TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#obezite

obezite haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, obezite haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Obezite Tedavisinde Yeni Yaklaşım: Tüp mide ameliyatıyla sağlıklı kilo yönetimi Haber

Obezite Tedavisinde Yeni Yaklaşım: Tüp mide ameliyatıyla sağlıklı kilo yönetimi

Özellikle pandemi nedeniyle daha hareketsiz bir yaşam sürdüren insanların hızla kilo almaya başladığını belirten Bulut, boy ve kilo oranı gözetilerek hesaplanan vücut kitle indeksi (VKİ) 40'ın üzerinde olanların obez olarak kabul edildiğini kaydetti. Vücut kitle indeksi (VKİ) ne kadar yüksek ise obeziteye bağlı ölüm riskinin de o kadar yüksek olduğunu dile getiren Op. Dr. Uğur Bulut, “Obezite tedavisinde altın standart; diyet ve egzersiz. Bir diğer deyişle yaşam tarzının değiştirilmesidir. Bunlarda başarı sağlanamayan hastalarda ise ilaç tedavileri, mide bypass ameliyatı ve tüp mide ameliyatı uygulanabilecek tedavi yöntemlerinin başında gelir. Tüp mide ameliyatında midenin yaklaşık %80’inin çıkarılmasıyla hacmin küçültülmesi sağlanır. Böylelikle hastalar daha az acıkır ve az gıdayla tokluk hissi yaşar” diye konuştu. İDEAL KİLOYA ULAŞMAK BİR YILI BULUYOR Tüp mide ameliyatının 16- 60 yaş aralığındaki kişilere yapılabildiğini belirten Op. Dr. Uğur Bulut operasyona ilişkin şunları söyledi: “60 yaş üzerinde ise anestezi nedeniyle bu operasyonu tercih etmiyoruz. Eğer hastanın hayati riski varsa 16 yaşının altında da bu operasyon yapılabilmekte. Ameliyat hastanın vücut durumuna göre 45 dakika kadar sürüyor. Hastalarımız 3 günlük bir sürenin ardından taburcu olabiliyor. Hastanın ideal kilosuna ulaşma süreci ise 1 yıl kadar sürüyor. Ameliyatın ardından mide sağlığına direkt etki eden sigara ve alkolden uzak durmak büyük önem taşıyor. Karbonhidrat, yağlı yiyecekler ve asitli içecekleri tüketmemek gerekiyor. Bunların yerine hayvansal ürünler ve meyve sebzeler tüketilmeli” BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Duygusal yeme ve stres obeziteyi tetikliyor

Obezite ve stresin olumsuz etkileri "sanat terapisi" ile azaltılabilir Haber

Obezite ve stresin olumsuz etkileri "sanat terapisi" ile azaltılabilir

Avrupa ülkeleriyle de çalışmalar yürüttüğünü aktaran Çelikbaş, sanat terapisi kavramının 1942'de literatüre girdiğini ifade etti. Çelikbaş, sanat terapisi kavramının özellikle Avrupa ve ABD'de yayıldığını anlatarak "Geleceğin en büyük iki olumsuz durumu var. Biri stres, diğeri obezite. Avrupa bununla ilgili ciddi çalışmalar yapıyor çünkü hazır tüketim çok fazla. Bizde yine organik tüketim daha iyi. Biz her şeyi hazır almıyoruz ama onlar her şeyi hazır aldığı ve refah seviyesi de çok yüksek olduğu için stres ve obeziteden ciddi anlamda etkilenecek Avrupa ve Amerika. Sanat terapisi, ilerleyen yıllarda stres bağlamında çokça faydalanacağımız bir alan." diye konuştu. Obezite ve stresin olumsuz etkilerine değinen Çelikbaş şunları kaydetti: "İnsanlar bazı şeyleri daha hızlı yaşamak istiyor. Teknoloji çok hızlı. Bunlarla ilgili sadece sanat terapisi en muhteşem ya da kesinlikle ortadan kaldıracak çözüm tabii ki değil ama disiplinler üstü bağlamda birlikte çalışmamız gerekiyor. Mesela obezite bağlamında beslenme ve diyetetik alanından arkadaşlarımızla bizlerin birlik olup müfredat hazırlamamız gerekiyor. Bir kere uğraş terapilerinin liseden itibaren müfredata eklenmesi gerekiyor, sanat terapileri de aynı şekilde. Üniversitelerde yetişkin eğitimi ya da hayat boyu öğrenme bölümlerine ağırlık verilmesi gerekiyor." "Stres kaygı yaratıyor, kaygının akabinde de anksiyete oluyor" Çelikbaş, insanların ne yapması gerektiğini ve gelecekte hangi tehditlerle karşı karşıya kalacaklarını bilmediğine işaret ederek"Öz şefkat dediğimiz; kendi öz bakımları ve kendileriyle baş başa kalma halleri de oldukça yetersiz. Öz şefkati unuttuğumuz anlarda ne yapacağımızı da bilmediğimiz için bu, zaman zaman kendimizle de çatışmamıza sebep oluyor" dedi. Genel olarak stresin kaygı oluşturduğunu, kaygının akabinde de anksiyete yaşandığını dile getiren Çelikbaş şöyle devam etti: "Ne yapacağını bilmeme durumu da insanları çaresizliğe sürükleyebiliyor. Bu da duygusal yeme alışkanlığını destekliyor ve obeziteye gidiyor. Mutsuzluk, duygu durumunda değişiklik de doğal olarak stres yaratmış oluyor. Aslında her şey evrensel boyutta birbiriyle bağlantılı. Doğuda da olsa batıda da olsa aslında hepimizin yaşadığı sıkıntılar da bir noktada ortak. O yüzden müfredatlarda sanat terapisine ciddi anlamda yer verilmesi, desteklenmesi gerekiyor. Türkiye'de bu alanda yapılması gerekenler öncelikle lisans, yüksek lisans, doktora eğitiminin açılması." Çelikbaş, sanat terapisi alanında dernek faaliyetlerinin yürütülmesi, uluslararası bağlamda Avrupa ve ABD'deki federasyon ve derneklerle bağlantıya geçilmesi gerektiğini kaydetti. Üniversitelerde sanat terapisi birimlerinin de kurulması gerektiğini anlatan Çelikbaş, medikososyal ve psikososyal merkezlerin de yaygınlaştırılması gerektiğini sözlerine ekledi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Sağlık turizminde diş tedavisine yoğun ilgi

Tencere yemeği obeziteyi önlüyor Haber

Tencere yemeği obeziteyi önlüyor

Yapılan son çalışmalara göre ev dışı hazır gıda tüketiminin Avrupa ve ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de artış içinde olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, "Mutfak kültürümüzün önemli bir parçası olan tencere yemekleri, pek çok yönüyle hazır yemeklerden çok daha sağlıklı bir seçenek. Evde pişirilen tencere yemeklerini tüketmek, pek çok bilimsel çalışmaya göre obezite riskini de azaltıyor” açıklamasında bulundu. Özellikle son yıllarda yaşam tarzlarında yaşanan değişim, online siparişlerle hazır tüketim gıdalara kolay ve hızlı erişim gibi nedenlerle ülkemizde de tencere yemeği hazırlama geleneğinin gittikçe azaldığına dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Ancak tablonun diğer tarafında organik yaşamı önemseyen, sürdürülebilirlik bilinci taşıyan tüketiciler de yok değil. Bugün pek çok insan tencere yemeklerini yeniden keşfediyor” dedi. Tencere yemekleri hazır yemeklere göre çok daha sağlıklı pişiyor Tencere yemekleri, ev dışı yapılan veya katkı maddeleri içeren hazır yemeklere göre çok daha sağlıklı bir seçenek olmasıyla önemini koruyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek, “Tencere yemekleri; çoğunlukla bitkisel sıvı yağlarla yapılması, birçok çeşit besinin bir arada bulunabilmesi, sebze ve bakliyat yemeklerini çeşitlendirmesi, lezzet artırıcı koruyucu katkı maddelerinin kullanılmaması gibi pek çok nedenden dolayı hazır ve ev dışı tüketilen yemeklere göre çok daha sağlıklı pişiyor” ifadelerini kullandı. Tencere yemekleri yeniden keşfediliyor  Bazı çalışmalara göre tencere yemeklerinin özellikle çocukların daha az yağlı beslenmelerini sağladığını ve bunun da obezite riskini düşürdüğünü hatırlatan Tuba Örnek, “Tencere yemekleri sağlığımız açısından pek çok malzemeyi bir araya getirmekle kalmıyor aynı zamanda tüm aileyi aynı sofrada buluşturarak aslında aile bağlarını da güçlendiren bir etki yaratıyor. Anadolu’nun mutfak kültüründe yüzyıllardır var olan tencere, bugün ülkemizin farklı yörelerinden binlerce çeşit yemeğin de olmazsa olmazı. Binlerce yıl önce insanlığın beslenme şeklini değiştiren, ateş üzerinde pişirilen yemeklerden suda pişirilen yemeklere geçişi sağlayan tencere; farklı malzemelerle yapılan çeşitleriyle günümüz mutfaklarının lezzet şölenlerinin de başrolünde” dedi. Tencere yemeklerinin içeriği mevsime ve ihtiyaca göre belirlenebiliyor Tencere yemeklerinin en önemli temel malzemeleri zeytinyağı, kuru soğan, salça/domates ve havuç. Tuba Örnek, “Sonbahar ve kış dönemi için ıspanak, pırasa, kereviz, brokoli, pazı, lahana, karnabahar gibi vitamin-mineral deposu ve lif bakımından zengin sebzeleri sıkça tüketmek gerekiyor. Ayrıca lif ve protein açısından zengin olan, kalsiyum, çinko, magnezyum ve demir içeren; kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya ve bezelye gibi kuru baklagilleri yaz/kış demeden haftada ortalama 2 defa tüketmek çok önemli” ipuçlarını paylaştı. Tencerenin üretim malzemesine de çok dikkat etmek gerekiyor Ancak tencere yemeklerinin bütün bu faydalarından yararlanmak için yemek yaparken kullanılacak tencerenin hangi malzemeden üretildiğinin de önemli olduğuna dikkat çeken Tuba Örnek, “Paslanmaz çelik, dökme demir, granit ve seramik sağlıklı tencere seçimi için en doğru alternatifler arasına giriyor. Teflon veya alüminyum gibi malzemelerle yapılmış ürünleri kullanmaktan kaçınmak gerekiyor” uyarısında bulundu. Sağlıklı bir tarif: Kıymalı karnabahar yemeği  Malzemeler: 1 kg karnabahar, 1 adet soğan, 2 adet havuç, 250 gr kıyma, 1 yemek kaşığı salça, 4 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 bardak su, tuz ve karabiber.  Yapılışı: Zeytinyağında doğranmış soğan ve havucu birkaç kez çevirdikten sonra kıymayı ekleyin ve biraz kavurun. Daha sonra salçayı ekleyin. Yıkayıp çiçeklerine ayırdığınız karnabaharla birlikte tüm karışıma 1 bardak su ve karabiber ilave edin. Tencerenin kapağını kapatıp pişmeye bırakın. Tuzunu, yemek piştikten sonra eklerseniz iyottan daha fazla yararlanmış olursunuz. Bu tarifi farklı sebzeler için de uygulayabilirsiniz.  Karnabahar yemeği, bağırsaklarımızdaki probiyotikler için harika bir besin kaynağı. Protein, karbonhidrat ve yağ oranları dengeli. Vitamin ve mineral açısından zengin yemeğinizi; isteğe bağlı olarak pul biber, zerdeçal gibi diğer baharatlarla ve limonla zenginleştirebilirsiniz. Böylece yemeğin antioksidan özelliği de artmış olur. Yanında ne iyi gider? Sağlıklı ve dengeli bir öğün için yemeğinizin yanında 1 dilim tam tahıllı ekmek, yeşil yapraklı sebze ağırlıklı salata, yoğurt veya ayran da tüketebilirsiniz. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Anne olmayı engelleyebilen hastalık! Bu hastalık her 5 kadından birinde görülüyor

Obezite tedavisi ile 2 ayda 32 kilo verdi Haber

Obezite tedavisi ile 2 ayda 32 kilo verdi

Rize’nin Ardeşen ilçesinde 9 yıl önce trafik kazası geçiren Selçuk Saral, 4,5 ay boyunca hastanede tedavi gördü. Kazanın ardından hayatı değişen Saral, 191 kiloya kadar ulaştı. Obezite nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum olan Saral, tedavinin ardından hem tekerlekli sandalyeden kurtuldu hem de 2 ayda 32 kilo verdi. Rize’nin Ardeşen ilçesinde yaşayan Selçuk Saral (50), 2014 yılında trafik kazası geçirdi. Kazanın ardından hastanede 4,5 ay tedavi gören Selçuk Saral, bu sürece kilo almaya başladı. 9 yılda 191 kiloya çıkan Saral, günlük ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Tekerlekli sandalyeye bağlı bir yaşam sürdüren Selçuk Saral, obeziteden kurtulmak için Medical Park Karadeniz Hastanesi’ne başvurdu. Şeker nedeniyle vücudunda yaraların da çıktığı Saral, Genel Cerrahi Op. Dr. Serkan Tayar’ın kapalı yöntemle gerçekleştirdiği başarılı ameliyat sonucu tekrar sağlığına kavuştu. 2 ay içerisinde 32 kilo veren Selçuk Saral’ın tedavisi ile ilgili bilgiler veren Medical Park Karadeniz Hastanesi Genel Cerrahi Op. Dr. Serkan Tayar, obezitenin bir halk sağlığı problemi olduğunu belirterek, “Vücut kitle indeksi 70 olan, 191 kilo olan bir hastamız. Gerçekten kilo nedeniyle tüm yaşamı kararmış. Tekerlekli sandalye mahkum. Şeker nedeniyle vücudunda yaralar çıkmış bir hasta. Yaklaşık 2 aylık sürecin ardından kontrole geldi. 32 kilo verdi ve yürüyerek içeriye girdi. Bizim en çok sevindiğimiz şeylerden bir tanesi buydu. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan birisi 2 ayda yürümeye başladı. Bu işlemin daha başında. Şu anda şeker değeri 6’lara kadar düştü. Vücudundaki yaralar kapandı. Obezite gerçekten çok sistemik hastalıklara yol açabilir. Bu bir halk sağlığı problemi. Obez hastaların iş işten geçmeden bir an önce tedavilerine başlamaları gerekiyor. Günümüzde kapalı ameliyatların gelişmesiyle çok kısa sürede çok güzel sonuçlar alabildiğimiz bir hasta grubu oldu. Obeziteyi insanların kanser gibi düşünüp, gerçekten insan vücudunu etkileyip yaşam süresini kısaltıp bununla ilgili radikal gerçekçi olaylara bakarak bir an önce tedavi olmalarını öneriyorum. 2-3 yıl önce insanların kafasında çok daha fazla tedirginlik vardı ama insanlar artık sonuçların çok daha iyi olduğunu gördükçe ameliyat sürelerinin kısa, hastanede yatış sürelerinin kısa olduğunu ve çok kısa sürede sonuç aldıklarını görünce bakış değişmeye başladı. İyi kurumlar ve merkezlerde çok daha güzel sonuçlarla hastalarımız sağlıklarına kavuşabilmektedirler” dedi. “Eve mahkum bir insandım, 50 yaşından sonra tekrar gençleşmeye başladım” Trafik kazasından sonra kilo almaya başladığını kaydeden Selçuk Saral (50) ise, “Bir trafik kazası geçirdim. Ondan sonraki süreçte aşırı derecede kilo almaya başladım. Eve mahkum bir insandım. Tekerlekli sandalyeye mahkum kaldım. Yürüyemiyordum. Evden bile çıkamıyordum. Obeziteden kurtulmaya çalışmak için araştırmaya başladım. Yakın bir yerde ve iyi bir doktorda tedavi görmek istedim. Serkan hocamı buldum. Tedavi sürecinden sonra hayatım değişti. Hastaneye tekerlekli sandalye ile gelmiştim. Artık rahat rahat yürüyebiliyorum. Eskiden evden çıkmıyordum, şimdi babam benden şikayetçi oldu, evde durmuyorum. Gençlik hayatıma dönmeye başladım. 50 yaşından sonra tekrar gençleşmeye başladım. Obezite hastaların bir an önce tedavi olmaları gerekiyor. Benim bir arkadaşım daha var. Onu da buraya getireceğim. Herkese bu tedaviyi öneriyorum. Kilonun sonu ölüm. Artık günlük yaşantımda dışarıya çıkabiliyorum. Her türlü ihtiyacımı kendim karşılayabiliyorum” ifadelerini kullandı. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Aktarlardan hastalıklardan korunmak için kış çayı önerisi

Gut hastalığı bu kişilerde daha çok görülüyor Haber

Gut hastalığı bu kişilerde daha çok görülüyor

Özellikle başta obezite olmak üzere diyabet, hipertansiyon, kronik böbrek yetersizliği gibi hastalıkların gut riskini artırdığını söyleyen İç Hastalıkları ve Romatoloji Uzmanı Dr. Murat Bektaş, “Bununla birlikte, bu hastalıkları olmayan gut hastası kişilerde de ilerleyen dönemde diyabet, hipertansiyon ve kalp-damar hastalığı riski artmıştır. Bu nedenle gut hastalarının kilo kontrolü, kan şekeri, kan basıncı, kan lipid düzeyleri açısından düzenli takipte olmaları ve gerekirse tedavi olmaları elzemdir” dedi. Gut hastalığının özellikle Batılı tipte beslenmenin yaygın olduğu toplumlarda daha sık görüldüğünü belirten İç Hastalıkları ve Romatoloji Uzmanı Dr. Murat Bektaş, konuya ilişkin bilgiler verdi. “Batılı tipte beslenen toplumlarda daha fazla” Gut hastalığının tanımını yapan Uzm. Dr. Bektaş, “Gut hastalığı, özellikle Batılı tipte beslenmenin yaygın olduğu toplumlarda daha sık görülen kronik, inflamatuvar (iltihabi) bir romatizmal hastalıktır. Halk arasında ‘kralların hastalığı’ olarak bilinmesi hastalığın geçmişte maddi olarak hali vakti yerinde kişilerde görülmesiyle ilişkilidir. Fatih Sultan Mehmet’in de içerisinde yer aldığı birçok padişahın gut hastalığından mustarip olduğu bilinir. Gut, ayak başparmaklarında ağrı, kızarıklık ve şişliğin eşlik ettiği bir tablo ile (podagra) genellikle başlar ve tedavi olmadığı durumda ayak bileği, diz ve en nihayetinde el eklemlerinde tutulmayla seyreder” diye konuştu. “Tedavi edilmezse kronik bir seyre dönüşebilir” Tedavinin önemine değinen Uzm. Dr. Bektaş, “Önceleri ataklar halinde başlayan bu iltihabi eklem tutulumu (artrit), zamanla tedavi olmadığı durumda kronik bir seyre dönüşür. Kronik dönemin en önemli özelliklerinden birisi de yumuşak doku ve eklemlerde biriken ürik asit kristalleridir (tofüs). Bu döneme gelen hastalarda şiddetli eklem harabiyeti genellikle gelişmiştir ve geri dönüşsüzdür. Küçük kitle benzeri şişliklere neden olan tofüslerin tedaviyle erimesi ise çok uzun zaman alır. Bu nedenle ataklarla seyreden dönemde hastalığın tedavisi ve takibi önemlidir. Ayrıca süregelen kronik iltihap kalp-damar hastalığı gelişimi riskini de artırmaktadır” şeklinde konuştu. “Bazı hastalıklar gut riskini artırabilir” Gut hastalığının sebep olacağı faktörlerden bahseden Uzm. Dr. Bektaş, şu bilgileri paylaştı: “İnsan vücudunda DNA ve proteinlerin son yıkım ürünü olan ürik asit yüksekliği (hiperürisemi), hastalık gelişiminin temelini teşkil eder. Vücudumuzda belli bir miktarda ürik asit her zaman oluşur ve böbrekler yoluyla vücuttan atılır. Gut hastalarının çoğunda ürik asitin böbreklerden atılımında sorun vardır ve bu da hiperürisemiye neden olarak gut hastalığı gelişiminin ana mekanizmasını oluşturur. Gut, temel mekanizması insülin direnci ve obezite olan metabolik sendromun bir bileşenidir. Özellikle artan obezite ile birlikte diyabet, hipertansiyon, kronik böbrek yetersizliği gibi hastalıklar gut riskini artırır. Bununla birlikte bu hastalıkları olmayan gut hastası kişilerde de ilerleyen dönemde diyabet, hipertansiyon ve kalp-damar hastalığı riski artmıştır. Bu nedenle gut hastalarının kilo kontrolü, kan şekeri, kan basıncı, kan lipid düzeyleri açısından düzenli takipte olmaları ve gerekliyse tedavi olmaları elzemdir.” “Erkeklerde daha fazla görülüyor” Gut sıklığının son yıllarda Batılı tipte fast-food beslenme ve obezitenin yaygınlaşmasıyla gözle görülür biçimde artış olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Bektaş, “Ayrıca önceleri daha geç yaşta başlayan hastalık, bu nedenlerden ötürü daha erken görülmeye başlanmıştır. Gut hastalığı erkeklerde kadınlara kıyasla çok daha sık ve erken yaşta görülür. Menopoz öncesi kadınlarda gut hastalığı başlaması pek olağan değildir ki bu da hormonal faktörlerin hastalık gelişimindeki önemini ortaya koyar. Öte yandan düşük doz aspirin ve bazı tansiyon ilaçları (idrar söktürücüler) gut riskini artırsa da bu ilaçları mutlaka kullanması gereken kalp-damar hastalığı olanlarda ilaçların kesilmesi tavsiye edilmez” dedi. “Yaşam tarzı değişiklikleri olumlu sonuçlar verebilir” Tedavi yollarını aktaran Uzm. Dr. Bektaş, “Gut hastalığının tedavisinde ilaç tedavisi ve yaşam tarzı değişikliklerini içeren bir dizi seçeneklerin kombine halde kullanımı önemlidir. Yaşam tarzı değişikliklerinden özellikle kilo kontrolü ve alkolden uzak durma en önemli olanlarıdır. Kilo kontrolünün ötesinde katı et yememe uygulaması, günümüzde gut için artık önerilmez. Gut hastalığı sanıldığı gibi sadece et yiyenlerde gelişmediği gibi düzenli ilaç kullanan ve takibe gelen, ürik asit seviyesi belli bir düzeyin altına inen hastalarda et tüketiminin katı biçimde sınırlandırılması gerekmez. Tek başına diyetin gut hastalığında etkinliği oldukça düşük olup çoğu zaman farmakolojik tedavi gerekir. İlaç tedavisi, atak sırasında ağrı ve iltihabın baskılanmasını içeren anti-inflamatuvar tedavi ve atağın geçmesini engellemek için kullanılan profilaksi (önleyici) tedavi fazlarını içerir. Atak sırasında non-steroid anti-inflamatuvar ilaçlar (ağrı kesici ve iltihap kurutucular), kolşisin, kortizon kullanılırken profilakside ürik asit düşürücü tedavi ve kolşisin birlikte kullanılır. Ürik asit düşürücü tedavi (allopürinol ve febuksostat) gut hastalığı tedavisinin esasını teşkil eder. Sık yapılan hatalardan biri ise hastaları sadece kolşisin veya diğer atak tedavileri ile tedavi edip ürik asit düşürücü tedavi başlamamaktır” ifadelerini kullandı. “Ürik asit düzeyine dikkat edilmeli” Ürik asit düşürücü tedavi alınmadığı takdirde gut ataklarının devam edeceğinin unutulmaması gerektiğini belirten Uzm. Dr. Bektaş, “Sınırlı sürede kullanılan atak tedavilerinin dışında ürik asit düşürücü tedavi ömür boyu alınmalıdır. Ürik asit düzeyinin normalin altına düşmesi ilacın bırakılmasını gerektirmez, aksi takdirde nüks (hastalığın tekrar etmesi) kaçınılmazdır. Yaşam tarzı değişikliği ve ilaç tedavisi önerilerine uyan, düzenli kontrollere gelen hastalarda tedavi cevabı çok iyi olmakla beraber kalp-damar hastalığı gelişimi riskini de azalmaktadır” diyerek sözlerini noktaladı. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: 'Obezite' uyarısı: "Cerrahi, hastanın elinde kalan son seçenektir"

Doç. Dr. Yalav’dan obezite cerrahisi uyarısı Haber

Doç. Dr. Yalav’dan obezite cerrahisi uyarısı

Genel Cerrah Doç. Dr. Orçun Yalav, Türkiye’de obezite oranının Avrupa’dan daha yüksek olduğunu ve obezitenin felçten kansere kadar pek çok hastalığa yol açtığını belirterek, “Obezite ameliyatı kesinlikle bir estetik ameliyat gibi düşünülmemelidir. Kişiler öncelikle mutlaka ameliyatsız yöntemler ile kilo vermeyi denemelidir. Cerrahi başvurulması gereken son tedavi yöntemi olmalıdır” dedi. Obezitenin genel olarak “bedende aşırı yağ birikmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan birtakım metabolik ve fizyolojik rahatsızlıklardan oluşan kronik bir rahatsızlık” olduğunu ifade eden Acıbadem Adana Hastanesi Genel Cerrah Doç. Dr. Orçun Yalav, obezitenin günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer aldığını söyledi. “Türkiye’de obezite oranı Avrupa’dan daha yüksek” 2030 yılında tahmini obez hasta sayısının 1 milyar kişiye olacağının öngörüldüğünü belirten Dr. Yalav, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesel Ofisi’nin, 2022 yılı verilerine göre Avrupa’da ortalama obezite yaygınlığı yüzde 58,7 iken Türkiye’de bu oranın yüzde 66,8 ile daha yüksek olduğu bilgisini verdi. Dr. Yalav, önlenebilir ölüm nedenleri sıralamasında sigaradan sonra 2. sırada yer alan obezite hastalığının oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin yüzde 25-40 oranında rol oynadığını; geri kalan kısımda ise dengesiz beslenme, yetersiz fiziksel aktivite ve sedanter yani hareketsiz yaşamının etkili olduğunu ifade etti. Dünya Sağlık Örgütü’nün, obezite oranlarının beden kitle indeksine göre yani vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle (kg/m) hesaplandığını; bu hesaplamaya göre BKİ 30 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin obez, BKİ 40 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerin ise oluşan sonuçlar ile ölümcül olabilen yani morbid obez olarak kabul edildiğini dile getirdi. “Kanserden felce pek çok hastalığa yol açıyor” Obezitenin sadece aşırı kilo alımı ve buna bağlı olarak fiziksel hareket kısıtlılığı olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çeken Dr. Yalav, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarını “İnsülin direnci - hiperinsülinemi, tip 2 diabetes mellitus (şeker hastalığı), hipertansiyon (yüksek tansiyon), koroner arter hastalığı, hiperlipidemi - hipertrigliseridemi (kan yağlarının yükselmesi), metabolik sendrom, safra kesesi hastalıkları, bazı kanser türleri (kadınlarda safra kesesi, endometriyum, yumurtalık ve meme kanserleri, erkeklerde ise kolon ve prostat kanserleri) osteoartrit, felç, uyku apnesi, karaciğer yağlanması, astım, solunum zorluğu, gebelik komplikasyonları, menstruasyon düzensizlikleri, aşırı kıllanma, ameliyat risklerinin artması, ruhsal sorunlar (tıkınırcasına yeme şeklinde çevrilebilecek ‘binge eating’, gece yeme veya bir şeyi daha fazla yiyerek psikolojik tatmin sağlamaya çalışma), toplumsal uyumsuzluklar, kas-iskelet sistemi problemleri” şeklinde sıraladı. “Obezite ameliyatı için vücut kitle indeksi en az 30 olmalı” “Obezite ameliyatı bir estetik ameliyat gibi düşünülmemelidir. Sadece gerekli olduğu sürece yapılan cerrahi bir operasyonlardır” diyen Doç. Dr. Yalav, güncel veriler ışığında bazı prosedürlerin yerine getirilmesi şartı ile cerrahi yöntem uygulanacak kişilerde şu kriterlere bakıldığını söyledi: “Vücut kitle indeksi 40 ve üzerinde olanlar; vücut kitle indeksi 35-40 arası olanlar ile buna ek olarak hipertansiyonu, tip 2 diyabeti, uyku apnesi, kalp rahatsızlığı, trigliserit yüksekliği, karaciğer yağlanması, hipoventilasyon sendromu gibi rahatsızlığı bulunanlar; vücut kitle indeksi, 30-35 arasında olanlar, medikal şekilde uygulanacak tedavilerle beraber, kan şekeri kontrol altında tutulamayan, tip2 diyabet hastaları.” Obezite ameliyatlarının alanında uzman hekimler tarafından gerçekleştirildiğinde sorunsuz bir şekilde uygulandığına ancak bunun ciddi bir ameliyat olduğuna ve bazı riskler taşıdığına işaret eden Dr. Yalav, “Obezite ameliyatı öncesinde kişiler mutlaka ameliyatsız yöntemler ile kilo vermeyi denemeli ve bunun için profesyonel bir destek almalıdır. Obezite cerrahisi başvurulması gereken son tedavi seçeneği olmalıdır” dedi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Sonbahar ve kış aylarında solunum yolu enfeksiyonları artıyor

Çocuklarda obezite sorunu! Beslenme çantalarına dikkat Haber

Çocuklarda obezite sorunu! Beslenme çantalarına dikkat

Uzman Diyetisyen Büşra Tekin de çocukların beslenme çantalarında yer alan ürünlerin büyük önem taşıdığına dikkat çekti. Uzman Diyetisyen Tekin, paketli gıdalar, yağlı, kızartma türü ürünler yerine sağlıklı besin gruplarının tüketilmesinin büyük önem taşıdığına dikkat çekti. “Doğru kahvaltı yapılmazsa okulda konsantrasyon eksikliği gelişebilmekte" Obeziteye karşı çocukluk çağından itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığının edinilmesi gerektiğini ifade eden Uzman Diyetisyen Büşra Tekin, “Çocuklarımızın uzun bir zaman dilimi okulda geçtiğinden dolayı hem okulda hem evde tükettikleri besinler çok önemli. Maalesef ki son zamanlarda çocukluk çağında artan obeziteden dolayı besin tercihleri de değişmekte. Öncelikle kahvaltı günün en önemli öğünüdür ve maalesef ki çocuklarımızın en fazla atladığı öğündür. Bu öğünün atlanmasının sebepleri de çocukların geç uyanması, uykusuzluk problemi, iştahsızlık veya sabah uyandığında besin tüketimini reddetmesinden kaynaklıdır. Eğer doğru ve sağlıklı bir kahvaltı yapılmazsa okulda konsantrasyon ve dikkat eksikliği gelişebilmekte. Çocuklarımızda bundan kaynaklı okul başarısı düşmekte, baş dönmesi, baş ağrısı gibi fizyolojik sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Bundan dolayı en önemli olan kahvaltı öğününün imkan varsa evde yapılmasını tavsiye ederiz. İmkan yoksa bile çocuğun beslenme çantasına bir kahvaltı öğününün eklenmesini tavsiye etmekteyiz. Kahvaltı olarak içecek tarzında tercih edecekse çocuğumuz sağlıklı süt, ayran gibi içeceklere yönelmeli, meyve suyunu paketli değil taze sıkılmış olarak ailelerimizin evde hazırlamasını tavsiye ediyoruz. Besin grubuna bakacaksak eğer besleyici olarak tam buğdaydan yapılmış peynirli, bol yeşillik içeren sandviç grupları yapılabilir. Tam buğday unundan yapılmış ev poğaçaları yapılabilir. Annelerimizin hazırladığı sebzeli, sağlıklı börek grupları olabilir. Muz, elma gibi tüketimi kolay meyveleri de çocuklarımızın beslenme çantasına eklemeliyiz” şeklinde konuştu. “Kahvaltı öğününü atlayarak öğlen yağlı besinleri tercih etmek kesinlikle yanlış" Paketli gıdalar ve yağlı ürün tüketimiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Uzman Diyetisyen Tekin, “Okul kantinlerinde çok fazla kızartma ve paketli gıdaları görmekteyiz. Kızartma ürünü varsa çocuğumuzun tercih etmesini bir nebze engelleyip evde fırında yapılmış veya ızgara tarzında sandviçlerin arasına köfte, tavuk veya ton balığı eklenip çocuklarımıza evden bu alternatifleri oluşturmamız gerekmektedir. Ayrıca kantinlerdeki paketli gıdaların özendirici, cezbedici etkisi olsa dahi o gruplardan uzaklaşabilmesi için beslenme çantalarına ara öğün tarzında fındık, badem ceviz gibi kuru yemiş gruplarından veya kuru incir, kayısı gibi tatlı, kuru meyvelerden ekleme yapılıp çocuğun kan şekerini dengede tutarak paketli gıdalara yönelmesi de bu şekilde engellenmiş olabilir. Beslenme çantalarını mutlaka bir ana bir ara öğün şeklinde besin gruplarının yerleştirilmesi gerekmekte. Aileler eğer imkan varsa okul kantinlerine kendileri gidip gözlemleyebilir. Simit, poğaça gibi aşırı yağlı karbonhidratlı besinlerin sabah aç karnına ilk tüketimi, kahvaltı öğününü atlayarak çocukların öğle yemeğinde direkt kantinden yağlı, kızartmalı besinleri yanında gazlı içecekleri tercih etmeleri bunlar kesinlikle yanlış, çocuğun büyümesini, gelişmesini olumsuz yönde etkiler. Çocuklarımıza vitamin, mineral eksikliği başta olmak üzere büyüme geriliği gibi çeşitli sağlık sorunları görülebilir” dedi. BU HABER DE DİKKATİNİZİ ÇEKEBİLİR: Çocukları obezite, kalp hastalığı ve diyabetten koruyun!

Prof. Dr. Gönen'den obezite uyarısı: Kriterleri taşıyan hastalar ameliyat edilmeli Haber

Prof. Dr. Gönen'den obezite uyarısı: Kriterleri taşıyan hastalar ameliyat edilmeli

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sait Gönen, “Tedavi yaklaşımlarında kanıta dayalı bakmamız gerekiyor. Ameliyattan önce çeşitli değerlendirmeler yapılması, hastaların en az bir 6 ay endokrin disiplininde takip edilmesi gerekir. Yapılması gereken obezite cerrahisine tek hekimin karar vermediği, multidisipliner yaklaşım. Ameliyatlar yapılırken de kriterler belli, hangi hastalar bu kriterleri taşıyorsa o hastalara ameliyat yapılmalı. Yoksa ciddi sağlık sorunları çıkabileceğini de unutmamaları gerekir” dedi. Türkiye ve dünyada obezite giderek artan bir sorun olarak öne çıkarken uzmanlar her fırsatta kilo alımına dikkat edilmesi konusunda uyarıyor. Fazla kilolarından kurtulmak isteyen vatandaşların kimi zaman geçirdikleri operasyonlar sonrası çeşitli komplikasyonlar hatta ölüme giden süreçler yaşadıkları ifade ediliyor. Uzmanlar, ameliyat öncesi diyet, spor gibi süreçlerden geçilmesi, multidisipliner yaklaşımlarla kişinin değerlendirilmesinin ardından ameliyat kararı verilebileceğini belirtiyor. Bu çerçevede İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı, Endokrinoloji Uzmanı Prof. Dr. Sait Gönen ve Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kağan Zengin önemli açıklamalarda bulundu. “Tedavi yaklaşımlarında kanıta dayalı bakılması gerekiyor" Obezitenin birçok hastalığı da beraberinde getirdiğini aktaran İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı, Endokrinoloji Uzmanı Prof. Dr. Sait Gönen, “Ölüme yol açan önlenebilir sorunlarda birinci sırada sigaraysa, ikinci sırada obezite gelmekte. Ciddi bir sağlık sorunu birçok hastalığa da davetiye çıkarıyor. Hayatı kısaltan, mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık ama tedavi yaklaşımlarında da kanıta dayalı, tıptan ayrılınmaması gereken bir hastalık olarak bakmamız gerekiyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de obezite giderek artıyor. Haftanın 4 ya da 5 gün tempolu yürüyüş, postacı yürüyüşü dediğimiz şekli önerebiliriz. Dengeli beslenme ve düzenli egzersiz daha sonra tabi ki obeziteyle mücadelede hastalığa yol açan, metabolizmayı yavaşlatan başka bir hastalık var mı yok mu araştırılması gerekiyor. Ondan sonra da dengeli beslenme, düzenli egzersiz, obezite tedavisinde kullandığımız birtakım ilaçlar da var. Ama bazen morbit obez dediğimiz hastalarda bariatrik cerrahi de tercih ediyoruz” şeklinde konuştu. “Tek hekimin karar vermediği, multidisipliner yaklaşım gerekir" Obezitede birçok branşta incelemelerin yapıldığını, bunların sonucuna göre uzman isimlerin ameliyat gerekliliği olup olmadığını ifade ettiğini söyleyen Prof. Dr. Sait Gönen, “Kimlerde tercih ediyoruz; beden kitle indeksi 40’ın üzerinde ise, 35’in üzerinde ama aynı zamanda hastada diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi var ise bunlarda da öneriyoruz. Bunun dışında bu tedaviden önce de hastaların en az bir 6 ay endokrin disiplininde takip edilmesi, yaşam tarzı disiplini ve dengeli beslenme ile sonucun görülmesi gerekiyor. Ameliyata vermek için bile bu takip çok önemli onun için de ameliyattan önce bütün bunların yapılmış olmasında fayda var. Yapılması gereken obezite cerrahisine multidisipliner yaklaşım, tek hekimin karar vermediği, cerrahın, endokrinoloğun, diyet uzmanı bazen psikiyatristin olduğu bir konseyin karar vermesi ve bu karardan sonra bu ameliyatların yapılıyor olması doğru yaklaşım, bu ameliyatlar yapılırken de kriterler belli. Hangi hastalar bu kriterleri taşıyorsa o hastalara o ameliyat yapılmalı. O hastalarda bile en az 6 ay bir endokrin kliniği tarafından bu hastalar takip edildikten sonra ameliyata verilmeli. Ciddi sağlık sorunlarının çıkabileceğini de unutmamaları gerekir. Bu vakaların bir kısmı bir süre sonra tekrar aynı ameliyatı olmak zorunda da kalabilirler. Onun için seçilmiş merkezlerde bu ameliyatların yapılması gerekir” diye konuştu. “Değerlendirmeler gerekiyor, hastaları direkt ameliyat edemiyoruz" Obeziteye yönelik işlemlerin 'Hemen olayım, bitsin' şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kağan Zengin, “Vatandaşlar bir an önce ‘işim hallolsun, zayıflayayım' diye geliyor, dünyada da genel cerrahlar açısından da hastalar açısından da obezite cerrahisine büyük bir ilgi var. Bu işi yapan genel cerrahi uzmanlarının sayısı, yapılan ameliyatların sayısı giderek artmaktadır. Hastalar maddi kaygılar nedeniyle daha ucuz, daha az para vereceği insanlara ameliyat olmak istiyorlar. Ehil olmayan kişilerin bu operasyonları yapması tabi komplikasyon oranlarını arttıran, ölüm oranını artıran şeylerden birisi. Normalde bu hastaların belirli bir süre bir dahiliye hekimi, psikiyatri, göğüs hastalıkları uzmanı ve diyetisyen tarafından değerlendirilmesi şartı lazım. Belirli bir süre, diyet, egzersiz veya ilaç tedavisini uyguladıktan sonra bu insanlar ameliyat olabiliyorlar. Biz direkt hastaları ameliyat edemiyoruz" dedi. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Diz ağrılarına bu yöntem son veriyor

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.