sağlığa zarar vermeyen iş yeri ortamları ruhsal sağlık açısından en önemli koruyucu faktörlerin başında geliyor. Özellikle biz sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm çalışanların güvenli, şiddetsiz ve genel sağlığın korunabildiği işyerlerine kavuşturulması hedeflenmeli” sözlerine yer verdi.

Ters psikoloji nedir? Ters psikoloji nasıl yapılır? Haber

Ters psikoloji nedir? Ters psikoloji nasıl yapılır?

Psikolojide yaygın bir şekilde kullanılan manipülasyon yöntemlerinden ters psikoloji, çoğunlukla bir kişiye istediğiniz bir şeyi yaptırmak istediğinizde kullanabileceğiniz bir manipülasyon tekniği olarak karşımıza çıkıyor. Karşınızdaki kişiye, yapmasını istediğiniz şeyin tam tersini yapmasını söyleyerek o kişiye ters psikoloji uygulamış oluyorsunuz. Çoğunlukla işe yarayan bu yöntemin temelinde, zihnin diretilen bir şeyin zıttını yapmaya elverişli olması yatıyor. Ters psikoloji yöntemi, beynin hırs ve kendini kanıtlama dürtülerinin harekete geçirilmesini sağlıyor. Hayatın hemen her alanında uygulanan bu tekniğin detaylarına göz atalım… TERS PSİKOLOJİ NEDİR? Ters psikoloji, bir kişiye istediğiniz bir şeyi yaptırmak için, tam tersini istemiş gibi davranma stratejisi olarak açıklanabilir. Bu yaklaşımın temeli, insanların doğal yollarla, hiçbir etki altında kalmadan kendi kararlarını verme ve kontrol sahibi olma arzularına dayanır. Çoğunlukla çocuklar, gençler veya otoriteye karşı gelme eğilimi gösteren kişiler üzerinde etkili olan bu strateji, doğru kullanıldığı takdirde güçlü bir manipülasyon aracı olabilir. TERS PSİKOLOJİ NASIL ÇALIŞIR? Ters psikolojinin temel çalışma prensibi, bireylerin karşılarındaki kişinin beklentisini reddederek tam tersini yapmaya yönelmeleri olarak ifade edilebilir. İnsanlar çoğunlukla özgür iradeleriyle seçim yapma güdüsüne sahip varlıklardır. Bu durum sonucunda, otoriter ya da baskıcı bir tavırla onlara bir şey empoze edildiği takdirde, karşı koyma ve aksi yönde hareket etme eğilimi göstermeye başlarlar. Ters psikoloji bu eğilimden faydalanarak, bir kişiyi bir eyleme ya da karara zorlamadan o eylemi seçmeye teşvik eden bir manipülasyondur. Örneğin bir çocuğun yemek yemekte zorlandığı bir durumda, ebeveynlerinin ona "Bu yemeği yiyemeyeceğine eminiz" demesi, çocuğu ters yönde motive ederek yemeği yemesini sağlayabilir. Çünkü çocuk o dakikadan sonra, kendisini ailesine kanıtlama çabası içerisine girer ve aslında yapabildiğini kanıtlamaya çalışır. TERS PSİKOLOJİYİ KULLANARAK NELER YAPILABİLİR? Ters psikoloji, hayatın farklı alanlarında kullanılabilen bir manipülasyon tekniğidir. Ters psikolojinin uygulandığı bazı alanlara örnek verecek olursak: Çocuk Yetiştirmede Kullanımı: Çocuklar, yaygın olarak otorite figürlerine karşı koyma eğilimi gösterirler. Ebeveynler bu eğilimi kullanarak, ters psikoloji ile çocuklarını yapmalarını istedikleri bir davranışa yönlendirebilirler. Pazarlama ve Satış: Satış ve pazarlama stratejilerinde de ters psikoloji etkili olabilir. Örneğin ürünlerin sınırlı süreyle satışta olduğunu söylemek tüketicilerin ürüne olan ilgisini artırmaya yönelik bir hamle olarak uygulanabilir. Bu yaklaşım, ürünü daha cazip hale getirir çünkü insanlar genellikle nadir ve sınırlı kaynaklara daha fazla ilgi gösterir. İlişkilerde ve İletişimde: İkili ilişkilerde ters psikoloji, insanların karşısındaki kişinin kendi kararlarını verdiklerine inandırır ancak yapılan manipülasyon sayesinde kişi aslında karşı tarafın yaptırmak istediği şeyi yapmış bulunur. Örneğin, bir arkadaşınıza bir teklifi kabul etmeyeceğini düşündüğünüzü söylemek, onun size karşı çıkarak teklifi kabul etmesine yol açabilir. TERS PSİKOLOJİYLE NASIL BAŞA ÇIKILIR? Ters psikolojinin kullanıldığı durumlardan kaçınmak ve bu durumu fark edip karşı koymak son derece önemlidir. Ters psikoloji ile baş etmenin ilk ve en önemli yolu uygulanan manipülasyonun farkında olmaktır. Ters psikolojiyle başa çıkmanın bazı yollarını sizle için bir araya getirdik: Birinin size ters psikoloji uyguladığını fark etmeniz, onun etkisini azaltmanın için ilk adımıdır. Karşınızdaki kişinin size yönelttiği talimatın ya da yönlendirmenin neden ters olduğuna dikkat edin. Bu farkındalık, kendi kararlarınızı bilinçli olarak vermenize yardımcı olur. Karşınızdaki kişi size ters psikoloji uyguladığında, kararınızı alırken kendi mantığınızı ve tercihlerinizi dikkate alın. Ters psikolojinin etkisine kapılmadan, kendi isteklerinize uygun bir karar vermeye çalışın. Ters psikoloji genellikle insanların aceleci veya tepkisel bir şekilde karar vermeleri sonucunda işler. Karşınızdakinin sizi yönlendirmeye çalıştığını hissettiğinizde, derin nefes alarak sakin kalın ve kararınızı acele etmeden, düşünerek verin. Biri size ters psikoloji uyguladığında, bunun arkasında yatan nedenleri anlamaya çalışmanızda fayda var. Bu durum, onların elde etmek istediklerini anlamanızı sağlar ve sizin bu yönlendirmeye nasıl cevap vereceğinize karar vermenizi sağlar.

Kapalı alan fobisi: Klostrofobi nedir, belirtileri neler? Haber

Kapalı alan fobisi: Klostrofobi nedir, belirtileri neler?

Dar bir asansörde, penceresiz bir odada ya da kalabalık bir toplu taşıma aracında aniden yükselen bir korku, kişiyi tamamen kendine hapseder. Klostrofobi, sadece fiziksel sınırlamalarla kalmaz; derinlerdeki psikolojik kaygıları da tetikleyen bir kapalı alan korkusu olarak tanımlanır. Peki, klostrofobi nedir, belirtileri neler? KLOSTROFOBİ NEDİR? Klostrofobi, bireyin kapalı bir alanda bulunma zorunluluğu hissettiğinde yoğun bir iç huzursuzluğu ve fizyolojik tepkilere yol açan bir psikolojik rahatsızlık olarak tanımlanır. Yüksek düzeyde kaygı yaşayan herkes, fobi geliştirme tehlikesi taşır. Klostrofobi, yani kapalı alan korkusu, en yaygın fobi türlerinden biridir. Fobiler ve anksiyete bozukluklarının temelinde, genetik yatkınlık ile yaşanan deneyimlerin birleştiği düşünülmektedir. KLOSTROFOBİNİN BELİRTİLERİ Klostrofobi, fiziksel ve psikolojik belirtilerle kendini gösterebilir. Bu belirtiler arasında şunlar yer alır: Fiziksel Belirtiler: Kalp atışlarının hızlanması Nefes darlığı veya hızlı nefes alma Terleme Sıcak basma hissi Boğulma hissi Titreme veya vücutta kasılmalar Mide bulantısı veya midede kelebek hissi Baş dönmesi veya bayılma hissi Uyuşma veya karıncalanma hissi Psikolojik Belirtiler: Panik atak geçirme korkusu Kontrol kaybı hissi Bayılma korkusu Kaçma isteği Yoğun kaygı veya endişe Sosyal durumlarda utanç veya yalnızlık hissi KLOSTROFOBİ NASIL TEDAVİ EDİLİR? Klostrofobi ile başa çıkmak için çeşitli yöntemler bulunuyor. Bunlar arasında: Maruz Kalma Terapisi: Bu terapi türü, bireyin korkularıyla yüzleşmesini sağlar. Kontrollü bir ortamda dar alanlara girerek korkunun aşılması hedeflenir. Bilişsel Davranış Terapisi (BDT): Kişinin olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmeye yardımcı olur. BDT, korkuyu daha yönetilebilir bir hale getirir. Gevşeme Teknikleri: Derin nefes alma, meditasyon ve yoga gibi teknikler, kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir. İlaç Tedavisi: Gerekirse, doktorlar kaygı giderici veya antidepresan ilaçlar önererek tedavi sürecine destek olabilir. KLOSTROFOBİNİN PSİKOLOJİYE ETKİSİ Klostrofobi, kişinin psikolojisi üzerinde önemli etkiler yaratabilir. Kapalı alan korkusu olan bireyler, bu korkunun tetiklendiği durumlarda yoğun kaygı ve panik yaşarlar. Zamanla bu durum, kişinin günlük yaşamını kısıtlayarak sosyal, iş veya kişisel aktivitelerden kaçınmasına neden olabilir. Sürekli tetikte olma hissi ve kaçınma davranışları, klostrofobiyi olan bireylerde anksiyete seviyelerini artırır. Bunun sonucunda özgüven eksikliği, depresif eğilimler ve sosyal izolasyon gibi psikolojik sorunlar da gelişebilir. Ayrıca klostrofobi, kişinin genel stres seviyesini yükselterek, uyku düzeni ve genel yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Uzun vadede, tedavi edilmeyen klostrofobi, kişinin çevresiyle olan ilişkilerini zorlaştırabilir ve yaşam kalitesini ciddi anlamda düşürebilir. Bu nedenle terapi veya diğer tedavi yöntemleriyle fobiyle başa çıkma stratejileri geliştirilmesi, kişinin psikolojik sağlığını korumada önemli bir adım olabilir.

Dijital dünyanın yeni kaygısı: Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (FOMO) Haber

Dijital dünyanın yeni kaygısı: Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (FOMO)

İçerisinde bulunduğumuz modern çağda, teknolojinin hayatımızla iç içe olması durumu beraberinde bazı sorunları doğuruyor. Yoğun sosyal medya kullanımı, kişilerin gündemden an be an haberdar olması gerektiği algısına kapılmasını sağlıyor. Bu durum, kişilerin sosyal medyadan uzak kaldıklarında ‘dünyada olup biten tüm gelişmeleri kaçırıyormuş’ hissi yaşamalarına neden oluyor. Söz konusu his, psikolojide FOMO yani gelişmeleri kaçırma korkusu olarak yer alıyor. FOMO’nun diğer bir görülme biçimi ise, kişilerin kendilerinin bulunmadıkları ortamlarda olan biteni kaçırdıkları hissine kapılması olarak kendini gösterebiliyor. Gelişmeleri kaçırma korkusu nedir, nasıl ortaya çıkar, belirtileri nelerdir? Gelin bu konuyu detaylı bir şekilde ele alalım… GELİŞMELERİ KAÇIRMA KORKUSU (FOMO) NEDİR? Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (FOMO), özellikle sosyal medya ve dijital dünyada sıkça gözlemlenen, bireylerin önemli olayları veya gelişmeleri kaçırma endişesi yaşadığı bir kaygı durumu olarak açıklanabilir. İngilizce adıyla "Fear of Missing Out" (FOMO) olarak bilinen bu psikolojik durum, kişilerin çevresindeki insanların yaptıkları aktivitelerden, sosyal faaliyetlerden veya haberlerden habersiz kalmaktan korkmalarıyla ortaya çıkar. GELİŞMELERİ KAÇIRMA KORKUSU (FOMO) BELİRTİLERİ NELERDİR? Bireyde gelişmeleri kaçırma korkusunun yarattığı belirtiler, hem psikolojik hem de fiziksel olarak kendisini gösterebilir. Bunların neler olduğuna bakacak olursak: Sürekli Kontrol İhtiyacı: FOMO sahibi kişiler sürekli olarak cep telefonlarını, sosyal medyayı veya haber kaynaklarını kontrol etme isteği duyarlar. Kişi, bir şeyleri kaçırmış olma korkusuyla sık sık bildirimlerini kontrol eder ve hiçbir şeyden geri kalmak istemez. Kaygı ve Stres: FOMO sahibi bireyler, diğer insanların yaptığı şeyler karşısında eksiklik ya da dışlanma duygusu yaşarlar. Bu durum, kişinin kendini yetersiz hissetmesine ve stres yaşamasına neden olur. Konsantrasyon Bozukluğu: Kişi, sahip olduğu gelişmeleri kaçırma korkusu nedeniyle sürekli dikkatini dağıtan düşüncelere kapılır ve bu sırada yaptığı işe odaklanmakta zorlanır. Çünkü bir iş ile uğraştığı sırada aklı her zaman takip edemediği haberlerde ya da o sırada bulunamadığı sosyal ortamlardadır. Sosyal Karşılaştırma: Bu kişiler başkalarının hayatlarını gözlemleyip kendi hayatıyla kıyaslayarak tatminsizlik yaşarlar. Bu da kişide özgüven eksikliğine yol açar. FOMO sahibi kişiler yalnızca haberleri, gündemi ya da tanınır kişilerin yaşantılarını takip etmekle kalmaz. Çevrelerinde yaşayan tanıdıkları herkesin yaşantısı ile ilgilenirler ve kimin ne yaptığından haberdar olmak isterler. Uyku Sorunları: FOMO'ya kapılan bireyler, sosyal medya ya da haber kaynaklarını kontrol etme arzusu nedeniyle geç saatlere kadar uyanık kalabilirler ve bu nedenle uyku düzenleri bozulabilir. FOMO NASIL ORTAYA ÇIKAR? FOMO, modern teknoloji ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte çok daha belirgin hale gelmiş bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bu korkunun ortaya çıkmasına neden olan faktörlere baktığımızda: Sosyal medya platformlarının, insanların hayatlarının sadece en iyi yönlerini sergiledikleri bir alan haline gelmiş olması, bu durumu yaygınlaştıran en önemli sebeplerin başında gelir. Diğer insanların sürekli olarak eğlendiği ya da başarılı olduğu algısını yaratması, bireylerde kıyaslama yapma ve dışlanma korkusu oluşmasına neden olur. İnsanlar doğası gereği sosyal varlıklardır ve başkalarıyla bağlantı kurmak ister. Ancak modern yaşamın etkisiyle bu bağlantıların çoğu sanal dünyaya taşındığı için, gerçek dünya ile sanal dünya arasında bir dengesizlik ortaya çıkmıştır. Bir sosyal grup ya da çevreden dışlanma düşüncesi, FOMO'ya katkıda bulunan ana unsurlardan biri olarak ele alınabilir. Kişi, sosyal ortamlarda var olamama endişesiyle sosyal medya veya diğer platformları sürekli takip etme gereği hisseder. FOMO TEDAVİSİ FOMO, psikolojide bir bozukluk olarak açıklanmaz. Bunun aksine FOMO bir sendrom olarak açıklanır ancak ilerleyen durumlarda tedavi edilmezse beraberinde farklı psikolojik bozuklukların ortaya çıkmasına sebep olabilir. FOMO'yu yönetmenin ve bu kaygıdan kurtulmanın birkaç etkili yöntemi vardır. Bunların ne olduğunu inceleyecek olursak: Dijital Detoks: Belli sürelerle sosyal medyadan uzak kalmak, kişinin mental olarak rahatlamasını sağlayabilir. Ekran karşısında geçirilen zamanı sınırlamak ve ekran süresini azaltmak, FOMO'yu azaltmanın etkili yollarından biri olarak uygulanabilir. Mindfulness (Farkındalık): Şu ana odaklanmak ve anda kalmayı öğrenmek, FOMO’yu hafifletmeye yardımcı olabilir. Kişi, o an çevresinde bulunanlara daha fazla odaklandığında, dış dünya ile bağlantısını yeniden sağlıklı bir duruma getirebilir. Sosyal Medya Kullanımını Düzenleme: Sosyal medya bildirimlerini kapatmak veya günün belirli saatlerinde sosyal medya kullanımına sınırlamalar getirmek, FOMO'nun tetiklenmesini azaltabilecek yollar arasında yer alır. Pozitif Sosyal Karşılaştırma: Kişi, başkalarının başarılarını kıskanmak yerine, kendisine ve kendi başarılarına odaklanmalıdır. Sosyal medya kullanımını yararlı bir duruma dönüştürmek için, başkalarının başarılarını kıskanmaktan ziyade kendine örnek alarak bu durumdan motive olmak tercih edilmelidir. Psikolojik Destek: Şiddetli FOMO durumlarında, bir terapist ya da danışmandan yardım almak etkili olabilir. Bilişsel Davranışçı Terapi gibi yöntemlerle kişi, bu korkuyu tetikleyen düşünce kalıplarını fark ederek zihnindeki olumsuz düşünceleri olumluları ile dönüştürebilir.

Beden dismorfik bozukluğu nedir? Beden dismorfik bozukluğu belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir? Haber

Beden dismorfik bozukluğu nedir? Beden dismorfik bozukluğu belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir?

Kendini ayna karşısında sorgulayan, görünümündeki en ufak detayı abartan bireylerin yaşadığı beden dismorfik bozukluğu, ruhsal bir labirentte kaybolmuş gibi hissetmelerine sebep oluyor. Dışarıdan mükemmel görünen bir yaşamın arkasında, ruhsal bir savaşın izleri saklı olabilir. Peki, Beden dismorfik bozukluğu nedir, belirtileri neler? Beden Dismorfik Bozukluğu Nedir? Beden Dismorfik Bozukluğu, bireyin dış görünümüyle ilgili sürekli bir kaygı taşıdığı bir problem olarak tanımlanır. Bu durum, kişinin yüz, saç, cilt ya da vücut biçimi gibi belirli özelliklerinde kusurlu olduğunu düşünmesine ve bu konuda aşırı bir endişe duymasına yol açar. Bu tür takıntılar, kişinin sosyal yaşamdan kopmasına ve gündelik işlerini yerine getirmekte zorluk çekmesine neden olabilir. Bu rahatsızlığa sahip olan bireyler, genellikle görünüşlerini değiştirmek amacıyla sık sık aynaya bakar veya estetik uygulamalara yönelirler. Beden Dismorfik Bozukluğu Belirtileri Beden dismorfik bozukluğunun belirtileri şunları içerir: Ayna karşısında uzun süre kalma Küçük kusurları abartarak hayali eksiklikler görme Bu kusurları kapatmak için aşırı derecede makyaj yapma Gerçekte olmayan ya da hafif kusurlar için sürekli bir değişim arzusu taşıma Kendilerini, özellikle dış görünümlerini sürekli olarak diğer insanlarla karşılaştırma Çevresindeki insanlara nasıl göründüğünü sıkça sorarak yoğun bir onay arayışı içinde olma Beden Dismorfik Bozukluğu Nedenleri Beden dismorfik bozukluğunun nedeni genellikle; genetik, çevresel ve psikolojik faktörlerin etkileşiminden kaynaklandığı düşünülmektedir. Ailede benzer bozukluğu olan bireylerin bulunması, bu durumu tetikleyebilir. Ayrıca, toplumun güzellik standartları, bireylerin kendilerini değerlendirme biçimlerini etkileyerek bu bozukluğun ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Beden Algısı Bozukluğunun Tedavisi Beden algısı bozukluğunun tedavisi, bireylerin belirli bir psikolojik müdahale sürecinden geçmesini gerektirir. Bazı bireyler, fiziksel değişim için cerrahi müdahalelere başvurmayı tercih edebilir. Dış görünümünü doğrudan değiştirmek isteyenler, dermatologlara ya da estetik cerrahlara başvurur. Ancak psikolojik tedavi almak isteyenler, bu süreçte bir psikiyatr veya klinik psikolog ile birlikte ilerleyebilirler. Beden algısı bozukluğunun tedavisinde en sık uygulanan yöntemlerden biri bilişsel davranışçı terapidir. Bu terapide, öncelikle hastaya yaşadığı bozukluk hakkında bilgi verilir. Ardından, psikoterapi seansları aracılığıyla bedensel kaygılar ve bu kaygıların tetiklediği düşüncelere odaklanılır. Terapistin rehberliğinde devam eden bu süreç, bireyin gerekli farkındalığı elde etmesine ve iyileşme sürecine ulaşmasına kadar sürer. Tedavi süresinin ne kadar süreceği, tamamen terapistin önerilerine ve danışanın isteğine bağlı bir durum. Terapist, gerekli gördüğü durumlarda ilaç tedavisi de uygulayabilir.

Benjamin Franklin Etkisi’nin ilişkiler üzerindeki gücü Haber

Benjamin Franklin Etkisi’nin ilişkiler üzerindeki gücü

ABD’nin kurucusu siyasetçi, diplomat, filozof, bilim insanı, yazar ve mucit olan Benjamin Franklin, psikolojide ‘bilişsel tutarsızlık teorisi’ olarak açıklanan bir fenomen ortaya attı. Benjamin Franklin etkisi olarak bilinen bu fenomene göre, nötr duygular hissettiğiniz ya da kendisinden pek hoşlanmadığınız bir kişiye iyilik yaptığınızda, o kişiye karşı olan olumsuz duygu ve fikirlerinizde olumlu bir değişiklik meydana geliyor. Bu durum, bilişsel tutarsızlık ile açıklanıyor. Bilişsel tutarsızlık teorisinin ne olduğuna bakacak olursak, bir kişinin aynı anda birbiriyle çelişen iki fikre sahip olması olarak açıklanabilir. Buna göre, birey bir kişiye iyilik yaptığında o kişi için aynı anda hem olumsuz hem de olumlu hisler beslemeye başlıyor ve devamında birbiriyle çelişmemek adına sahip olduğu düşünce ve hisler olumlu yönde değişiklik gösteriyor. Bu konuyu daha yakından ele alalım, Benjamin Franklin etkisi nedir? Benjamin Franklin etkisinden nasıl yararlanabiliriz? BENJAMİN FRANKLİN ETKİSİ NEDİR? Benjamin Franklin etkisi, insanların birine iyilik yaptıktan sonra o kişiye karşı daha olumlu duygular beslemeye eğilimli olduklarını ifade eden bir psikolojik fenomen olarak açıklanabilir. Bu etki, insanın, iyilik yaptığı birini daha çok sevmesine ve ona karşı daha olumlu hisler geliştirmesine neden olur. Bu etki, çoğunlukla insanların sahip olduğu "Birine iyilik yaparsam, o kişi beni sever" biçimindeki genel yargının aksine, "Birine iyilik yaparsam, onu daha çok severim" biçiminde çalışır. BENJAMİN FRANKLİN ETKİSİ NASIL ORTAYA ÇIKTI? Benjamin Franklin etkisi, Benjamin Franklin'in anılarının yer aldığı bir eserde anlatılıyor. Franklin, siyasi kariyerinde bir rakibinin desteğini kazanmak için ilginç bir yöntem deniyor. Rakibinden, oldukça nadir bulunan bir kitabı ödünç vermesini rica ediyor. Franklin, rakibinin kendisine kitabı ödünç vermesinin ardından kendisine karşı daha olumlu bir tavır takınmaya başladığını fark ediyor. Bu olaydan yola çıkıldığında, insanların yaptıkları iyilikler üzerinden kendi davranışlarını anlamlandırmaya çalıştıkları ortaya çıkar. Psikolojide bu durum bilişsel uyumsuzluk teorisi ile açıklanır. Bilişsel uyumsuzluk teorisi, insanların tutumları ve davranışları arasında bir uyumsuzluk olduğunda rahatsızlık hissettiklerini ve bu uyumsuzluğu gidermek için kendi tutumlarını ya da davranışlarını değiştirme eğiliminde olduklarını söyler. Bir kişi, genellikle sevmediği birine iyilik yaptığında, bu uyumsuzluğu ortadan kaldırmak için o kişiye dair duygularını olumluya çevirme eğilimi gösterir. Bir kişiye iyilik yapmak, o kişiyle daha derin bağlar kurmanıza yardımcı olur. Kişi, yaptığı iyilik sonrası o kişiye daha pozitif yaklaşmaya başlar. Benjamin Franklin’in yaptığı gibi, bu etki özellikle düşmanlar ya da rakiplerle daha iyi bir ilişki kurmak için de tercih edilebilir. Karşınızdaki kişiden küçük bir iyilik istemek, onların size karşı tutumlarını değiştirmeye yardımcı olur. BENJAMİN FRANKLİN ETKİSİNDEN NASIL YARARLANILIR? Benjamin Franklin etkisini lehimize kullanarak günlük yaşantımızda veya iş hayatımızda olumlu sonuçlar elde edebiliriz. Buna göre, iş hayatınızda ya da özel hayatınızda sizi sevmesini ve size karşı olumlu bir izlenim sahibi olmasını istediğiniz kişilerden küçük iyilikler istemekten çekinmeyin. Bir kişiden yardım ya da iyilik istemek, o kişinin size karşı olumlu duygular geliştirmesini sağlayabilir. Yardım isteme eylemi, karşılıklı anlayışa dayalı ve daha güçlü bir ilişkilerin temelini oluşturabilir. Kendi davranışlarımızı ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi şekillendirme noktasında bilinçli olarak bu etkiyi kullanmak sosyal yaşantımızda bize yarar sağlayabilir.

Kadına yönelik şiddetin psikolojik izleri: Kırık kalpler ve yeniden doğuş Haber

Kadına yönelik şiddetin psikolojik izleri: Kırık kalpler ve yeniden doğuş

Kadına yönelik şiddet, toplumun karanlık köşelerine sızmış bir yara gibidir; sadece bedeni değil, ruhu da yaralayan ve kanatan bir travmadır. Bu acımasız döngü içinde sıkışıp kalan kadınlar, anlık bir şiddetle sarsılmanın ötesinde, ruhsal derinliklerinde yankılanan kaygı ve korkularla boğuşurlar. Duygusal travmalar, anksiyete ve depresyon gibi sorunlarla hayatlarını sürdürmeye çalışırken, bu karmaşık duyguların altında yatan gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalabilirler. Peki, kadına yönelik şiddetin bu psikolojik boyutları neler ve bu yaralar nasıl iyileştirilebilir? İşte, bu soruların yanıtlarını ararken, kadına yönelik şiddetin psikolojik etkilerini sizler için derledik Kadına Yönelik Şiddetin Tanımı Kadına yönelik şiddet, kadınların cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları fiziksel, cinsel ve psikolojik acı veya ıstırap veren her türlü eylemi ifade eder. Bu tür eylemler, aynı zamanda tehdit, zorla bir şeyler yaptırma veya keyfi olarak özgürlükten mahrum bırakma şeklinde de kendini gösterebilir. Dünya genelinde yaygın bir insan hakları ihlali olarak kabul edilen bu durum, mağdurların yaşamlarının her aşamasında, hatta doğum öncesi dönemde dahi başlayabilen bir şiddet türü olarak tanımlanır. Kız çocuklarının cinsiyetleri nedeniyle aile ve yakın çevreleri tarafından hoş karşılanmaması, bu çocukların okula gönderilmemesi, fiziksel ve cinsel saldırılara maruz kalmaları, zorla evlendirilme, erkek çocuk doğurmamaları nedeniyle aşağılanma, tecavüz tehditleri, evlilik içi tecavüz, namus cinayetleri, çalışma hayatında engellenme, düşük ücretle çalıştırılma, iş hayatında erkeklerden daha alt pozisyonlarda yer alma, ev içindeki emeklerinin göz ardı edilmesi ve insan ticareti gibi birçok farklı şiddet biçimi bu kapsamda gösterilebilir. Kadına Yönelik Şiddetin Psikolojik Etkileri 1. Anksiyete, depreyon, TSSB… Kadına yönelik şiddet, sadece bedensel yaralar açmakla kalmaz, derinlerde psikolojik izler de bırakır. Şiddete maruz kalan kadınlar, zamanla özsaygılarını bitirebilir, güven duyguları sarsılabilir ve ilişkilerinde sorunlar yaşamaya başlayabilir. Anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ruhsal rahatsızlıklar, bu kadınların hayat kalitesini düşüren başlıca sonuçlar olarak sıralanır. Aynı zamanda bu duygusal yaralar, şiddete maruz kalanların; günlük yaşamlarını, iş hayatlarını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. 2. İyileşme Süreci Şiddete maruz kalan kadınların iyileşme süreci, profesyonel destekle daha sağlıklı bir şekilde yön gösterebilir. Psikolojik danışmanlık ve terapiler, kadınların yaşadıkları travmaları anlamalarına ve bu süreçte kendilerini yeniden inşa etmelerine yardımcı olabilir. Bireysel terapilerin yanı sıra, destek grupları ve topluluk terapileri de önemli birer iyileşme yöntemi olarak ön plana çıkar. 3. Toplumsal Farkındalık ve Önleyici Politikalar Kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumun rolü oldukça büyük önem taşıyor. Toplumsal farkındalık yaratmak, şiddetin önlenmesi için kritik adımlardan bir tanesi. Bu sorunla başa çıkmak için toplumsal farkındalığın artırılması, mağdurlara gerekli desteğin sağlanması ve şiddeti önleyici politikaların geliştirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Eğitim programları, seminerler ve medya kampanyaları aracılığıyla kadına yönelik şiddet konusunda farkındalığın artırılması, bu sorunla mücadelede önemli bir etken haline gelir. Kadınları koruma altına alacak önlemler almak, sadece bireylerin değil herkesin görevi…

Kalabalıkta kaybolan sorumluluk: Seyirci kalma etkisi Haber

Kalabalıkta kaybolan sorumluluk: Seyirci kalma etkisi

Psikolog John Darley ve Bibb Latane’nin 1968 yılında ortaya attığı Bystander Etkisi, diğer bir adıyla Seyirci Kalma Etkisi, acil bir toplumsal olay karşısında o ortamda bulunan kişi sayısı ile olaya müdahale etme oranının ters orantılı olduğunu açıklayan psikolojik bir teori olarak karşımıza çıkar. Söz konusu teoriye göre, bir olay anında o olaya tanık olan ne kadar çok kişi varsa, bu kişiler içgüdüsel olarak sorumluluğu birbirlerine atarak ‘birisi mutlaka müdahale eder’ düşüncesi ile yaklaştıklarından olaya müdahale etme oranı oldukça düşük olur. Seyirci kalma etkisine daha detaylı göz atalım… SEYİRCİ KALMA ETKİSİ NEDİR? Seyirci Kalma Etkisi, bir olay karşısında insanların başkalarının da olaya tanık olduğunun farkında oldukları zaman müdahale etme olasılıklarının azaldığını ifade eden sosyal psikolojik bir olgu olarak karşımıza çıkar. Yani, acil bir durum ya da yardım gerektiren bir olay sırasında, çok sayıda kişinin olaya tanıklık etmesi, bireylerin yardım etme sorumluluğundan kaçınmalarına neden olur. Çünkü kişiler, sorumlulukları birbirlerine atarlar. Bu etki, ilk kez 1964 yılında New York’ta Kitty Genovese isimli bir kadının öldürülmesi olayında gündeme getirildi. Genovese, 38 kişinin izlediği bir saldırıya uğradı, fakat kimse polise haber vermedi ya da yardım etmedi. Çünkü olayı izleyen herkes, o sırada bir başkasının polise haber verdiğini düşündü. SEYİRCİ KALMA ETKİSİ NEDEN ORTAYA ÇIKAR? Herkesin sorumluluğu bir diğerine attığı seyirci kalma etkisinin nedenleri merak ediliyor. Peki seyirci kalma etkisi hangi koşullarda ortaya çıkıyor? Sorumluluğun Dağılması: İnsanlar, başkalarının da olaya tanık olduğunu gördüklerinde, sorumluluğun bölündüğünü düşünerek yardım etme görevini başkalarının üstlenmesini beklerler. Herkes, diğerinin harekete geçeceğini varsayar, bu nedenle olaya yardım etme olasılığı kişi sayısı arttıkça düşer. Grup Normları: Kalabalık bir grup içinde insanlar genellikle başkalarının tepkilerini gözlemler ve eğer kimse tepki vermiyorsa, bir bildikleri vardır diye düşünerek kendileri de sessiz kalmayı tercih ederler. Kendini Koruma: Bir duruma müdahale etmenin riskli ya da zararlı olabileceğini düşünerek insanlar kendilerini tehlikeden uzak tutmayı tercih edebilir, bu nedenle yardım etme konusunda çekingen davranabilirler.   SEYİRCİ KALMA ETKİSİYLE NASIL BAŞA ÇIKILIR? Seyirci kalma etkisiyle mücadele etmenin ilk aşaması, bu etkinin farkında olmaktır. Böyle bir durumun farkında olarak ilk tepkiyi veren siz olabilir ve beraberinizde birçok insanı yardım etmeye teşvik edebilirsiniz. Bu psikolojik etkiyi tanımak, insanların sorumluluklarını daha net bir şekilde kavramalarına yardımcı olur. İnsani yardım ve sorumluluk bilinci geliştirmek, bireylerin bir olay karşısında harekete geçme olasılığını artırmaya fayda sağlayabilir.

Farkında olmadan mı yargılıyoruz? Önyargıların psikolojik etkileri Haber

Farkında olmadan mı yargılıyoruz? Önyargıların psikolojik etkileri

İnsan zihni, karmaşık ve büyüleyici bir yapıya sahip. Her birimiz, zihnimizin farkında olmadan ördüğü önyargı duvarlarının gölgesinde yaşıyoruz. Günlük yaşamımızda sıklıkla karşılaştığımız bir kavram olan "ön yargı", kimi zaman farkında olmadan kararlarımızı ve davranışlarımızı şekillendirir. Psikoloji biliminin derinlemesine incelediği bu konu, bireyin hem kendi hayatını hem de çevresiyle olan ilişkilerini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor. Peki, ön yargılarımız gerçekten ne kadar farkında olduğumuz bir durum ve hayatımızı nasıl yönlendiriyor? Önyargı Nedir? Psikoloji alanında önyargı, bir kişi ya da gruba karşı, yeterli bilgi veya deneyim olmaksızın, olumlu ya da olumsuz bir tutum geliştirilmesi olarak tanımlanır. Bu tutumlar, genellikle toplumun dayattığı kalıplardan ve öğrenilmiş davranışlardan beslenir. Her ne kadar doğal bir insan eğilimi olsa da önyargılar doğru değerlendirmelere ve adil ilişkilere engel teşkil eder. Önyargıların Psikolojideki Yeri Önyargılar, sosyal psikolojinin temel konularından biri olup, bireylerin hem kendi benlik algılarını hem de çevreleriyle olan ilişkilerini önemli ölçüde etkiler. Zihnimiz, karmaşık dünyayı daha anlaşılır hale getirmek için kategorize eder. Ancak bu kategorileştirme süreci, farklı gruplara ya da kişilere karşı kalıplaşmış düşüncelere yol açar. Bu da önyargının zihinlerimizde nasıl köklendiğini gösterir. Bazen farkında bile olmadan bir kişi ya da duruma karşı yargı geliştiririz ve bu ilişkilerimizin temel taşlarının sarsılmasına yol açabilir. Önyargının Duygusal Yönleri Önyargılar, duygusal dünyamıza aslında sinsi bir şekilde nüfuz eder. Örneğin, bir kişiye ya da gruba karşı geliştirdiğimiz önyargı, onları gerçekten tanımadan hislerimizi şekillendirir. Bu durum, bireyler arası bağları zayıflatabilir, empatiyi azaltabilir ve toplumsal çatışmalara sebebiyet verebilir. Aynı zamanda önyargıya maruz kalan bireylerde güvensizlik, kaygı ve dışlanmışlık duygularına neden olabilir. Önyargılarımızla Nasıl Yüzleşiriz? Önyargılarla başa çıkmanın ilk adımı, onların varlığını kabul etmektir. Her birimiz, istemsizce bazı önyargılar geliştirebiliriz. Ancak bu önyargılarla yüzleşmek ve onları sorgulamak, zihnimizin daha açık ve adil bir şekilde düşünmesine olanak sağlar. Farklı bakış açılarını dinlemek, çeşitliliği kucaklamak ve ön yargılarımızın arkasındaki sebepleri anlamaya çalışmak, bu sürecin önemli bir parçası olarak bilinir. Önyargıların Sosyal İlişkilere Etkisi Sosyal ilişkilerimizde de önyargıların izi belirgin bir şekilde kendini gösterir. Bir kişiye ya da gruba karşı geliştirdiğimiz ön yargılar, iletişimimizi sınırlayabilir, ilişkilerimizde güvensizlik yaratabilir ve karşılıklı anlayışı zayıflatabilir. Önyargıların getirdiği duvarlar, zamanla derin yaralar açarak bireyler arasında kopukluklara yol açabilir.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.