TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#mücadele

mücadele haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, mücadele haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Mülteciler için Türkiye’de yaşam: Avantaj değil hayatta kalma mücadelesi! Haber

Mülteciler için Türkiye’de yaşam: Avantaj değil hayatta kalma mücadelesi!

Önemli göç duraklarından biri olan Türkiye’de mültecilere yönelik nefret söylemleri zaman zaman ırkçı saldırılara hatta cinayetlere dönüşüyor. Mülteciler, tüm hayatta kalma uğraşlarının yanı sıra bir de emek sömürüsüne uğruyor, kötü barınma koşullarının olduğu yerlerde yaşamaya zorlanıyor, hakları ihlal ediliyor, şiddet görüyor ve hayatlarını kaybediyorlar. Seçim dönemi artan nefret söylemlerinin insanlarda yer ettiği bir ortamda, Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof.Dr. Cem Terzi ile konuştuk. Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, mültecilerin iç ve dış siyasette konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının yarattığı tehlikeye dikkat çekti. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimlerinin toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğinde olduğunu vurgulayan Terzi, “Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır” uyarısını yaptı. UCUZ İŞÇİ KONUMUNDALAR Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında yaşayan yüz binlerce mültecinin kayıt dışı ve güvencesiz koşullarda ‘ucuz işçi’ olarak çalıştırıldığını belirten Terzi, “Türkiye yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli ile dünyadaki en çok mülteci içeren ülke konumundadır. Suriyeliler mülteci olmalarına rağmen son 10 yıldır Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında ‘misafir’ olarak yaşamaktadırlar, kalıcı oturma izinleri yoktur, mülteci statülerinin olmaması onları uluslararası hukuk sisteminin sunduğu hak çerçevesinden mahrum bırakmaktadır. Sınırlı çalışma izni ile resmi belgeli ve sigortalı olarak çalışan çok küçük bir kesim dışında yüz binlerce Suriyeli kayıt dışı, güvencesiz, ağır koşullarda ucuz işçi durumundadır. Çocuk işçilik oranını ciddi biçimde artmıştır, yüz binlerce Suriyeli okul çağındaki çocuk okula gitmemektedir. Suriyelilerle birlikte yaşam için vatandaşlık hakkı, vatandaşlık dışındaki kalıcı oturma izni gibi vatandaşlığa en yakın güvenli hukuki statüler sağlamak konusunda yeterli adım atmamıştır. Sosyal entegrasyon çalışma hayatı, aile birleştirmesi, eğitim, sağlık, barınma, ayrımcılıkla mücadele, kendi kimlik ve kültürünü koruyabilme, siyasete katılma hakkı gibi alanlarında ciddi çalışmalar yapılmamıştır” dedi. LİNÇ GİRİŞİMLERİ ALARM NİTELİĞİNDE Mültecilerin tüm hayatta kalma uğraşlarının yanında bir de Türkiye’de giderek artan nefret söylemi ve ayrımcılık ile mücadele ettiklerini dile getiren Terzi, “Suriyelilere yönelik yardım ve destek hizmetleri konusunda medyada çıkan haberlerin dili ve başlık seçimleri genellikle olumsuz önyargılarla doludur. Suriyeliler için yapılan yasal düzenlemelerin ayrıntılarına ve mali kaynaklarına yer vermeden, yapılan bu haberler Türkiye vatandaşlarında adaletsizlik algısını pekiştirmektedir. Siyasiler de açık bir ayrımcı diskurla tüm temel insan haklarını çiğneyerek hatta zaman zaman nefret suçu işleyerek Suriyelileri hedef gösteren, olumsuz ön yargıları pekiştiren açıklamalar ile nefret söylemini tepeden aşağı doğru yaymaktan geri durmamaktadırlar. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimleri, toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğindedir. Basit çocuk kavgaları bile 10 yıllık öfke hatta kin birikimi ile mahalle kavgalarına dönüşmektedir. Eğer önlem alınmazsa daha büyük sorunlar yaşanacaktır. Son 10 senede ‘misafir’ gözüyle bakılan Suriyelilerin giderek kalıcı olduklarını hem iş hem sosyal yaşamın bir parçası haline geldiklerini toplum aslında anlamış durumdadır. Ama bunun kendi hayatları, yaşam alışkanlıkları, iş imkanları, kazançları, gelirleri gibi pek çok şeyi olumsuz etkilediğini düşünmekteler. Ekonomik kriz nedeniyle iş bulamayan işsizler, ‘Suriyeliler iş buluyor, biz bulamıyoruz, onlar düşük ücretle çalışıyor biz aynı ücretle çalışmadığımız için işsiz kalıyoruz’ demektedirler. Bunlar haksız argümanlar olarak görülmemelidir ama bu sorunların sorumlusu Suriyeliler değildir” ifadelerini kullandı. HALK SURİYELİLERİ AVANTAJLI GÖRÜYOR Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, “Yerli halk Suriyelileri daha avantajlı görmeye başlamıştır. Suriyelileri hedef gösteren, nefret dili kullanan, yanlış bilgi veren siyasiler, toplumda Suriyeliler hakkında olumsuz ön yargılar oluşmasına yol açmaktadır. Öte taraftan Suriyeliler açısından burada yaşam, bırakın avantajı, hala bir hayatta kalma mücadelesidir. Yarın kaldıkları evlerden atılıp atılmayacakları bile belli olmadan, emeklerini satarak hayatta kalmaya çalışmaktadır. Haklarını, hukuklarını bilmeden, bunları savunamadan yaşamaya çalışmaktadırlar. Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Her gün bir yerde; bugün çocuk kavgasından, yarın komşu kavgasından bir olay çıkacaktır. Topluma Suriyelilerin misafir olmadığını, artık büyük bir kısmının kalıcı olduğunu anlatmakla, bu insanlara mülteci statüsü vermekle, topluma mültecilerin uluslararası hakları olduğunu anlatmakla bir yerden hakikati söylemeye başlamak lazım. İsteyen Suriyelilere ve diğer mültecilere vatandaşlık hakkı vermek, vatandaşlığa en yakın oturma iznini de içeren yeni statüler oluşturmak gibi birlikte yaşam kurmanın hukuki alt yapısını geliştirmek devletin görevidir” diye konuştu. SÖYLEMLER GERGİNLİĞİ ARTTIRMAKTA Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının olumsuzluklara yol açtığına dikkat çeken Terzi, “Devasa bir mesele sürekli askıda tutularak, meselenin adı konmadan ve bir çözüm önerisi geliştirmeden, gerçekler tam olarak toplumla paylaşılmadan şu anda olduğu gibi devam edilmesi artık imkansızdır. Bu yaklaşım, toplumdaki ötekine karşı kuşku, kaygı, öfke hatta nefret duygularının oksijeni olmaktadır. Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılması çok olumsuz bir duruma yol açmaktadır. Bu söylemler toplumun aklını karıştırmakta, gerginliği arttırmaktadır. Toplumda var olan kendisi gibi olmayana, yabancıya/ötekiye, göçmene ya da mülteciye dair önyargı, rekabet duygusu içinde şiddet barındırmakta ve bugün yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şiddet kontrolden çıkabilmekte, en korkulana; gerçeğe dönüşmektedir. Bunun önlemenin yolu haksız rekabeti önlemektir. Yokluk, yoksunluk kitleleri kendi adaletini aramaya yönlendirebilmektedir. Devlet sosyal adalet için adım atmazsa ve mülteci meselesini arafta tutmaya devem ederse çatışma kaçınılmaz olacak” açıklamasını yaptı. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR -Ölümden dönen mülteci anlattı: ‘Suriyeliler bize iş bırakmadı’ diyordu!

İzmir'in iki ilçesinde alevlerle mücadele devam ediyor Haber

İzmir'in iki ilçesinde alevlerle mücadele devam ediyor

Kınık İbrahimağa Mahallesi mevkiinde bulunan ormanlık alanda yangın, saat 14.13 sıralarında başladı. 14.28'de ilk müdahalesi gerçekleştirilen yangına İzmir Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri, 22 helikopter, 8 uçak olmak üzere 30 hava aracıyla havadan, 50 arazöz 20 su ikmal, 7 dozerle karadan müdahalede bulundu. Tedbiren bölgedeki Balaban, Çiftlik ve Karatekeli mahallelerinin tahliye edildiği bildirilirken, yangının çıkış nedeni olarak saman basmada kullanılan bir balya makinesinin alev alması ve alevlerin ağaçlara sıçraması üzerine yangının meydana geldiği öne sürüldü. Birgi Mahallesi girişinde trafik geçici olarak kapatıldı Ödemiş ilçesindeki yangın ise Küçükkavulcuk Mahallesi mevkiinde bulunan ormanlık alanda saat 14.00 sıralarında başladı. 14.10'da ilk müdahalesi gerçekleştirilen yangına İzmir Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri, havadan 3 helikopter, karadan 15 arazöz 4 su ikmal ve 2 dozer ile müdahalede bulundu. Ödemiş İlçe Jandarma Komutanlığı trafik ekipleri, rüzgarın da etkisiyle devam eden yangın nedeniyle Bozdağ karayolunu Birgi Mahallesi girişinde trafiği geçici olarak kapattığı öğrenildi. Alevlerle mücadele karadan devam ediyor İzmir'in iki ilçesinde çıkan yangında 8 saat geride kalırken, havanın kararmasıyla birlikte ekiplerin alevlere mücadelesinin karadan devam ettiği öğrenildi. Kınık ilçesindeki yangına 50 arazöz 20 su ikmal, 7 dozerle, Ödemiş ilçesindeki yangına ise 15 arazöz 4 su ikmal ve 2 dozer ile müdahale sürüyor. İHA

Hayatını mücadeleye bedenini bilime adadı: Törenle uğurlandı Haber

Hayatını mücadeleye bedenini bilime adadı: Törenle uğurlandı

ÇAĞLA GENİŞ Yıllarca sol mücadelenin içinde yer alan ve Birleşik Haziran Hareketi üyesi olan Nuret Çalıcı, geçtiğimiz günlerde uzun zamandır savaştığı akciğer kanseri nedeniyle hayata veda etti. 63 yaşında yaşama gözlerini yuman Çalıcı, katıldığı sayısız koşu maratonunda birçok derece elde etmiş ve tanı aldıktan sonra hayatına kendi deyimiyle ‘anti kanser marantoncusu’ olarak devam etmişti. Çalıcı ile 2021 yılında yapmış olduğumuz röportajda, bu mücadelesini, “Kansere karşı mücadele politiktir. Ben aynı zamanda kanseri besleyen kapitalizme karşı da bir savaş veriyorum. Kanserle maratonum devam ediyor, öndeyim ve kazanacağıma inanıyorum” sözleriyle anlatmıştı.  SON DEVRİMCİ GÖREV… Yaşamı boyunca emek ve özgürlükten yana tavır alan Çalıcı için ölümden sonra koşulacak bir maraton daha vardı... Çalıcı, tedavisi sürdüğü yıllarda bedenini kadavra olarak bağışlamış ve yakın çevresine de bunu vasiyet etmişti. Çalıcı, vefatından önce kaleme aldığı notta şu satırları yazmıştı: “Sevgili ailem, dostlarım, yoldaşlarım, canlar… Bu ilanı okuyorsanız, ben 2020 yılında kayıt yaptırdığım ‘DEÜ Kadavra Ultra Maratonu’na start almış olacağım. Bu maraton ‘sonsuz, nefessiz ve düşsüz’ bir uyku şeklinde gerçekleşiyor. Maratonu sadece genç bilim adayları ve hocaları izleyebiliyor. Parkuru tamamlayıp finale ulaştığımda eğer bilime iğne ucu kadar katkım olursa son devrimci görevimi tamamlamanın huzuru ve sevincini yaşayacağım. Hoşçakalın…”   TÖRENLE ‘SON MARATON’A UĞURLANDI Vasiyeti üzerine bedeni Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi’ne kadavra olarak bağışlanan Çalıcı, bugün ailesi ve yakın dostlarının katılımıyla Dekanlık Binası’nda düzenlenen Şükran Töreni ile son yolculuğuna uğurlandı. Duygu dolu anların yaşandığı törende, DEÜ Tıp Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Hatice Nur Olgun, Anatomi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Amaç Kiray ve akademisyenler de yer aldı. KENDİSİNE ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM Törende ilk olarak konuşan Prof. Dr. Kiray, kadavra bağışının tıp eğitimindeki önemine vurgu yaparak, “Hekim yetiştirirken kadavraya çok ihtiyacımız var. O nedenle Nuret Bey’e hem akademisyen arkadaşlarım hem de öğrencilerim adına kendisine şükranlarımı sunuyorum” dedi. ÖMÜR BOYU YAŞAYACAK Ardından söz alan DEÜ Tıp Fakültesi Dekan Vekili Prof. Dr. Hatice Nur Olgun ise, “Ben bir kadavra bağışı olacağını duyduğumda çok heyecanlandım. İlk günlerime döndüm. 2024 yılında yaş gereği emekli olacağım, 1973 yılında tıp fakültesine girdim. Yıl 74’tü, anatomi derslerimiz başladı. Hocamız kadavra dersleri başlamadan önce bizi amfiye alarak, ‘İlk defa buraya geldiniz, biraz sonra gireceğiniz yer sizin için kendisini eğitime emanet etmiş çok değerli insanların olduğu yer. Burada sükunet, terbiye ve saygı istiyorum sizden’ demişti. Nuret Bey’e çok saygı duyuyorum, ailesine de çok teşekkür ediyorum. Bu benim hiç unutamayacağım ve hep hatırlayacağım bir gün. Nuret Bey’in bundan sonra arkadaşlarımızın bilgilerinde ömür boyu yaşayacağına inanıyorum. O bilgileri bize veren bugüne kadar tüm insanlarımıza teşekkür ediyorum. Nuret Bey’de aklımdan, zihnimden hiç çıkmayacak” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Olgun, konuşmasının ardından bağışçı Nuret Çalıcı’nın eşi Kıymet Çalıcı’ya teşekkür plaketi verdi.  SENİ MÜCADELEMİZDE YAŞATACAĞIZ Törende konuşan Nuret Çalıcı’nın yakın arkadaşı Turan Özüçelik de, “Nuret, benim gibi, 1970’li yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, siyasal alt üst oluşlarla ilgilenmeye başlamış ve bunlarla dertlenmiş bir arkadaşımızdı. Nuret’i tanımlayacak iki kavram nedir diye sorsalar, hiç tereddütsüz yurtseverlik ve devrimcilik derim. 2020 şubat ayında, kanser teşhisi konulduğunda, kendisi bunu bir maratona benzetmişti. Bir maraton metaforu kullandı baştan itibaren, ki bir maraton koşucusuydu. Son yıllarda Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) adına maraton koşularına katılıyordu. Doktorlar teşhis konulduğunda birkaç ay ömür biçmişlerdi ama 3,5 yıl yaşamak için direndi. Çünkü yaşam sevinciyle dolu bir arkadaşımızdı. Sevgili Nuret, seni ve anılarını mücadelemizde yaşatacağız. Senin uğruna kavga ettiğin idealler için bu mücadeleyi sürdürdüğümüz her bir etapta biliyoruz ki yanı başımızda olacaksın. Biz yaşadıkça, saygıyla, daima…” sözleriyle duygularını dile getirdi. KADAVRA YOKLUĞUNU DERT ETMİŞTİ Çalıcı’nın başka bir yakın arkadaşı Günseli Suna Kaya ise, “Nuret gerek baba tarafının toprakla ilişkisi, gerek Çorum Mecitözü’nün bir işçi kenti olması nedeniyle emek-sermaye çatışmasını daha çocukluktan itibaren yaşayarak gözleyen bir kişilik. Nuret’in en çok bilinen özelliklerinden biri kitaplara ve bilime olan aşkıdır. Yaşamı bir maraton olarak algılar. Yıllar önce, daha kansere yakalanmamışken, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde o zamanki rektör ‘Kadavra bulamıyoruz çocukları maket üzerinde eğitiyoruz’ dedi. Bunu o zamandan beri dert etmişti. ‘Günseli Hocam ben kendimi kadavra olarak bağışlamayı düşünüyorum, maket üzerinde tıp eğitimi mi verilir’ diyerek bağış konusunu düşünmeye başlamıştı. Nuret mücadelede kararlı, yürekli bir arkadaşımızdı. Yitirdiğimiz ama fiziken bilim içerisinde uzun zaman yaşayacak ve öğretecek olan, bedeniyle öğretecek olan, uzman doktorlara ve yöneticilerimize kendini materyal olarak sunarken duyduğu onuru, yüzündeki ifadeyi ve ışıltıyı anlatmak gerçekten zor. Saygıyla, sevgiyle…” dedi.

Hastalığıyla beraber doğdu ama mücadeleyi o kazandı Haber

Hastalığıyla beraber doğdu ama mücadeleyi o kazandı

İzmir Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 26 yaşındaki annenin ikinci gebeliğinden dünyaya gelen Mehmet Adar İde, doğumsal diyafram hernisi nedeniyle zorlu bir mücadele verdi. Hızlı bir radyolojik değerlendirme sonucunda, bağırsakların sol göğüs kafesi içinde olduğu tespit edilen bebek, acil olarak entübe edilip yapay solunum desteği sağlanarak yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Yoğun tedavi süreci boyunca akciğerler, kalp ve diğer yaşamsal organlar desteklenerek bebeğin hayatı kurtarıldı. Birçok girişimsel ve medikal tedavinin ardından Mehmet bebek sağlığına kavuştu ve taburcu edildi. Ameliyatı gerçekleştiren İzmir Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli Op. Dr. Hilmican Ulman ve Op. Dr. Asya Eylem Boztaş Demir, Mehmet bebeğin tedavi sürecinde önemli bir rol oynadı. Diyafram hernisinin, yaklaşık her 2 bin-5 bin canlı doğumda bir kez görülen bir hastalık olduğunu belirten doktorlar bu durumun erkek bebeklerde daha sık görüldüğünü, gelişen tıp teknikleri, erken tanı imkanları ve etkili cerrahi müdahaleler sayesinde bebeklerin yaşamının kurtarılabildiğini ve sağlıklı bir şekilde taburcu edilebildiğini ifade etti. ''NADİR GÖRÜLEN DOĞUMSAL ANORMALLİK'' Doğumsal diyafram hernisinin, anne karnındaki gelişimin erken evrelerinde diyafram kasında oluşan bir delik nedeniyle karın içi organların göğüs kafesine doğru yer değiştirdiği bir durum olduğunu belirten Bakırçay Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özgür Olukman, “Bu durumda bebeklerin akciğerlerinin gelişmesi ve büyümesi engellenir, solunum sıkıntısı yaşarlar. Diyafram hernisi, nadir görülen bir doğumsal anormalliktir ve genellikle ultrason ile gebeliğin 18. haftasında tespit edilebilir. Tedavide, solunum desteği ve cerrahi müdahale gereklidir. Mehmet bebeğin hikayesi; uzman doktorlar, hemşireler ve yoğun bakım ekibinin özverili çalışmasıyla olumlu sonuçlandı. Bu tür durumlarda erken tanı, profesyonel bakım ve cerrahi müdahale hayati öneme sahiptir. Gelişen teknikler ve sağlık altyapısıyla birlikte diyafram hernisi olan bebeklerin hayatta kalma oranı artmaktadır” dedi. ERKEN TANI VE TEDAVİ Diyafram hernisi olan bebeklerin tedavi ve hayatta kalma şansının daha yüksek olduğunu belirten Op. Dr. Hilmican Ulman ve Op. Dr. Asya Eylem Boztaş Demir, “Diyafram hernisi gibi zorlu bir durumla karşılaşan bebekler için erken tanı, doğru müdahale ve özverili bir bakım süreci, hayatlarını kurtarmakta ve onlara sağlıklı bir gelecek sunmaktadır. Bu nedenle, diyafram hernisi ve diğer doğumsal anormallikler konusunda farkındalığın artırılması ve doğru tedavi seçeneklerinin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Kurtardığımız hayatlar bizlere umut verirken, sağlık sektöründe çalışanların kararlılığının, bilgisinin ve emeğinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır” diye konuştu. KARIN ORGANLARI YER DEĞİŞTİRİYOR Diyafram hernisinin, son derece nadir görülen fakat ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen bir durum olduğunu belirten İzmir Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görevli Yenidoğan Uzmanı Dr. Şerif Hamitoğlu da “Bu rahatsızlıkta, diyafram adı verilen kas tabakasında bir açıklık veya zayıflık oluşur ve bu açıklıktan karın organları göğüs boşluğuna doğru yer değiştirir. Bu durum, solunum fonksiyonlarını etkileyebilir ve bebeklerde özellikle yaşamı tehdit edici komplikasyonlara neden olabilir. Diyafram hernisi genellikle doğumdan hemen sonra belirtiler gösterir ve acil tıbbi müdahale gerektirir. Hastalar, özel cerrahi operasyonlarla tedavi edilir ve uzun vadeli takip gerekebilir. Bu nadir görülen hastalık hakkında daha fazla farkındalık oluşturmak ve erken teşhis imkanlarını artırmak için sağlık uzmanları ve aileler arasında bilgi paylaşımı ve destek önemli bir rol oynamaktadır” ifadelerini kullandı. 25 GÜN TEDAVİ Mehmet bebeğin ikinci çocukları olduğunu belirten 26 yaşındaki anne Hilal İde, şunları söyledi: “Doğumdan sonra odaya gittiğimde bebeğimiz odada yoktu. Eşime ve anneme durumu anlatmışlar. Doğumdan 10 dakika sonra bebek nefes almamaya başlamış. Hemen akciğer filmini çekmişler. Bir bakmışlar ki çocuğun kalbi sağ tarafta, bağırsakları akciğerin yukarısına çıkmış. Bebeğimizin ameliyatı 3 saate yakın sürdü. 25 gün boyunca yeni doğan yoğun bakım üniversitesinde tedavimiz yapıldı. Hastanede görev yapan tüm çalışanların yaklaşımı çok iyiydi. Bu zorlu süreçte beni hep bilgilendirdiler. Çok şükür oğlumuzun sağlığına kavuşması için dua ettik ve Allah bize yardım etti. Taburcu olacağımız için çok mutluyuz. Bu süreçte destek olan herkese teşekkür ederiz." ''TABURCU OLMAKTAN ÇOK MUTLUYUZ'' Bu zorlu süreçte doktorların ve hemşirelerin desteğinin büyük olduğunu söyleyen baba Ömer İde, “ Oğlumuzun doğar doğmaz tanısını koyan yeni doğan uzmanı hocamıza ve ameliyatını gerçekleştiren cerrahlara minnettarız. Bize tüm bilgileri aktaran ve her zaman yanımızda olan sağlık personeline teşekkür ediyoruz. Bu süreçte psikolojik olarak zor anlar yaşadık ancak ailemizin ve sağlık ekibinin desteğiyle güçlü kaldık. Yeni doğan yoğun bakım doktorlarımız ve hemşirelerimiz oğlumuza gerçekten özveriyle yaklaştılar. Onlara minnettarız. Bu süreçte diğer ailelerle de tanışma fırsatımız oldu ve birbirimize destek olduk. Şimdi oğlumuzun sağlığına kavuşması için sabırsızlanıyoruz. Oğlumuzun sağlığına kavuşması için dua ettik ve şimdi taburcu olacak olmaktan dolayı çok mutluyuz. Bir kez daha tüm sağlık ekibine teşekkür ediyoruz. Allah hepsinden razı olsun” sözlerine yer verdi. İHA

Binlerce genç kızın çığlığı: ‘Üstüme Kar Yağıyor’  Haber

Binlerce genç kızın çığlığı: ‘Üstüme Kar Yağıyor’ 

SULTAN GÜMÜŞ KAYA  Okuldan alınıp evlenmeye zorlanan on binlerce genç kızın çığlığını taşıyan bir roman! Öğretmenlik yıllarında Anadolu’nun farklı bölgelerinde sürdürdüğü yaşamından renkleri kitaplarına ustalıkla taşıyan yazar Pakize Özcan’ın yeni romanı ‘Üstüme Kar Yağıyor’, hem aile hem çevre baskısı altında yetişen bir genç kızın yaşama tutunma mücadelesini, gerçekçi bir bakış açısıyla anlatıyor. Kitap, eğitimine devam edemeyip, evlenmeye zorlanan çok sayıda genç kızın ‘çığlığını’ okurun yüreğine ulaştırabilmeyi başarıyor. ANADOLU VE GENÇ BİR KIZ  Küçük bir Anadolu kasabasında yaşayan Asuman, kendi yaşamıyla ilgili hemen hiçbir konuda söz sahibi olmayan, aile ve çevre baskısı altında yaşayan bir genç kızdır. Ailesi, onun liseye devam etmesi yerine, uygun gördükleri biriyle evlenmesini ister. Delikanlının birinden mektup aldığı gerekçesiyle evden uzaklaştırılan Asuman, köydeki teyzesinin yanına gönderilir. İstanbul’da yaşayan kuzenleri de yaz tatili için oradadır. Başarılı bir iş yaşamı planlayan Nurcan’la ve üniversite tezini hazırlayan ağabeyi Cengiz’le geçirdiği günler, genç kızın, yaşamını ciddi biçimde sorgulamasına neden olur. Ancak, ailesi onun ‘iyi bir evlilik’ yapması için ilk adımları atmıştır bile! PAKİZE ÖZCAN KİMDİR?  1951’de Karabük’ün Eflani ilçesinde doğan yazar, yatılı öğretmen okulundan sonra Eskişehir Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Eğitim Önlisans Programı’nı tamamladı. Gücünü Yitiren Kral adlı çocuk öyküsü ve Gülkız adlı masal kitabıyla ödüller aldı. Öykü kitapları Ayşe’nin Kitabı (1996), Toprağa Düşen Tohum (2003) ve Tatlım Ödevini Yap’ın (2009) dışında, Yıldız Toplayan Çocuk (2004), Sürüsünü Yitiren Küçük Fil (2005) ve Minti Düşler Ülkesinde (2007) adlı çocuk romanlarını yazdı. Söyleyemediğim Sözcükler’den (2001) sonra, Günışığı Kitaplığı’nın yayımladığı Üstüme Kar Yağıyor (2005), Özcan’ın ikinci gençlik romanı. Gücünü Yitiren Kral adlı desenli öyküsü de 2011 yılında usta sanatçı Mustafa Delioğlu’nun desenleriyle kitaba dönüşen Özcan, Mersin’de yaşıyor, iki çocuğu var.

İşçiler omuz omuza mücadelede: ‘Biz Buradayız’ Haber

İşçiler omuz omuza mücadelede: ‘Biz Buradayız’

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / KEMAL ÖZKURT  İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden İZELMAN ve ESHOT’ta toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamadığı için şoförler eyleme geçmişti. Kadın şoförler kokart takarak, erkek şoförler ise saç ve sakal uzatarak sivil inisiyatifte bulundu. İZELMAN ve ESHOT’ta örgütlü Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş İzmir 1, 2, 3 ve 9 No’lu Şubelerin, 60 günlük grev ilan sürecine girilirken, dün ve bugün bir kez daha toplu iş sözleşmesi için görüşme yapıldı.  İŞÇİLER UMUTLU Dün, 1 ve 3 No’lu Şubelerin, İZELMAN şirketinde gerçekleştirdiği görüşmede işçiler yüzde 40’ı da reddettikten sonra bugün bir kez daha toplantı yapıldı. İZELMAN önünde şoförlere destek için toplanan kalabalıktan alınan bilgiye göre, toplantı henüz tamamlanmış değil. Ne zaman biteceği de bilinmiyor. DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı ve Genel-İş İzmir 2 No'lu Şube Başkanı Arif Yıldız’ın da toplantıda yer aldığı belirtilirken, yaklaşan seçim dolayısıyla anlaşma sağlanması yönünde işçilerin umutlu oldukları belirtiliyor.  AMACIMIZ BAĞCIYI DÖVMEK DEĞİL…  Görüşlerine yer verdiğimiz DİSK Genel-İş 2 No’lu Şube Disiplin Kurulu Başkanı Bayram Kesgin, şu ana kadar yapılan toplantılarda 46 maddenin onaylandığını, 19 maddenin ise halen görüşme aşamasında olduğunu söyledi. İZELMAN ve İZENERJİ’nin farklı taleplerinin de olduğunu dile getirdi. Kesgin, “İZELMAN ve İZENERJİ’nin birlikte yürüttüğü bir çalışma var. İZENERJİ’nin öncelikli talebi şirketlerde eşitlik, ondan sonra ücret artışı. Aslında toplu sözleşmenin önemini oluşturan maddeler. Şu anda bu maddeler konuşuluyor. Emekli olan bir çalışanın ihtiyacı varsa çocuğunun veya yakının işe başlatılması, izinler ve ücret maddeleri tartışılıyor. Talebimiz sözleşme masa başında, İZENERJİ işçilerinin memnun kalacağı şekilde bitsin. Hazırladığımız taslağa göre yüzde 80 oranında şekillenmesini istiyoruz. Bunlar olmazsa eğer üretimden gelen gücümüzü durdurmaktan kaçınmayacağız.  Bizim amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Önemli bir seçim arifesindeyiz. 20 yıllık bir AK Parti iktidarı işçinin, emekçinin haklarını tam olarak karşılamıyor. Burada bulunan bazı arkadaşlarımız özel sektöre göre maaşları düzenli yatsa da çoğu bankalara borçlu bir şekilde yaşıyor. Buradakiler böyleyse ülke genelinde asgari ücretle çalışan vatandaşları düşünemiyorum” diye konuştu. SÖZLEŞME OLMAZSA EYLEMLER ARTACAK Öte yandan taleplerin kabul edilmemesi durumunda eylemlerin iş bırakmaya kadar varacağını dile getiren Keskin, “Biz bu gün uyardık, ‘biz buradayız’ dedik. Bu sadece İZENERJİ ve İZELMAN sözleşme önerisi değil, 10 bin 600 İZENERJİ emekçisinin toplu sözleşmesi. Yukarıda toplantıda bulunan temsilci arkadaşlarımız için bizler buradayız, desteklerimiz devam edecek. Bu sözleşmenin bizi memnun edecek bir şekilde bitmesi için elimizden gelen her mücadeleyi yapacağız” dedi.  EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET İSTİYORUZ Eyleme katılan destekçilerden biri olan Güldane Telli ise işlerinden memnun olduklarını sadece eşit işe eşit maaş istediklerini dile getirerek, mücadelelerine sonunda kadar devam edeceklerini ve haklarını söke söke alacaklarını dile getirdi.  Halaylar ve sloganlar eşliğinde işçilerin desteği sürerken, toplantının 4-5 saat sonra sonlandırılacağı söyleniyor. 

Kadın avukatlar 8 Mart için yürüdü: Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz! Haber

Kadın avukatlar 8 Mart için yürüdü: Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz!

ÇAĞLA GENİŞ İzmir Barosu üyesi kadın avukatlar, 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla Baro binası önünde toplanarak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde cübbeli yürüyüş gerçekleştirdi. Avukatlar yürüyüşte, "Asla yalnız yürümeyeceksin", "Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz" ve "Birlikte daha güçlüyüz" yazılı dövizler taşıdı. Yürüyüş sonunda Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde düzenlenen basın açıklamasını Av. Gözde Önal ile Av. Büşra Marangozoğlu okudu. ÇADIRDA BİLE ERKEK ŞİDDETİ DEVAM EDİYOR Türkiye'nin en büyük toplumsal sorunlarından biri olan kadın cinayetlerine vurgu yapılan açıklamada, "Bugün 8 Mart. Bu ülkede Aslı Engin üç çocuğunu polis eşliğinde görmeye gittiğinde boşandığı eşi tarafından bıçaklanarak katledileli bir hafta bile olmadı. Yani bu ülkede bir kadının daha yaşama hakkı elinden alındı. Hem de polis eşliğinde… Bu ülkede birçok kez uzaklaştırma kararı verilmiş olmasına rağmen tazyik hapsi kararı, Hülya Şellavcı iş yerinde eşi tarafından başından vurularak katledildikten sonra verildi. Yani bu ülkede bir kadının daha yaşama hakkı elinden alındı. Hem de adli makamlar öngörebileceği halde. Bu ülkede zamanın en büyük yıkımlarından biri oldu, 11 ilde birden yaşanan deprem… Depremden sağ çıkabilen kadınlar, canlarının sağ olduğuna sevinemedi. Çünkü çadırda bile, depremzede olan kadınlara karşı bile, deprem bölgesinde bile erkek şiddeti devam ediyor. Tehditten cinsel saldırıya, ısrarlı takipten kasten yaralamaya, kadına karşı fiziksel, psikolojik, cinsel şiddet devam ediyor. Bu ülkede depremzede Alev Altun, barınma ihtiyacı devlet tarafından karşılanmadığı için şiddet gördüğü eşinin evine yerleşmek zorunda kaldı, üzerine kaynar su döküldü. Bu ülkede Pınar Gültekin vahşice katledileli 3 yıl oldu. Yakıldığında henüz yaşıyor olduğuna dair raporlar dosyasında yer almasına rağmen ilk derece mahkemesi sanık hakkında haksız tahrik indirimi uyguladı ve katiline sadece 23 yıl hapis cezası verdi" denildi. İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ Her türlü şiddete karşı mücadelenin süreceğini vurgusu yapılan açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı: "Savaş çıksa kadınlara cinsel saldırı, doğal afet olsa kadınlara karşı şiddetin her türü, hiçbir şey olmasa giydiğinden, gezdiğinden, güldüğünden suçlanan kadın... Bu ülkede hiçbir şeye ses çıkmadı da kadınların yaşamına, haklarına gelince herkes hep bir ağızdan konuştu. Bu ülkede kadınlara nafaka verilmesine karar verildiğinde gösterilen tepki, kadınlar katledildiğinde gösterilmedi. Erkeklerin bitmeyen istekleri konuşuldu da sıra kadına gelince, erkeklerin yorumlarından kadınlara söz sırası gelmedi. Biz, İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, kadınlara yönelik her türlü şiddete karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Pınar Gültekin, Ceyda Yüksel, Hülya Şellavcı ve daha adını sayamadığımız tüm kadınların davalarının da takipçisi olacağız.10 Mart tarihinde, Pınar Gültekin davasının duruşmasına müdahale talebimizin reddine karar verilmiş olmasına rağmen katılmaya, sözümüz var demeye devam edeceğiz. Failin gözaltına alınmasıyla yetinmeyeceğiz. Aslı Engin’in katledilmesine ilişkin yargılama sürecinin takipçisi olacağız. Şu an deprem bölgesinde bulunan, temel ihtiyaçları dahi karşılanmayan, şiddet gören kadınlarla dayanışmamızı yükseltmeye devam edeceğiz. Asla bu düzene alışmayacağız! Bu düzene karşı durmaktan, şiddete uğrayan tek bir kadın kalmayana dek mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.  Aileyi dağıtan şey kadınlara yönelik şiddet olmasına rağmen, kadının eğitimini, kadının çalışmasını, kadının adil muamele görme isteğini aile birliğinin sonlanmasının nedeni olarak gören, İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alan zihniyet var oldukça 'İstanbul Sözleşmesi yaşatır' demekten vazgeçmeyeceğiz. Bugün 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü. Coşkuyla, dirençle, umutla kutlamamız gereken bir gün. Ancak biz kadınlar, sadece şiddetsiz yaşayabilmek, çalışabilmek, barınabilmek, gülebilmek için bile mücadele vermek zorunda bırakılıyoruz. Bir kez daha tekrar ediyoruz ki bu zihniyete teslim olmayacağız, biat etmeyeceğiz, bu zihniyetle mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Hep birlikte bir kez daha 'Bizi susturamayacaksınız' demek için 8 Mart gece yürüyüşünde el ele kol kola omuz omuza olalım. Tüm kadınları bu akşam gerçekleşecek 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gece yürüyüşüne katılmaya davet ediyoruz."

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.