TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#diyabet

diyabet haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, diyabet haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Şeker hastaları için Ramazan ayı tavsiyeleri Haber

Şeker hastaları için Ramazan ayı tavsiyeleri

Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Pınar Şişman, şeker hastalarının gün içinde az ve sık yemek yemelerinin, kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutmaları açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak şunları söyledi: "Şeker hastalığının başlangıç aşamasında olan ve düşük kan şekeri seviyesine neden olmayan ilaçlar kullanan hastalar, doktorlarının onayıyla oruç tutabilirler. Ancak, diyabet hastalarında uzun süreli açlık kan şekeri seviyelerini tehlikeli düşüşlere sokabilir. Ancak, bu risk her diyabet hastası için farklıdır. Bu nedenle, oruç tutma kararı vermeden önce hasta, doktoru tarafından değerlendirilmelidir. Oruç tutma kararı alınırken, hastanın diyabet tipi, kullandığı ilaçlar, genel sağlık durumu, eşlik eden hipertansiyon, kalp hastalığı gibi diğer hastalıklar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kararı alırken, hastaların mutlaka doktorlarıyla birlikte hareket etmeleri gerekmektedir." Tip 2 diyabet hastalarında oruç tutma kararının kişinin bireysel özelliklerine göre verildiğini belirten Şişman, "İnsülin ya da insülin salgılatıcı ilaç kullanan tip 2 diyabet hastalarının, uzun süren açlık süresince hipoglisemi (şeker düşüklüğü) riski daha yüksektir. Diyabeti hafif olan, kan şekeri ölçümleri düzenli olan ve doktoru tarafından teyit edilen, insülin ya da insülin salgılatıcı ilaçları kullanmayan diyabet hastalarının, doktor onayı alındıktan sonra oruç tutmasında bir sakınca yoktur" dedi. Endokrinoloji Uzmanı Dr. Pınar Şişman, oruç tutmak isteyen diyabetli hastalara şu önerilerde bulundu: "Oruç tutmak istiyorsanız, öncelikle takip ve tedavinizi yapan hekiminizle görüşüp, oruç tutmanızın uygun olup olmadığını öğrenin. Düzenli olarak parmaktan kan şeker ölçümlerinizi yapın. Unutmayın, kan şekerini ölçmek orucu bozmaz. Hipoglisemi riskini artıracağı için yoğun egzersizlerden kaçının. Hipoglisemi ihtimaline karşı yanınızda meyve suyu gibi şekerli bir gıda bulundurun. Ramazan boyunca beslenmenize daha fazla özen gösterin. Sahurda posadan zengin ve uzun süre tok tutacak gıdaları tercih edin. Çavdar veya tam buğday ekmeği, az yağlı peynir, yumurta, zeytin, bol yeşillik, bir bardak süt veya ayran ve bir porsiyon meyve uygun bir seçenek olabilir. Orucunuzu salata ve bir kâse çorba ile açıp, 10-15 dakika ara verdikten sonra yemeğe devam ederek ani şeker yükselmelerinden kaçınabilirsiniz. Gece ara öğününde ise gün boyu yeterince tüketemediğiniz meyve, süt veya yoğurt, az miktarda fındık, badem, ceviz gibi besin gruplarına yer verin. Sıvı ihtiyacınızı karşılayabilmek için iftardan sonra bol su içmek yanında, şekersiz komposto, ayran, süt, şekersiz çay gibi içecekleri de tercih edebilirsiniz."

Dünya Diyabet Günü’ne dikkat çekmek için yürüdüler Haber

Dünya Diyabet Günü’ne dikkat çekmek için yürüdüler

Hayat Hastanesi tarafından geleneksel hale getirilen ve bu yıl 5’ncisi gerçekleşen diyabet yürüyüşüne katılan Hayat Hastanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Başhekimi Uzm. Dr. Fatih Özkul, yönetim kurulu üyeleri, doktorlar ve çok sayıda vatandaş, diyabet hastalığına dikkat çekmek için ellerinde balonlar ve pankartlarla yürüdü. Barış Kadın Bando Takımı'nın çaldığı marşlar eşliğindeki yürüyüş Cumhuriyet Caddesi'nden başlayıp, Zafer Plaza Meydanı'nda son buldu. Diyabetin Türkiye'de görülme sıklığı gittikçe artan, ciddi organ yetmezliğine yol açan ve hayat kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalık olduğunu belirten Uzm. Dr. Fatih Özkul, adı şeker olan hastalığın artık Türk halkının ağız tadını bozduğunu ifade etti. Özkul, “Diyabet yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve tedavisi, takibi aksatıldığında da körlük, kalp damar hastalıkları, böbrek yetmezliği ve uzuv kaybına kadar sorunlara yol açabilen bir hastalıktır” dedi. Özkul konuşmasını şöyle sürdürdü: “Doktorlarımızla, sağlık çalışanlarımız ile bu konuya dikkat çekip, farkındalık oluşturmaya çalışırken, aynı zamanda bakanlık tarafından düzenlenen ‘Her gün 10 bin adım’ projesine destek sağlamak istedik. Diyabet hastalığıyla ilgili bilgilendirme broşürleri ve sağlıklı beslenmenin ve diyabet simgesi olan yeşil elmaları dağıtarak, farkındalık oluşturuyoruz. Hayat Hastanesi olarak bu tür farkındalıkları önemsiyoruz.’’ Vatandaşın da coşkuyla katıldığı yürüyüş sonunda vatandaşlara elma dağıtılarak program sona erdi. Bu haber de ilginizi çekebilir: Diyabet görme kaybına neden oluyor

Diyabet görme kaybına neden oluyor Haber

Diyabet görme kaybına neden oluyor

Göz Hastalıkları hekimi Prof. Dr. Selçuk Sızmaz, halk arasında yaygın olarak bilinen adıyla “şeker”, tıbbi literatürdeki adıyla “Diabetes mellitus” hastalığının, kanda glukoz (şeker) düzeylerinin kontrolsüz olarak yükselmesi ile seyreden bir hastalık olduğunu ifade ederek, kan şeker düzeyinin uzun süreler normalin üzerinde kalmasının damar sistemi, böbrek ve göz gibi organlarda hasar ile sonlandığını söyledi. Tüm dünyada endüstriyel gıda tüketimin artması ve bunun yanında değişen yaşam tarzına bağlı olarak bireylerin hareketlerinin azalması, obezitenin ve buna bağlı metabolik hastalıkların da yaygınlaşmasına yol açtığını belirten Prof. Dr. Sızmaz, şeker hastalığının, oluş mekanizmasına göre, Tip 1 ve Tip 2 olarak ayrı tipleri bulunduğunu; Tip 1'in genellikle genç, Tip 2'nin ise ileri yaşlarda meydana geldiğini anlattı. Prof. Dr. Sızmaz, şeker hastalığında gözün kornea, göz dışı kasları hareket ettiren sinirler ve görme siniri gibi farklı dokularında etkilenme olmakla birlikte, hastalığın gözdeki en önemli komplikasyonunun görme işlevinin ilk meydana geldiği doku olan retinada oluşan hasar olduğunu ve buna da “diyabetik retinopati” denildiğini ifade etti. “Tedavisiz kalırsa durum giderek kötüleşir” Hastalığın ilk evrelerinde retinada kanamalar ve damar yapısında bozulmalar görüldüğüne değinen Prof. Dr. Sızmaz, “Tedavisiz kalırsa, yeni damar oluşumlarının meydana gelmesi ile durum daha da kötüleşir. Tabloya hastalığın herhangi bir döneminde görme noktasında (sarı nokta) ödem oluşumu eklenebilir. Görme noktasında oluşan ödem görme düzeyinin çok ciddi şekilde düşmesine yol açacaktır. Hastalık tedavisiz kalırsa göz içine kanama, sinir tabakasında (retina) yırtılma ve ayrılma ve tedaviye dirençli göz tansiyonu yüksekliği gibi durumlar gelişebilir ve süreç kalıcı görme kaybı ile sonlanabilir” diye konuştu. Diyabetik retinopatinin Tip 1 diyabet hastalarında hastalığın başlangıcından daha uzun bir süre sonra ortaya çıkmakla birlikte daha şiddetli seyrettiğini ifade eden Prof. Dr. Sızmaz, Tip 2 diyabet hastalarında ise bu durumun tam tersi olduğunu, bulguların tanıdan nispeten kısa süre sonra ortaya çıktığını ancak daha hafif seyrettiğini anlattı. Kan şeker düzeyinin, bu hastalığın şiddeti açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sızmaz, “Şeker düzeyleri yüksek olan hastalarda hastalık şiddetli seyretmekte ve hızla kalıcı görme kaybı meydana gelme riski bulunmaktadır. Şeker düzeyi de kontrol için tek başına yeterli değildir; hastaların kan basıncı, böbrek fonksiyonu, kan yağları (kolesterol ve trigliserit) ve kan hücreleri değerleri yönünden de sıkı kontrol altında olması gerekmektedir” dedi. “Retinopati yoksa yılda 1 kez göz muayenesi gerekir” Sızmaz, hastalığın meydana gelişinin gecikmesi ve seyrinin yavaşlaması için bahsedilen kontrollerin çok önemli olduğunu, bunlara ek olarak, şeker hastalarının düzenli göz kontrollerinin yapılmasının erken tanı ve tedavi fırsatı sunduğunu sözlerine ekledi. Retinopati görülmeyen şeker hastalarının yılda 1 kez, retinopati ortaya çıkarsa hastalığın şiddetine göre göz doktorunun önerileri doğrultusunda muayene gerektiğini belirten Prof. Dr. Sızmaz, “Her seferinde ayrıntılı göz muayenesi yapılmalıdır. Retinopati başladıktan sonra optik koherens tomografi ve retina anjiyografisi gibi tetkikler de bulguların şiddetine göre planlanmalıdır. Her iki yöntemde de X ışını kullanımı söz konusu değildir. Sistemler optik prensiplere dayanarak çalışmaktadırlar. Optik koherens tomografi ile retinanın tabakaları daha ayrıntılı incelenebilmekte, hastalığın seyrine dair net veriler elde edilebilmektedir. Retina anjiyografisi de retina damarlarının durumunu ve retinanın dolaşımını göstermektedir. Sanılanın aksine, retina anjiyografisinin tedavi edici özelliği bulunmamaktadır” diye konuştu. “Lazer ve enjeksiyon uygulamaları kör etmez” Prof. Dr. Sızmaz, hastalığın ilerleyerek körlükle sonlanmasını önlemek için hastanın hem dahili hem de göz yönünden sıkı kontrol altında olması gerektiğinin altını çizerek, damarsal oluşumlar için lazer uygulamaları, sarı noktadaki ödemin tedavisi için göze enjeksiyon uygulamalarının tercih edildiğini; özellikle takiplerini düzenli yaptıran hastaların tedavisinde başarılı sonuçlar alındığını kaydetti. Son olarak doğru bilinen yanlışlara değinen Sızmaz, “Göz içine enjeksiyon ve lazer halihazırda şekere bağlı göz tutulumunun etkin tedavi yöntemleridir. Hastalar bazen bu tedavilerin körlükle sonuçlandığına dair yanlış algılara kapılmaktadırlar. Altını çizerek söylemek gerekirse; kör eden lazer veya enjeksiyon değil, kötü şeker kontrolü ve yetersiz tedavidir. Uygun takip ve tedavi altında çalışma yaşamından kopmayan çok sayıda hastamız da vardır” dedi. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Uzmanından çocuklara görme bozukluğu uyarısı

Diyabette takdir edilecek durumdayız Haber

Diyabette takdir edilecek durumdayız

Halk Sağlığı ve İç Hastalıkları Uzmanı, Karadeniz Diyabet Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emin Dinççağ, diyabet hastalığıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin diyabetle mücadelede takdir edilecek bir konumda olduğunu ifade eden Dr. Emin Dinççağ, "Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılını kutlarken pek çok alanda değerlendirmeler yapıp, ne kadar yol aldığımızı anlamaya çalışıyoruz. 100 yıllık geçmişimizde diyabet alanında da geldiğimiz nokta takdir edilecek bir durumdur. Dünyanın pek çok ülkesi ile karşılaştırıldığında diyabet alanında hastalığın farkındalığı, tanı ve tedavisi, gerekli ilaç ve malzeme, yetişmiş insan gücü, sağlık kurumları, sivil toplum örgütleri, araştırma ve geliştirme açısından ihmal edilemeyecek başarılarımızın olduğu ve ileri ülkeler ile rekabet edebilecek düzeyde olduğumuzu görüyoruz. 1955 yılında Türk Diyabet Cemiyeti’nin kurulması ile ivme kazanan diyabet çalışmaları, Prof. Dr. Şevki Yener ve Dr. İhsan Aksen gibi diyabet alanında ilgili hocalar vasıtasıyla uluslararası münasebetler ile geliştirilmeye çalışılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda, diyabet alanında önemli gelişmeler olmuş, diyabet farkındalığı ve tedavisi ülkemizde de bir çok standardın üzerinde gerçekleşmiştir. Dünyada da ülkemizde de diyabet farkındalığı yüzde 40-45 civarındadır. Diyabet, bulaşıcı olmayan hastalıklar arasında önemli yer tutmaktadır. Yaşadığımız çağın en önemli halk sağlığı problemidir. Uluslararası Diyabet Federasyonu 2019 yılı, 20-79 yaş aralığında 463 milyon insanın tahmini diyabetli olduğunu belirtmektedir. Bozulmuş glikoz toleransı (gizli şeker hastalığı) olanlar ilave edilirse bu rakamın çok büyük olduğu tahmin edilebilir. Ülkemizde de yüzde 14 kişinin diyabetli olduğu ve Avrupa'da en fazla diyabetlinin Türkiye'de olduğu bilinmektedir" diye konuştu. Diyabete bağlı ölümlerin HIV/AIDS, tüberküloz ve sıtma kaynaklı ölümlerden daha fazla olduğunu belirten Dinççağ, "Diyabet hastalığında arzu ettiğimiz tedavi değerlerine ulaşabilmek için, ilaç, gereç, hekim, sağlık kurumu ve bunlara ulaşım kolaydır. Diyabet alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ve diyabet bilinci dünya devletleri ile yarışabilecek olgunluktadır ve gurur vericidir. Diyabet tedavisi alanında kırsal kesim ile kent merkezleri arasında fark olmasına rağmen diyabet alanında sınıfı geçiyoruz. Kırsal alandaki diyabet takibinin daha iyi yapılabilmesi için halk sağlığı hemşireliğinin geliştirilmesi ve kırsal alanda daha çok hizmet vermesi, diyabette akran eğitiminin sağlanması, diyabetli yakınların eğitimi, diyabet alanında seviyemizi daha ileriye taşıyabilecektir. İleri teknolojilerden yararlanmalıyız. Sensör gibi kan şekeri ölçümlerinde az kullandığımız modern yöntemler pahalı olması nedeniyle gelecekte daha çok kullanılabilirse diyabet tedavisinde daha ileri düzeyde olmamız mümkündür" şeklinde konuştu. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Gebelik öncesi hastalıkları tespit etmek mümkün mü?

Diyabet, çocuklarda arttı Haber

Diyabet, çocuklarda arttı

Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Aydın, ilk ve orta öğretim kurumlarında yaklaşık 25 bin diyabetli çocuğun olduğunu söyledi. Okul çağındaki diyabetli çocuklar hakkında bilgiler veren Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aydın, “Şeker hastalığı, çocukluk çağında en sık görülen kronik hastalıktır. Eski dönemlere ait ne yazık ki elimizde çok net veriler yok, ancak sıklığının giderek arttığını söyleyebiliriz. Tam net bir rakam veremesek de, okullarda yaklaşık 25 bin diyabetli çocuk var. Her yıl bin 500 kadar yeni diyabetli çocuk bu gruba katılıyor. Toplumdaki farkındalığı artması ile yeni tanı alan hastaların diyabetik komaya girmeden hastaneye ulaşmaları en büyük isteğimiz” dedi. “Diyabet aslında çok faktörlü bir hastalıktır” “Diyabetin ortaya çıkmasında birçok faktörün rol oynadığını ifade eden Prof. Dr. Murat Aydın, “Genetik olarak kişisel yatkınlık söz konusudur. Ancak bu durum bilinen kalıtımsal hastalıklar gibi değildir. Aileler bir çocukları diyabetli olunca diğer kardeşleri hakkında endişe duyuyorlar, ancak yüzde 95 ihtimalle diğer kardeşlerinde ortaya çıkmayacaktır” diyen Prof. Dr. Murat Aydın, “Genetik yapısı diyabet yatkın olan çocuklarda gribal enfeksiyonlar, kullanılan bazı ilaçlar, katkı maddesi içeren raf ömrü uzun paket gıda tüketimi gibi etkenlerin etkisiyle tetik çekiliyor ve hastalık aşikâr hâle geliyor. Yoksa bâriz bir kalıtımsal durumdan bahsedemeyiz” diye konuştu. “Diyabetin habercisi hareketsiz yaşam” Çocuklar arasında Tip 2 diyabetin de giderek arttığını söyleyen Prof. Dr. Murat Aydın, tip 2 diyabete sebep olan en büyük faktörün, hareketsiz yaşam ve obezite olduğunu vurguladı. Aydın, “Çocuklar artık sokaklarda ve parklarda oynamak yerine ekran başında zaman geçiriyorlar. Buradaki en büyük sorun televizyon, bilgisayar ve akıllı telefonda geçirilen hareketsiz zamanın fazla olması. Değinmemiz gereken diğer husus ise evlerdeki yemek alışkanlıklarının değişmesidir. Günümüz şartlarında çalışmak zorunda olan ebeveynler zaman kısıtlılığı gibi nedenlerden dolayı mutfaklarda çabuk hazırlanan hazır gıdaları tercih etmeye başladılar. Eski tencere yemeklerine rağbet azaldı. Hazır gıdaların içerisinde ise lezzeti arttırmak için bol miktarda şeker ve yağ oluyor, bozuk beslenme alışkanlıkları hareketsiz yaşam biçimi ile birleşince obezite ve diyabet gelişebiliyor” şeklinde konuştu. “Sağlıklı bir birey nasıl besleniyorsa diyabetli çocuklarda öyle beslenmelidir” Diyabet için çok özel bir diyetin olmadığını, sağlıklı bir birey nasıl besleniyorsa, diyabetli çocukların da öyle beslenmesi gerektiğini dile getiren Aydın, “Tüm çocuklar şekerli ve rafine gıdalardan, gazlı içeceklerden, ambalaj içerisinde olan gıdalardan ve özellikle içerisinde tatlandırıcı olan gıdalardan uzak durulmalıdır. Tip-1 diyabette yemek sırasında yasak yoktur, önceden hesaplamak ve insülin dozunu ayarlamak kaydıyla yemekte tatlı yiyebilirler. İnsülin dozunu ayarlamak için yemek öncesinde, diyabetli çocukların mutlaka kan şekerlerini ölçmeleri gerekir. Yapılacak insülin dozunun yediklerini karşılaması ve o anda kan şekeri yüksek ise düşürülmesini sağlaması gerekir. Buna uygun insülini yapıp istediklerini yiyebilirler. Çok küçük çocuklar hariç ara öğün almamalarını ya da az miktarda yemelerini öneriyoruz. Çünkü ara öğünleri öncesi insülin yapmamış oluyorlar. Diyabetliler dahil tüm çocukların mutlaka sağlıklı beslenmesini ve ev yemekleri yemesini öneriyoruz” ifadelerini kullandı. “Özellikle çocuklarınızı spora yönlendirin” Prof. Dr. Murat Aydın şunları söyledi: “Çocuklar zamanlarının büyük bir çoğunluğunu okulda geçiriyor. Dolayısıyla, ailelerin ve okulların üzerine düşen görev oldukça önemli. Derneğimizin de katkıları ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) yürüttüğü ‘Okulda Diyabet’ programları var. Çünkü diyabet bir hastalık bile değil. Diyabetli çocukları kan şekerleri diğer çocuklardan farklı olarak daha sık yükselip düşebilir ama bu durumlarda yapılacak işlemler basittir. ‘Okulda Diyabet’ programları dâhilinde verilen kısa eğitimler ile kolayca önlem alınabilir. Öğretmenlerimizden de bu konuda destek bekliyoruz. Zaten çocuklarımızın çoğu böyle durumlarda yapılacakları kendileri halledebiliyorlar. Ailelerden hazır gıdalardan çok tencere yemeklerine ağırlık vermelerini ve özellikle çocuklarınızı spora yönlendirmelerini istiyoruz. Çünkü spor sırasında kan şekerinin düzenlenmesi çok daha kolay olacaktır.” BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Dalından sofralara şifa kaynağı: Hünnap

Bursa'da diyabet hastaları şenlikte buluştu Haber

Bursa'da diyabet hastaları şenlikte buluştu

Bursa’da özel gereksinimli bireylerin toplumsal hayata tam katılımlarını sağlamak, ayrımcılığa maruz kalmayan, fırsat eşitliğinden yararlanan, haklarını kullanabilen kişiler olmalarına imkân tanımak için birçok çalışmayı hayata geçiren Bursa Büyükşehir Belediyesi, Tip 1 Diyabetliler Derneği iş birliğinde 7. Diyabetliler Şenliği’ni de düzenledi. Şenlik çerçevesinde Merinos Parkı’nda sokak oyun alanları, şişme oyuncaklar, boyama etkinliği, masa tenisi gibi çeşitli programlar düzenlenerek diyabet rahatsızlığı bulunan çocukların aileleriyle birlikte keyifli zaman geçirmesi sağlandı. ‘Tip 1 Diyabetliler Şenliği’ne katılarak çocukları bu mutlu günlerinde yalnız bırakmayan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği Başkanı Yadigar Aydın ve BUÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Halil Sağlam ile birlikte alanı gezerek vatandaşlarla bol bol sohbet etti. Şenliği düzenleyerek güzel ortamın oluşmasında emeği geçenlere teşekkür eden Başkan Alinur Aktaş, kendi ailesinde de şeker hastalığı olanların bulunduğunu ve bu yüzden rahatsızlığı yakından bildiğini söyledi. Gerekli kurallara uyulması ve bunu yaşam tarzına dönüştürmek gerektiğini belirten Başkan Aktaş, “Derneğimiz bu tür etkinliklerle toplumda bu hastalığa karşı farkındalık oluşturmayı hedefliyor. Ailelerin de şuurlu bir şekilde çocuklarına yaklaşma ve ilgilenme öncelikleri var. Allah herkese sağlık ve sıhhat versin. Hastalık insanlar için sonuçta. Mesele pes etmemektir. Bizler sene 10 Ocak ile 31 Aralık arasında doğum günü olan bin 200 çölyak hastası çocuğun doğum gününü kutladık. Ekiplerimiz evlerine giderek glütensiz yaş pasta götürdü. O ailelerin mutluluğuna ortam olmak bizim de için büyük bir mutluluk. Rahatsızlık olabilir mesele doğru şekilde mücadele edebilmek. Çölyak hastalarına gerekli ürünlerin üretilebilmesi için Merinos’ta yer tahsis ettik. Devletimizin de sağlık imkanları çok iyi. Bundan sonra Büyükşehir Belediyesi olarak her zaman destek olmaya hazırız. Çocuklar, bu ülkenin geleceği. Ailelerimiz ilgi ve alakayla çocuklarımızın yüreğini ne kadar doyurabilirse gelecekleri de o kadar iyi olur” dedi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Besinlerin değerini düşüren 10 hata

Çocukları obezite, kalp hastalığı ve diyabetten koruyun! Haber

Çocukları obezite, kalp hastalığı ve diyabetten koruyun!

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / ÖZEL HABER Okulların açılmasına az bir zaman kaldı. Peki, büyüme ve gelişme süreçlerinde sağlıklı ve dengeli beslenmeye ihtiyaç duyan çocuklar için ebeveynler nasıl bir yol izlemeli?  Uzman Diyetisyen Deniz Zünbülcan, çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri ve gelecekteki hastalık risklerini azaltabilmeleri için tavsiyelerde bulundu. Zünbülcan, “Unutmayın ki, çocuklarınızın sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmesi, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmelerine ve obezite, kalp hastalığı, diyabet gibi kronik hastalıklardan korunmalarına yardımcı olacaktır” bilgisini paylaştı. DENGELİ VE ÇEŞİTLİ BESLENME Çocukların her besin grubundan yeterli miktarda tüketmelerinin önemine işaret eden Zünbülcan, “Bu sayede, çocuklar ihtiyaç duydukları vitamin, mineral ve enerjiyi sağlıklı bir şekilde alabilirler. Sebzeler, meyveler, tam tahıllar, yağsız etler, balık, süt ve süt ürünleri gibi çeşitli besinleri tüketmeye özen göstermelidirler. Çocukların güne sağlıklı bir kahvaltıyla başlaması, enerji seviyelerinin ve konsantrasyonlarının artmasına yardımcı olur. Kahvaltıda süt, yoğurt, peynir, tam buğday ekmeği, taze meyve ve sebze gibi besinleri tüketmek önemli. Şekerli içeceklerin ve abur cuburun çocukların beslenmesinde yer almasını sınırlamaya özen gösterilmeli. Bu tür yiyecek ve içecekler, obezite, tip 2 diyabet ve kalp hastalığı gibi sağlık sorunlarına yol açabilir. Çocukların yeterli miktarda su tüketmeleri, vücutlarının düzgün çalışması için gereklidir. Su ihtiyacı ise yaş, kilo ve aktivite düzeylerine göre değişir” bilgisini paylaştı. SAĞLIKLI ATIŞTIRMALIKLAR SUNUN Çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için düzenli fiziksel aktiviteye ihtiyaçları olduğunu kaydeden Zünbülcan, “Haftada en az 5 gün, günde 60 dakika süreyle orta şiddette fiziksel aktivite yapmalılar. Fiziksel aktivite, çocukların enerji dengesini korumasına, kemik ve kas sağlığını desteklemesine ve ruh hallerini iyileştirmesine yardımcı olur. Onların, sebzeleri ve meyveleri daha çekici bulmalarına yardımcı olmak için tabaklarına renk katmak önemli. Bu sayede, çocuklar daha fazla çeşitli meyve ve sebze tüketir ve daha dengeli bir beslenme sağlar. Ailelerin çocuklarına örnek olacak şekilde sağlıklı beslenmesi, çocukların sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmesine yardımcı olur. Çocukların enerji seviyelerini ve konsantrasyonlarını sürdürebilmeleri için sağlıklı atıştırmalıklara ihtiyaçları vardır. Ara öğünlerde meyve, yoğurt, kuru yemiş, tam tahıllı ürünler gibi sağlıklı seçenekler tüketebilirler” bilgisini paylaştı. OBEZİTE, KALP HASTALIĞI VE DİYABET… Çocukların sağlıklı beslenme konusunda bilgi sahibi olmalarının, yaşamları boyunca sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmelerine yardımcı olduğunu hatırlatan Zünbülcan, ailelerin çocuklarına beslenme eğitimi vermelerini ve onları sağlıklı yiyecek seçimleri konusunda bilgilendirmelerini önerdi. Uzman Diyetisyen Deniz Zünbülcan son olarak, “Unutmayın ki, çocuklarınızın sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmesi, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmelerine ve obezite, kalp hastalığı, diyabet gibi kronik hastalıklardan korunmalarına yardımcı olacaktır” ifadelerini kullandı.

Kronik hastalarda sıcak çarpmasına dikkat Haber

Kronik hastalarda sıcak çarpmasına dikkat

Türkiye'de hava sıcaklıklarının artmasıyla, sıcaklıkla ilişkili hastalıklarda artış gözlemlediklerini ifade eden Yüzbaşıoğlu, aşırı sıcağa maruz kalmaya halk arasında "sıcak ya da güneş çarpması" adının verildiğini, buna her bireyin dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Sıcaklıkla ilişkili hastalık gruplarının, isilikten komaya kadar değişen bir tablo içerdiğine işaret eden Yüzbaşıoğlu, bunların içinde "klasik sıcak çarpması" ile "eforla meydana gelen sıcak çarpması"nın en önemlileri olduğunu kaydetti. ''Isı dengesinin bozulmasıyla farklı hastalıklar gözlenir'' Yüzbaşıoğlu, sürekli bir denge mekanizması bulunan vücudun, sıcaklığının 36-37,5 derece arasında olması için mücadele ettiğini dile getiren Yüzbaşıoğlu, "Kimi zaman terlemeyle kimi zaman sıvı alımıyla, idrar çıkışıyla ve hücresel düzeyli mekanizmalarla bu vücut ısısı dengede tutulur. Ancak çevresel koşulların değişmesiyle, yani havanın ısınması aynı zamanda nemin artmasıyla altta yatan hastalıklar, kullanılan ilaçlar gibi pek çok faktöre bağlı olarak ısı dengesi bozulur. Bu ısı dengesinin bozulmasıyla birlikte yaş gruplarına ve fiziksel aktiviteye bağlı olarak farklı hastalıklar gözlemlenir." diye konuştu. Hırıltılı solunuma yol açabiliyor Sıcak çarpmasında bazı risk grupları bulunduğuna işaret eden Yüzbaşıoğlu, şunları kaydetti: "Sıcak çarpmasında genelde vücutta 40 derecenin üstünde ateş gözlemliyoruz. Sıcak çarpmasında ilk önce, bitkinlik, halsizlik, susama hissi ön plana çıkar. Vücudu soğutacak sıvı kalmadığı için çoğu zaman terleme kesilmiş, hatta idrar çıkışı azalmıştır. Baş ağrısı, bulantı, bilincin tamamen bozulması, epilepsi durumları alarm seviyesidir. Tansiyonun düşmesi, çarpıntı, hızlı hatta hırıltılı nefes alıp verme gibi değişen durumlar da söz konusudur. Bu hastalık, genelde ileri yaşta kalp damar hastalığı, diyabet, böbrek yetmezliği gibi kronik hastalarda ölümlere yol açabiliyor. Sıcak çarpması hayatı tehdit etme potansiyeli çok yüksek bir hastalıktır." Yüzbaşıoğlu, klasik sıcak çarpmasından en çok etkilenen grubun bakıma ve yardıma ihtiyaç duyanlar olduğunu aktardı. Güneş altında çalışanlar risk altında Eforlu meydana gelen sıcak çarpmasında ise daha çok genç erişkinler ile sıcak alanlarda çalışmak zorunda olan meslek gruplarının etkilendiğini ifade eden Yüzbaşıoğlu, bu duruma en çok tarım ve inşaat işçileri ile sporcuların maruz kaldığını dile getirdi. Doç. Dr. Yücel Yüzbaşıoğlu, aşırı sıvı kaybının vücudun termoligasyon mekanizmalarını bozduğunu belirterek, şu uyarılarda bulundu: "Aynı zamanda özellikle fiziksel aktiviteyi daha da arttıracak ilaçların kullanımı söz konusuysa bu kişiler, ısı dengesinin ne kadar bozulduğunun farkına bile varamıyorlar. Enerji verici içecekler ve gıda takviyeleri, öğle saatlerinde içildiğinde daha fazla efor sarf edilmesinden kaynaklı daha fazla sıvı kaybına yol açacaktır. Özellikle yüksek sıcaklıklarda bu ürünleri kullanıp efor sarf edilmemesini öneriyorum. Yüksek sıcaklıklarda ileri yaştakilerin serin alanlarda olması, yeterli sıvı miktarı alması ve ilaçlarını düzenli kullanması önem taşıyor. Havaların ısınmasıyla kronik ilaç kullanan kişilerde bir rahatlama meydana geliyor ve ilaçlarını aksattıklarını biliyoruz. Yeterli sıvı miktarı, yeterli gıda ve serin yerlerde durarak bu hastalıktan uzak durmak gerekiyor. Eforlu olanlar için yani tarım işçisi, askerler ve sporcuların yüksek sıcaklıklarda fiziksel aktiviteden uzak durmaları, koruyucu kıyafetlere dikkat etmeleri ve yeterli sıvı almaları gerekiyor. Bazı ilaçlar, vücut ısı dengesinin ayarlanma dengesini bozabilir. Dolayısıyla ilaçlarınızla ilgili de bir düzenleme yapılması ihtiyacı doğabilir. Dolayısıyla hekimle birlikte iletişime geçilmesi gerekiyor. Isı dengesi bozukluklarında alkol ve uyuşturucu madde kullanımı da riski katlıyor." "Bilinç kapalıysa ağızdan sıvı verilmemeli" Sıcak çarpmasında kişinin bilinç durumuna göre müdahale edilmesi gerektiğini belirten Yüzbaşıoğlu, bilinç kaybında sağlık kuruluşlarından destek alınması, sağlık ekipleri gelene kadar hastanın vücudunun soğutulması gerektiğini bildirdi. Yüzbaşıoğlu, "Bilinç kapalıysa ağızdan bir sıvı verilemez, koltuk altlarına buz petleri konulabilir. Kişinin kusma potansiyeli olduğundan koma pozisyonuna almak gerekiyor." dedi. Bilincin açık olması halinde de yine vücudun soğutulması ve hastaya sıvı takviyesi verilmesi gerektiğini aktaran Yüzbaşıoğlu, "Hastanın kıyafetlerini çıkartarak soğuk suyla yıkamamız gerekiyor. Titreme semptomları ortaya çıktığında vücut ısısının düşmeye başladığını anlayabilirsiniz. Sıvıyı sık ve az az içirmek gerekiyor." uyarısını yaptı. AA

Yaşam standartları diyabeti önler Haber

Yaşam standartları diyabeti önler

YAREN GÜZELKAN-ÖZEL HABER Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, günümüzün en sinsi hastalıklarından bir tanesi. Yapılan araştırmalara göre 2050 yıllarında diyabetli kişilerin oranı daha da artacağı yönünde. Obezite; diyabet rahatsızlığını arttıran nedenler arasında. Yaşam standartlarımızı ve beslenme alışkanlığımızı değiştirirsek diyabetin önüne geçebileceğimizi ifade eden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Zeki Gül, bizlere enerji harcatacak her şey diyabeti önleyebilir vurgusu yaptı.  TÜRKİYE 3 ÜLKE ARASINDA Diyabetin dünyada ortaya çıkmasıyla birlikte hastalıkla ilgili yapılan çalışmalardan bahseden Gül, “İnsanlık tarihinde hastalık ve yaşam süresi ölüm ilişkisine bakmakta fayda var. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu hastalık bağlamında dört kez toplandı. Hastalıklardan biri de diyabetle ilgili toplanmaydı. Toplanmalarının nedeni insanlık tarihinde bir neslin ömrü bir sonraki nesilden daha kısa olacak diye bir öngörüden dolayıydı. Diyabet hastalığı tek başına öldürücü olmamakla birlikte diyabeti ortaya çıkaran 11 hastalığı da tanımladılar. Diyabet tek başına gelen bir hastalık değil. Diyabet geldiğinde diyabeti hazırlayan insanda diyabet oluşmasına yol açan neyse bu aynı zamanda süreç içerisinde 11 ayrı metabolik hastalığa da sebep olabiliyor. Bunlardan kabaca bahsedecek olursak, kalp hastalıkları, hipertansiyon dediğimiz beyinde felçle giden hastalıklar, obezite gibi. Diyabetin önemi buradan geliyor aslında. Bir de Türkiye’ye dönüp baktığımızda aslında 2 tane çalışma var. Bunlardan biri Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans (TURDEP) çalışmasıdır. Bu çalışma yaklaşık 10 yıl arayla oldu. İki çalışma arasında çok ciddi bir oranda diyabet artışı görüldü. Türkiye’de diyabet görülme oranı yaklaşık 100 kişide dörtken şu an tahmin edilen her 100 kişiden on yedisinde diyabet olduğu görülüyor. Türkiye’ye dönüp bakacak olursak dünyaya göre daha riskli ülkelerin başında geliyor. Çünkü diyabet görülmesi artış oranı en fazla olan 3 ülkeden bir tanesidir” dedi.  ŞİŞMANLIK DİYABETİ TETİKLİYOR Diyabet hastalığının çocuk yaş gruplarında görülmeye başlanmasıyla birlikte şişmanlığın diyabeti tetiklemesini dile getiren Gül, şu açıklamaları yaptı: “Çocuklardaki tip 1 diyoruz. O genetik değil farklı bir hastalık. Daha çok yani erişkin tipi diyabetten söz ediyoruz. Gerek dünyada gerekse Türkiye’de şeker hastalığı daha erken yaş gruplarında görülmeye başlandı. Diyabetle ilgili bir başka sıkıntı aslında şu; Obezite yani şişmanlık oranının aşırı artması. Türkiye 2019 yılından bu yana hem çocuklarda hem de erişkinlerde Avrupa’nın en şişman ülkesi. Çünkü şişmanlık, obeziteyi yaratırken aynı zamanda diyabeti yaratıyor. O yüzden de dünyadaki risk bizde daha fazla olarak söylenebilir.” Diyabetin genetik bir hastalık olup olmamasıyla ilgili konuşan Gül, “Özellikle tip 2 diyabet genetik aktarımı olan bir hastalık. Mesela 1980’lerin sonunda Türkiye’de diyabet oranı yüzde 4 oranındayken bir anda yüzde 15, yüzde 17 oranlarına kadar çıktı. Şu an Türkiye’deki ve dünyadaki diyabetlilerin önemli bir kısmı artık genetik hasta değil. Özellikle daha hareketsiz bir yaşam, karbonhidrat ve yağ zengini besinlerin fazla kullanımı diyabeti artırdı. Yani bizi şişman yapan şeyle diyabet yapan aslında benzer nedenler. Çok hareketsiz bir toplum haline geldik. Gerek Türkiye’de gerek dünyada çok hareketsizleşen bir toplum var. Bu hareketsizleşmenin yerine de sporu yaşam boyu sürdürüp standartlarımız arasına koymuyoruz.  Sürdürülebilir sporlara çocukları çok yöneltemedik. Çok önceleri Türkiye’nin önemi bir kesiminde kalorifer yoktu. Şimdi kalorifer, doğalgaz var. Bu şu anlama geliyor; eskiden sobalı evlerde tek odada soba yandığı için herkes o odada olurdu. Herkes üşüdüğü için enerji tüketim mekanizması olarak vücutta yağ yakardık. Bu basit bir örnek bile günümüze baktığımızda konfor alanımız genişlediği için daha şişman bireyler olmamıza neden oluyor” diye konuştu.  2050 YILINDA ARTIŞ GÖSTEREBİLİR Diyabet hastalığının artış oranının önüne geçilebileceğini söyleyen Zeki Gül, enerji harcatan her aktivitenin insanları daha sağlıklı bireyler haline getireceğini söyleyerek, şunları ifade etti: “Dünyanın genetik haritası değişmedi. Bizler çevresel faktörleri ve yaşam biçimimizi tekrar olması gereken haline dönüştürürsek elbette ki bu hastalık önlenebilir. İnsanlar beslenme düzenlerini ve yaşam standartlarını değiştirmezse obezite riski daha da artacağı için 2050 yıllarında şu an olan diyabet rahatsızlığı çok daha fazla artış gösterecek. Yaşam biçimi olarak sadece spor yapmak değil, kişiye enerji harcatan her şey daha sağlıklı kılar. Şarkı söylemek, dans etmek bile bile kalori harcama yöntemidir. Ne yediğimize dikkat etmemiz gerek.”  

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.