TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Kanser tedavisi

Kanser tedavisi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kanser tedavisi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Ege Üniversitesi'nden kanser tedavisine yönelik proje Haber

Ege Üniversitesi'nden kanser tedavisine yönelik proje

Ege Üniversitesi (EÜ) Fen Fakültesi Biyokimya Bölümü Biyokimya Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Alper Akkaya sorumluluğunda, Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Savaş İzzetoğlu ve Fen Bilimler Enstitüsü Biyokimya Anabilim Dalı yüksek lisans öğrencisi bursiyer Ceyda Özen tarafından yürütülen “Laktik Asit Bakterilerinden Antimikrobiyal Peptid Üretimi ve Prostat Kanserine Karşı Antikanserojenik Etkilerinin Belirlenmesi” konulu proje, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) tarafından desteklemeye hak kazandı. Bilimsel çalışmaları Fen Fakültesi Biyoteknoloji Araştırma Laboratuvarında sürdürülen proje ile kanser tedavisi için alternatif bir yaklaşım bulma ihtiyacından hareketle, tedavi gören hastaların yaşadıkları olumsuzları azaltmak ve nükseden kanser vakalarının önüne geçmek hedefleniyor. Kanser hastalığına karşı yeni tedavi molekülleri geliştirmeye çalıştıklarını ifade eden Doç. Dr. Alper Akkaya, “Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre en yüksek ölüm oranına sahip olan hastalıkların ikincisi kanserdir. Kanserin sebep olduğu ölümler yalnızca kanser sebebiyle değil, organlardaki yetmezlik ya da immün sistemin, yani bağışıklık sisteminin çökmesi sonucuyla ortaya çıkan enfeksiyon nedeniyle de gerçekleşir. Kanser konusunda birçok tedavi yöntemi mevcut. Ancak bu tedavi yöntemlerinden özellikle kemoterapide hastalar yan etkiler nedeniyle çok yıpranıyorlar. Vücut, sağlıklı hücrelerin de etkilenmesi sebebiyle kanserle savaşacak gücünü yitirmeye başlıyor. Bu noktadan sonra iyileşme grafiği düşüyor. Dolayısıyla kanser tedavisinde yeni moleküllere ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Biz, biyoteknoloji çerçevesinde yeni tedavi molekülleri geliştirmeye çalışıyoruz. Üzerinde çalıştığımız moleküllere de 'Antimikrobiyal Peptid (AMP)' adı veriliyor” diye konuştu. “Peptidler, hücrenin içinden dışına doğru bir tünel oluşturuyorlar” Proje ile antimikrobiyal ya da antikanser özellikli yeni peptidler ortaya çıkarmak istediklerini dile getiren Doç. Dr. Alper Akkaya, “Her canlıda bulunan peptidler, proteinlerin biraz daha küçük yapılı halleridir ve kısa zincirli olmalarına karşın vücutta pek çok görevleri bulunur. Hasta olduğumuzda bağışıklık sistemimiz, sistemin proteinleri olan 'İmmünoglobulin E' sentezleyerek vücudu korumaya çalışır. Bununla birlikte büyük oranda AMP de sentezler. Çalışmalarımızda mikroorganizmayla, özellikle bakterilerle kanser hücrelerinin bazı benzerlikleri olduğunu gördük. Bu benzerlik yoğun olarak hücre zarı üzerinde birbirleriyle eşleşiyor. Hem bakterilerin hem de kanser hücrelerinde zarın dışarıya bakan üst kısmı yüksek oranda eksi yük içeriyor. Bizim çalıştığımız AMP’lerin iki etki mekanizması var. Birincisi; AMP hücre içerisine giriyor ve hücre içerisindeki yaşamsal faaliyeti durduracak bir etkide bulunuyor. İkincisi ise; AMP, hücre zarına geliyor ve zarın kararlılığını bozuyor. Peptidler, hücrenin üzerinde dizilerek hücre zarında tüneller oluşturuyorlar. Böylece içeride hücrelerin iç dengesi bozuluyor. Çünkü hem dışardan içeriye hem de içeriden dışarıya kontrolsüz su, iyon ve küçük moleküllerin giriş-çıkışı gerçekleşiyor. Bu durumda hücre, yaşamına devam edemiyor. Biz, aradaki benzerliği fark ettiğimiz için antimikrobiyal özellik gösteren bir peptidin, antikanser özellik de gösterebileceğini düşündük. Antikanser peptidler, çok düşük konsantrasyonlarda oldukça etkili olabiliyorlar. Çalışmalarımız neticesinde yeni bir peptid ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken mikroorganizmaları belirli şartlarda büyüterek bu antimikrobiyal ya da antikanser özellikli peptidleri üretmeye çalışacağız. Elde ettiğimiz sonuçların kaç tanesinin bilinip bilinmediğini inceleyeceğiz. Ardından peptidlerden hangilerinin antikanser özelliği gösterdiği Biyoloji Bölümü Hücre Kültürü Laboratuvarında araştırılacak” dedi.  Doç. Dr. Akkaya, “TÜSEB'den destek alan bu projemiz, aslında ana projemizin bir dalıdır. Oldukça geniş bir proje olmasını sağlayan unsur, AMP’leri çeşitli koşullara göre sınıflandırabilmemizdir. Her özelliğini göz önünde bulundurarak belirlediğimiz AMP’leri çalışmamızın içine yaydık. Çalışacağımız bu grup sadece bir taneyken; büyük projede 20 tane ve üçer adet alternatifleri bulunan AMP’ler var. Elimizde 120'ye yakın AMP potansiyeli var. Bunları sadece bir kanser türüne etkisi üzerinde kullanıp bırakamayız. Ürünlerimizin hiçbirini heba etmeden, büyük projemizde TÜBİTAK ve EÜ Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü  tarafından desteklenebilecek farklı kanser türlerine etkileri üzerine de çalışacağız. Potansiyel bir antikanser peptid grubu ortaya çıkaracağız. Ardından etki mekanizmaları belirleyerek, karakterizasyon yapacağız. Son olarak ürüne doğru ilerleyeceğiz” diye konuştu. “Bilim insanlarından hedef molekül bulmalarını isteniyor” Kanserin bilim dünyasında henüz bilinmeyen proteinleri kullandığını vurgulayan Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Savaş İzzetoğlu, “Kanser, tedavisi bir türlü gerçekleştirilemeyen bir hastalık. Çünkü kanser hücresi, bizim kendi hücremiz. Biz, kendi hücremizin biyolojisini,  biyokimyasını hala bilmiyoruz. Bir hücrenin çalışması için gereken protein sayısı yaklaşık 10 milyar civarında. Bilim dünyası şu anda yaklaşık 1000-1500 proteini biliyor. Geri kalanlar ise hala bilinmiyor. Kanser de bu bilinmeyen proteinleri kullandığı için tedavisi gerçekleştirilemiyor. Tedavilerde istediğimiz sonuçları kolay elde edemiyoruz. Çünkü kanser hücreleri de boş durmuyor. Sürekli olarak tedaviye alternatif kendini kurtaracak yollara başvuruyor. Tedavinin kendisini etkilemesini engelliyor. Kanser araştırmaları yapan Dünya Kanser Enstitüsü, bilim insanlarından hedef molekül bulmalarını istiyor. Bu hedef moleküllere karşı ilaç geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bir kanser hücresi çoğalmak için hücre zarındaki molekülleri kullanıyor. Bir hücre çoğalırken mutlaka sinyal alması gerekiyor. Sinyali de hücre zarı alıyor. Hücre zarı sinyal almadan içeriye mitojenik etkenleri aktaramaz.  Burada hücre zarına etki edecek moleküller, çok etkili hedefler olurlar” dedi. “Nükseden kanser vakalarını önlemeye çalışıyoruz” Hastalığın tedavi sürecinin önemine dikkat çeken Doç. Dr. Savaş İzzetoğlu, “Bizim çalıştığımız AMP’lerde hedefleme sistemi var. Bağlandıkları kanser hücresini bir daha bırakmıyorlar. Bağışıklık sistemimiz de dışarıdan gelen her türlü molekülü ortadan kaldırmak için harekete geçiyor. Biz, AMP’leri vücuda verdiğimizde, kan hücrelerinin ve diğer hücrelerin tepkilerine de bakacağız. Antikanser peptidlerinin bir özelliği var: Kanser hücresinde oluşturdukları holler, kemoterapide kullanılan moleküllerin içeriye girmesini kolaylaştırıyor. Biz, buna sinerjik etki diyoruz. Böylece direkt kanserli hücreye giden spesifik bir mekanizma açmış oluyoruz. Bu da kemoterapik ajanların daha düşük miktarda kullanılmasını sağlıyor. Ayrıca bu sistem, radyoterapi ışınlarının da kanserli hücrelere girmelerini kolaylaştırıyor. Böylece ‘Sekonder Kanser’ dediğimiz nükseden vakaların da bir miktar önüne geçmeyi hedefliyoruz. Kanser tedavisi, çok zor olan bir tedavi. Kanserleşmeden sonra insanların aldıkları tedavi olanakları çok acılı bir süreç. Kanser hücreleri dışarıdan verilen her tedavi yöntemlerinden kaçma yolunu buluyorlar. Ayrıca radyoterapi, kemoterapi gibi tedaviler, insanların sağlıklı hücrelerini de etkiliyor. Şu anda uygulanan kanser tedavilerinde en büyük sorun bu. O yüzden tedavi sürecinde nokta atışı yapılması gerekiyor. Kanser hücresi belli bir miktar çoğaldıktan sonra, sağlıklı bağışıklık sistemi hücrelerini de kendi tarafına çekmeye başlıyor. Kanserli hastalar kanserden dolayı değil, sağlıklı hücrelerin yetersizliğinden dolayı hayatlarını kaybediyorlar. O yüzden kanseri, bağışıklık hücrelerini kendi tarafında çevirmeden evvel tespit edilebilmesi gerekiyor” diye konuştu. “Multidisipliner olarak çalışıyoruz” Biyokimya Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi bursiyer Ceyda Özen ise, “Projemiz birçok bilim dalını barındırıyor. Örneğin biyoproses çalışmaları, enstrümantal analiz çalışmaları, mikrobiyolojik çalışmalar, hücre kültürü deneyleri gibi pek çok alanla birlikte multidisipliner olarak çalışıyoruz. Bu zenginlik proje ekibimize ve çalışmalarımıza büyük bir heyecan katıyor. Toplumda çoğu kişinin karşı karşıya kalarak, acı ya da kayıp yaşadığı bir hastalık için bir çözüm yolu arayışındayız. Bu çözüm yolunun bir parçası olmak ve topluma hizmet etmek bizim için çok değerli ve gurur verici” dedi. HABER MERKEZİ

Türkiye'de kök hücre naklinde gurur verici tablo Haber

Türkiye'de kök hücre naklinde gurur verici tablo

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) düzenlenen 6. Hematolojik Nadir Hastalıklar Kongresi'nin ardından değerlendirmelerde bulunan Altuntaş, Türkiye'nin, kök hücre naklinde bundan 10-15 yıl önce gelişmekte olan ülkeler kategorisinde bulunduğunu hatırlatarak Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, akademisyenler ve özel sektörün, araştırma, eğitim, yatırım ve çabaları ile Türkiye'nin artık Batı ülkelerinin seviyesine ulaştığını kaydetti. Altuntaş, "Türkiye yıllık 5 bine ulaşan kök hücre nakli ile Avrupa'nın yükselen yıldızı. Bugün baktığımızda kök hücre naklinde milyonda 60-70 bandına ulaşmışız. Bu oran kişi başına milli geliri bizden 4-5 kat olan ülkeler seviyesini ifade etmektedir. Bu aynı zamanda Türkiye'nin sağlığa verdiği önem ve yatırımın bir göstergesidir." diye konuştu. Kök hücre naklinin yanı sıra Türkiye'nin kanser tedavisinde de dünya genelinde her yönüyle iyi bir noktada olduğuna işaret eden Altuntaş, hem kök hücre nakli hem de kanser tedavisinde önem arz eden klinik araştırmalara katılımın teşvik edilmesi gerektiğini vurguladı. Altuntaş, kök hücre nakli ile kanser araştırma ve tedavisinde iyi bir seviyede bulunmanın gelişmelere kapalı olunacağı anlamı taşımadığını ve dünyadaki yenilikleri anlık takip ettiklerini belirterek, sağlık alanında akademi, devlet ve özel sektörün çabaları ile Türkiye'nin gelecekte daha iyi bir seviyeye taşınacağını sözlerine ekledi. AA

80 yaşında akciğer kanserini yendi Haber

80 yaşında akciğer kanserini yendi

Akciğer kanserine yakalandığını öğrendiğinde 79 yaşında olan emekli mali işler müdürü Hasan Irgat, yaşı nedeniyle kemoterapi tedavisi göremedi ancak immünoterapi için uygun olduğu belirlendi. İmmünoterapi tedavisi görmeye başlayan Hasan Irgat’ın akciğerindeki tümörler, aradan geçen 1 yılda neredeyse tamamen yok oldu. 1-7 Nisan Kanser Farkındalık Haftası için en güzel sözü söyleyen Irgat, “Eski halime geri döndüm” dedi. "CİĞERLERİM TEMİZLENMİŞ DURUMDA" Dünyada her 6 ölümden 1’inin sebebi kanser. "Çağın vebası" olarak adlandırılan bu hastalıkla ilgili farkındalığı artırmak için 1-7 Nisan haftası, Kanser Farkındalık Haftası olarak anılıyor ve çeşitli etkinlikler yapılıyor. Çeşitli yöntemlerle mücadele edilen kanserde en yaygın kullanılan tedavi cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi olarak öne çıkıyor. Ancak son yıllarda kullanılan bir diğer seçenek immünoterapi. Yöntem, diğer tedavi yöntemlerinden farklı olarak kanserle mücadele etmek için vücudun kendi savunma mekanizmasını kullanıyor. Yani bağışıklık sistemini uyarıyor ve kanserli hücreleri yok etmesi için teşvik ediyor. Özel bir şirkette yıllarca mali işler müdürü olarak görev yaptıktan sonra emekli olup eşiyle birlikte Ayvalık’a yerleşen 80 yaşındaki 2 çocuk babası Hasan Irgat’ın sakin bir şekilde sürdürdüğü emeklilik yaşantısı, geçen yıl aldığı haberle kabusa döndü. Bir gün banyoda ağzından düğme büyüklüğünde kan gelen Irgat’ın yapılan tetkiklerinde akciğerinde tümör olduğu tespit edildi. Yaşı itibariyle kemoterapi için uygun olmadığı söylenen Irgat’ın önünde bir seçenek daha vardı; immünoterapi. Yapılan tetkiklerde immünoterapi için uygun olduğu belirlenen Hasan Irgat, bir yıl boyunca hekimlerin belirlediği periyotlarda immünoterapi aldı. Hastanın akciğerindeki tümörler, aradan geçen 1 yılda neredeyse tamamen yok oldu. Sağlığının geri geldiğini söyleyen Irgat, “Şu an ciğerlerim temizlenmiş durumda. Ben çok iyiyim. Hatta bahçe işleriyle uğraşmaya da başladım. Öncesinde 5 metre uzaklıktaki tuvalete bile nefessizlikten yürüyemiyordum. Eski halime geri döndüm” diye konuştu. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE 'HATIRLATICI' ETKİ YAPIYOR Hasan Irgat’ın tedavisini gerçekleştiren Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Gülcan Bulut, "Hasan Bey’in vücudu hızlı bir şekilde tümör marker yanıtı aldı. Akciğerlerinin neredeyse tamamına yakını tümörsüz şu an. Sadece 1 yılın sonunda bu duruma geldik. Sadece tek ilaç alıyor. Yan etki olarak da ciddi bir yan etki yaşamadı. Kortizon kullanmadı, tedavi arası vermedi. Yapılan son tetkikleri de gayet güzel” dedi. İmünoterapinin diğer tedavi yöntemleriyle birleştirildiğinde etkinliğinin yüzde 30 kadar arttığını ifade eden Doç. Dr. Bulut, “Tümörle savaşan aslında ilaç değil. Bağışıklık sisteminin kendisi. Kemoterapiden farkı bu. Kemoterapi hızla üreyen tüm hücreleri etkiliyor. Ancak immünoterapi, kişinin kendi bağışıklık sistemini yeniden eğitip ‘Vücudunda tümör olmaması gerekiyor. Sen bunu kaçırmışsın. Şimdi gidip onları yakalamalı ve vücuttan uzaklaştırmalısın’ diyor. Kanserli hücreler, çeşitli stratejilerle çoğu kez bağışıklık sisteminden ustaca gizlenmeyi başarabilirler. İmmünoterapi, vücudun onları bulmasına yardım eder” ifadelerini kullandı. Doç. Dr. Bulut, immünoterapinin her kanser hastası için uygun olmadığını da belirten Doç. Dr. Bulut, "Melanom, akciğer, mesane, mide kanseri gibi tümör tiplerinde, daha önce faz-3 çalışması yapılmışsa ve hastanın durumuna katkı sağladığı ortaya koyulmuşsa, o zaman immünoterapi uygulamaya karar verilebilir" sözlerine yer verdi. İHA

Kanseri yendi, kitaplarıyla umut oldu Haber

Kanseri yendi, kitaplarıyla umut oldu

Tedavi sürecini kurgu ile harmanlayarak kaleme aldığı “Sen Yoksun Ben Varım” kitabının ardından lösemili bir çocuğun hikayesini anlattığı “Yaşasın Yaşamak” adlı çocuk kitabını da yayınlayan Atmaca, kanser teşhisinin 3'üncü yıldönümünde İzmirli kitapseverlerle bir araya geldi. Babasını kaybettikten 3 ay sonra rutin kontrol sırasında 3'üncü evre yumurtalık kanseri olduğunu öğrenen 35 yaşındaki Ceren Atmaca, çeşitli ameliyat ve tedavilerin ardından kanseri yendi. Zorlu mücadelesini kurguyla harmanlayarak yazıya döken Atmaca, 2021 yılında ilk kitabı “Sen Yoksun Ben Varım”ı yayınladı. Atmaca'nın, lösemili bir çocuğun hikayesini anlattığı “Yaşasın Yaşamak” adlı ikinci kitabı da bir ay önce raflardaki yerini aldı. Kanser teşhisinin 3. yılında İzmir’de bir kitabevinde imza günü düzenleyen Atmaca, kitapseverlerle hem söyleşi yaptı hem de kitaplarını imzaladı. Atmaca, "Yaşasın Yaşamak" kitabından elde edilen gelirin bir kısmının Türk Kanser Derneğine bağışlanacağını ifade etti. Teşhisinin 3. yılında imza günü düzenledi İmza günü tarihinin kendisi için çok önemli olduğunu söyleyen Atmaca, “Bugün sürece başlayalı tam 3 sene oldu ve tam 3 yıl sonra imza günü düzenliyorum. Kanser olduğum rutin bir kontrol sırasında ortaya çıktı ve ortaya çıkana kadar hiçbir belirti vermemişti. Bu sebeple rutin kontrollerin çok önemli olduğunu belirtmek istiyorum. Yapılan tetkiklerde 3. evre yumurtalık kanseri olduğumu öğrendim. Teşhis almadan 3 ay önce babamı kaybetmiştim. Dolayısıyla mücadelem iki kat artmıştı. Bu zorlu dönemde ailem ve dostlarım bana gerçekten büyük destek oldu. Bu süreç içerisinde kitaplara yöneldim. İnanılmaz ağrı ve acılar yaşarken kitaplara sığındım. Aslında mesleğimin temelleri de bu dönemde atıldı. Hastalığım pandemi sürecine denk gelmişti ve bir üniversitenin online editörlük kursuna yazıldım. Editörlük sertifikamı alarak bazı yayınevleri için editörlük yapmaya başladım” dedi. Çocuklara lösemiyi anlattı Editörlük serüveninin başlamasının ardından ilk kitabını yazan ve şu an bir yayınevinin genel yayın yönetmenliğini yürüten Atmaca, “İlk kitabımı kedimle yazdım. Bu kitabın satılarında nasıl benim gözyaşlarım varsa kedimin de pati izleri var. İlk kitabım 2 ay gibi kısa bir sürede 2. baskıya geçti. Çünkü maalesef hemen hemen her aileden bir kişi artık kanser hastası. Kitabı yazmamdaki tek amacım kanser hastalarına destek olmaktı. Onlara ‘yalnız değilsiniz’ mesajını vermekti. Bu hastalığı çocuklara da öğretmek amacıyla Yaşasın Yaşamak kitabımı kaleme aldım. Çünkü çocukların okullarında, sınıflarında, oturduğu apartmanlarında kanser hastası kişiler var. Kitabımda, bu hastalığın bulaşıcı olmadığını, lösemi olan kişilerin kan ve ilik bağışı ile iyileşebileceğini, bu esnada saç dökülmelerinin ve maske takmanın ne kadar normal olduğunu çocukların da öğrenmesini istedim. Lösemiye yakalanan Deniz isimli bir kız çocuğunun hikayesinin anlattığım kitabımda löseminin nasıl bir hastalık olduğunu, çocukların ne öğrenmesi gerektiğini, çocukların arkadaşlarına nasıl davranması gerektiğini onlara uygun bir dille anlattım. Kitabım psikologlar eşliğinde yazıldı ve kitabımın gelirinin bir kısmı Türk Kanser Derneğine bağışlanacak” diye konuştu. “Beni ben yapan herkese ve her şeye teşekkür ediyorum” Kanser hastalarına “umutsuzluğa kapılmayın” mesajını veren Atmaca, “Umut her zaman var. Tabii ki bu dünyadan göçüp gideceğiz ama tevekküle de inanan biri olarak bunu kabul edip bedenimize iyi bakarak, tedavimizi olarak, ‘Ben bu işi çözeceğim’ diyerek kanseri yenebiliriz. 3 sene önce ben de böyle düşünmüyordum. Umutsuz kaldığım çok zaman oldu ve bu süre içerisinde psikolojik destek de aldım ama bugünkü beni ben yapan herkese ve her şeye teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı. Kanseri atlatan Atmaca, sağlık kontrollerinin devam ettiğini söyledi. İHA

Kanser hastaları nasıl beslenmeli? Haber

Kanser hastaları nasıl beslenmeli?

Kanser tedavisi gören bir kişinin yediği gıdalara dikkat etmesi gerektiğini belirten uzmanlar, bu hastaların tedavi ve hastalığın etkilerinden dolayı kilo vermeye meyilli olduğunu söyledi. Günümüzde kanserli hastaların tedavi ve psikolojik durumunun hastalığın sürecini etkilediğinin iyi bilinmekte olduğunu belirten Medicana Bursa Hastanesi Tıbbı Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Nilüfer Avcı, beslenmeden egzersize kadar birçok etkenin de sürece katkı sağladığını söyledi. İlk olarak kanser hastasının beslenmesine özen göstermesi gerektiğini belirten Avcı, özellikle doymuş yağlar ve çok kalorili beslenmenin hem obeziteye hem de birçok kanser tipine sebep olduğuna dikkat çekti. Tekli doymamış yağların kanser ile ilişkisinin daha az olduğunu ifade eden Avcı, bu grup yağların ise zeytinyağı, avokado, fıstık, balık, cevizde bulunduğunu söyledi. Avcı, "Yapılan araştırmalarda çok fazla et tüketen insanlarda kolon, prostat ve mide kanseri riskinin arttığı gösterilmiştir. Etin özellikle mangalda veya kaynatılarak çok yüksek ısıda kimyasal işlemlere maruz bırakılması kanser riskini artırır. Ancak kanser tedavisi sırasında et sağlıklı pişirilerek belirli ölçülerde tüketilebilir. Tümüyle kısıtlanması söz konusu değildir. Şeker alımı ile kanser riskinin arttığına dair direkt bir ilişki gösterilmemiş olsa da çok şekerli ve tatlandırıcı kullanılmış gıdaların tüketilmesi kilo artışına sebep olur. Kilo alımı da kanseri tetikleyebilir" dedi. Vitamin ilaçlarına dikkat Sebze ve meyve tüketimi ile mide ve bağırsak kanseri riskinin azaldığının gösterildiğini belirten Avcı, "Kanserli hastalarda da günde 2-3 porsiyon sebze ve 1-2 porsiyon meyve önerilmektedir. Hangi sebze ve meyvenin daha fazla koruyucu olduğu bilinmediği için tüm sebze ve meyvelerin tüketilmesi öneriliyor. Orta derecede bir fizik aktivite halsizlik, kas kuvveti, kalp-damar sağlığı ve hastanın ruhsal durumunu iyileştirir. Hayat kalitesi iyileşir. Hastanın durumu ve hastalığın evresi ile ilişkili olarak kanser tedavisi sırasında da doktorun önereceği ölçüde fiziksel aktivite önerilir. Doktor önermediği sürece hasta vitamin ilaçları kullanmamalıdır. Gereksiz vitamin kullanımı zararlı olabilir. Önerilen kaliteli beslenmektir. Kemoterapi sırasında immün sistemi zayıftır. Bu sebeple kanser hastalarının enfeksiyona yakalanmaması için temizliği çok önemlidir" diye konuştu. Tedavide kullanılan ilaçlara değinen Avcı, "Aslında kemoterapi derken tek bir ilaçtan bahsetmiyoruz. Kemoterapide ilk olarak sitotoksikler dediğimiz bir grup ilaç kullanılmıştır. Bu sitotoksikler de kendi arasında etki mekanizmalarına göre gruplandırılır. Dolayısıyla her bir ilacın etki mekanizması kadar yan etkisi de farklıdır. Bu yan etkiler hastanın vücut direnci ile ilişkili olarak farklı şiddet derecelerinde görülür. Sitotoksik ilaçlar, hızlı çoğalma ve bölünme yeteneğine sahip kanser hücrelerini etkiler. Ancak tedavi sırasında hızlı bölünme yeteneğine sahip normal hücreler de etkilenebilir. Yani saç dökülmesi, kansızlık, ağızda yara, bulantı, ishal ve kabızlık gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bazı kemoterapi ilaçları kalp, böbrek, akciğer ve sinir siteminde de yan etki oluşturabilir" şeklinde konuştu. "Artık akıllı ilaçlar var" Kanser hücrelerinin normal hücrelerden farklı özelliklere sahip olduğunu ifade eden Avcı, "Sadece kanser hücrelerinde bulunan bu özellikleri tanıyan ve kanser hücresini yok etmeye yönelik ilaçlara akıllı ilaç (hedefe yönelik) denir. Akıllı ilaçlarda etki mekanizma ve moleküler yapılarına göre ayrılırlar. Bu ilaçlar ile tedavideki hedef normal hücrelere zarar vermeksizin daha fazla kanser hücresini öldürmektir. Günümüzde modern tıptaki gelişmeler ile birlikte kanser hücresinin biyolojik özelliklerini tespit edebiliyoruz. Bu özelliklere göre de hedefe yönelik ilaçları daha fazla kullanıyoruz" dedi. İHA

Bu testler kanser tedavisinde mutlaka yer almalı Haber

Bu testler kanser tedavisinde mutlaka yer almalı

Kanser, yol açtığı sağlık sorunlarının yanı sıra, hasta ve hasta yakınlarına verdiği maddi ve manevi zararlar nedeniyle önemli bir halk sağlığı problemi olmaya devam ediyor. Sağlık Bakanlığına ait resmi rakamlar değerlendirildiğinde, bir yıl içerisinde yaklaşık 96 bin 200 erkek ve 67 bin 200 kadının kanser teşhisi aldığı tahmin ediliyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi Medical Point Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinden Prof. Dr. Ahmet Dirican da, 4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle bir açıklama yaptı. Dirican, genetik ve moleküler testlerin kanser tedavisindeki önemine dikkat çekti. Erkeklerde en sık akciğer, kadınlarda meme kanseri Kanserin, dünya genelinde kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci önde gelen ölüm nedeni olduğunu söyleyen Dirican, “Kanser dünya çapında bireyler, topluluklar ve sağlık sistemleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. 2018'de küresel kanser yükü tahmini 18,1 milyon vakaya ve 9,6 milyon insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanserler akciğer ve prostat kanseri iken kadınlarda en sık görülen kanser meme kanseridir. Hem erkeklerde hem de kadınlarda bağırsak (kolorektal) kanseri üçüncü en sık görülen kanser türüdür. Çocukluk çağı kanserlerinde ise lösemi en sık görülen kanser türüdür” dedi. Dünya Kanser Gününün, kanser teşhisini ve tedavisini kolaylaştırmak ve kanser farkındalığını artırmak için 4 Şubat'ta kutlanan uluslararası bir gün olduğunu belirten Dirican, “Dünya Kanser Günü, 2008 yılında yazılan Dünya Kanser Beyannamesinin hedeflerini desteklemek amacıyla kutlanmaktadır. Dünya Kanser Gününün ilk amacı, kanserin neden olduğu rahatsızlıkları ve ölümleri önemli ölçüde azaltmaktır. Kanser başlıca; tütün kullanımı, fazla kilolu olma, meyve ve sebzeden fakir beslenme, yetersiz fiziksel aktivite, alkol tüketimi ve genetik geçiş gibi faktörlerden kaynaklanmaktadır. Oysa yine günümüz şartlarında kanserlerin yüzde 30-50’ye yakınının, risk faktörlerinden kaçınma ve mevcut kanıta dayalı önleme stratejilerinin uygulanması yoluyla önlenebilir durumda olduğu bilinmektedir; ayrıca, erken tanı konmuş ve uygun şekilde tedavi edilmişse birçok kanserin iyileşme ihtimalinde yüksek olduğu bilinen bir gerçektir” şeklinde konuştu. Kişiye özel tedavi Kanser tedavisindeki son gelişmeler hakkında da bilgiler veren Dirican, “Kanser genetik bir hastalık olduğundan dolayı kanserin tedavisinde kanserin genetik haritası çıkartılarak hareket etmekteyiz. Klasik kemoterapi tedavisinin ötesinde bu testlerin geliştirilmesi ile organa yönelik tedaviden ziyade kişiye özel tedaviler yapmaktayız. Klasik kemoterapiye göre başarı oranları çok daha yüksek olmaktadır. Kanserin bireyselleştirilmiş tedavisinde genomik profilleme testleri kullanılmaktadır. Bu testler öncelikle kanserli dokudan alınan biyopsilerde çalışılmaktadır. Eğer doku biyopsi yapılamıyorsa kandan tümörün DNA parçalarının ayrıştırılarak analiz edilmesiyle de yapılabilmektedir. Genetik kodumuz kişiye özelse kanserin tedavisi de kişiye özel olmalıdır. Bu nedenle moleküler testlerin kanser tedavisinde mutlak yer alması gerekmektedir” şeklinde konuştu. İHA

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.