TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Dil

Dil haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Dil haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Toplumsal ayrışma giderek artabilir! Haber

Toplumsal ayrışma giderek artabilir!

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / ÖZEL HABER Psikoloji ve Felsefe Uzmanı Prof.Dr. Kamuran Elbeyoğlu, 14 Mayıs Pazar günü gerçekleşen Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’ni değerlendirdi. Seçimin topluma yansımalarını ele alan Elbeyoğlu, partilere ve adaylara dönük bir takım kritiklerde de bulundu: “Deprem bölgelerinde deprem sürecinin son derece kötü yönetilmesine bağlı olarak herkesin doğal beklentisi AK Parti oylarının azalması yönündeydi. Bunun aksi bir sonuç çıkması muhalif seçmende ‘bunlara müstahak’, ‘daha da yardım etmem’, ‘bunlar hak etmiyor’ vb. ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemlere sebep oldu. Seçim süreci boyunca gittikçe artan dozda kullanılan ayrıştırıcı ve şiddet içeren dilin bu söylemleri beslediği görülüyor. Ayrıca hayal kırıklığı ve çaresizlik duygusunun yöneleceği en direkt target (hedef) tabii ki seçmenler olacaktır.” İKİ KESİM ARASINDA KUTUPLAŞMA… Prof.Dr. Elbeyoğlu, sözlerine şöyle başladı: “14 Mayıs seçimleri herkesin çok fazla duygusal yatırım yaptığı ve bütün Türkiye için bir yol ayrımı anlamına gelen bir seçim oldu. Halkın sadece basitçe hangi parti tarafından yönetileceğini seçtiği bir demokratik seçim olmanın ötesinde son derece kutuplaşmış bir durumda, reelde üç ama aslında kabaca iki büyük kutba bölünen bir ortamda nasıl bir düzende yönetileceğimizi belirleyen bir seçim haline geldi… Seçim sonuçlarının toplumun bir kesimi üzerinde bu derece büyük bir hayal kırıklığı yaratmasının en önemli sebebi; seçime bu kadar fazla duygusal yatırım yapılması olduğunu düşünüyorum. Yapılan duygusal yatırım oranında da iki kesim arasında kutuplaşma, ayrımcılık, ötekileştirme eğilimleri de artmakta. Egemen siyaset seçim süreci boyunca sürekli halkın kutuplaşması ve ayrımlaşması üzerinden siyaset yaparak bu seçimin her iki taraf için de ne pahasına olursa olsun kazanılması ve diğerini alt etmesi gereken bir seçim havasına soktu.” EN DİREKT TARGET: SEÇMEN! “Şimdi beklediği sonucu alamayan muhalif kesim aynı kutuplaştırıcı, ötekileştirici söylemleri iktidar kanadını destekleyen kesim üzerinde uygulamakta” diyen Elbeyoğlu, “Deprem bölgelerinde deprem sürecinin son derece kötü yönetilmesine bağlı olarak herkesin doğal beklentisi AK Parti oylarının azalması yönündeydi. Bunun aksi bir sonuç çıkması muhalif seçmende ‘bunlara müstahak’, ‘daha da yardım etmem’, ‘bunlar hak etmiyor’ vb. ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemlere sebep oldu. Seçim süreci boyunca gittikçe artan dozda kullanılan ayrıştırıcı ve şiddet içeren dilin bu söylemleri beslediği görülüyor. Ayrıca hayal kırıklığı ve çaresizlik duygusunun yöneleceği en direkt target tabii ki seçmenler olacaktır” sözlerini kullandı. ÇATIŞMALI ORTAMI BESLEMİŞ OLURUZ Prof.Dr. Kamuran Elbeyoğlu, değerlendirmelerine şunları ekledi: “Böyle kutuplaştırıcı, ayrımcı bir dil kullanarak ancak toplumdaki bölünmüşlük ve çatışmalı ortamı beslemiş oluruz. Onun yerine özellikle deprem bölgesinde halk niye bütün olumsuzluklara rağmen hala AK Parti’yi seçiyor ve herkesin içinde bulunduğu, acısını çektiği ekonomik bunalıma rağmen AK Parti oylarında düşüş yaşanmadı, bunun üzerinde durmak lazım. Bence burada iki etken var. Birincisi AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın dayandığı tarikatlar üzerinden kurduğu sosyal network ağı! Bu sıkı sosyal ilişkiler ağı dünyada her türlü ekonomik sıkıntıyı çeken ve halkın diğer kesimi tarafından cahil, köylü, aptal olarak yaftalanan, dışlanan geniş halk kitlelerine bir aidiyet ve var olma duygusu, kendini ifade etme olanağı sağlıyor. Bu sıkı sosyal ilişkiler ağı içerisinde insanların farklı görüş ve etkilere açık hale gelmesi engellenmiş oluyor.” KAPSAYICI BİR NETWORK SUNAMIYOR İkinci etkene de yer veren Elbeyoğlu, “Muhalefet bu sıkı sosyal ilişkiler ağına karşılık gelebilecek bir alternatif, kapsayıcı network sunamıyor. Ayrıca Millet İttifakı olsun, Emek ve Özgürlük İttifakı olsun, kendi içlerinde bile tam bir birlik, beraberlik havası kuramadıkları gibi böyle bir birlik beraberlik duygusunu seçmene de yansıtmakta yetersiz kaldı. İYİ Parti’nin masayı dağıtma girişimi, Kılıçdaroğlu’nun kendi ittifak ortakları arasında bile neredeyse zorla aday gösterilmesi, iki büyük şehrin belediye başkanının cumhurbaşkanı yardımcısı olarak lanse edilmesinin ittifak içinde yarattığı huzursuzluk ister istemez seçmen iradesine de yansıdı. Alanlardaki coşkunun oylara yansımamasındaki etkenlerden en önemlisi bence Millet İttifakının gerçek bir ittifak gibi sahaya yansıyamamasıdır. Sol cenaha baktığımızda da hala seçime birkaç gün kala örneğin TKP TİP’ten, YSP’den dağlar kadar farklı olduğunu anlatmakla meşguldü, fakat bir yandan da ‘Kılıçdaroğlu etrafında birleşmeliyiz’ diyordu. Bu kadar ayrımcı söylem ve eylem içinde birlikte hareket beklenemez -ki bu da cumhurbaşkanı seçimine yansıdı- ve Kılıçdaroğlu’nun beklenen oyu alamamasıyla sonuçlandı” açıklamasını gündeme getirdi. HUZURSUZLUKLARA YOL AÇABİLİR Prof.Dr. Elbeyoğlu, son olarak “Yapılması gereken ilk şey iktidarın ayrımcı, kutuplaştırıcı siyaset yapma tarzını benimsemeden birleştirici, kapsayıcı bir dil kullanmaya özen göstermesi… Millet İttifakı ise son dakikaya kadar kendi içinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığını sorgulamayı sürdürdü ve kendi tabanında bile güvensizlik yarattı. Emek ve Özgürlük İttifakı’na bakacak olursak orada da YSP ve HDP açısından oy kaybı olduğunu görüyoruz. Son dakikaya kadar Emek cephesi de birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını vurgularken ama ‘Kılıçdaroğlu etrafında birleşmeliyiz’ söylemini de sürdürürken, seçmende karşılık bulmadığını gördü… Çözüm kenetlenmekte, barışçıl, geleceğe ilişkin yapıcı vaatlerde bulunan, kaynaştırıcı bir dil kullanmakta! Eğer yetkililer bu kaynaştırıcı dili tesis etmekte başarısız olurlarsa toplumsal ayrışmanın giderek daha da artacağını öngörebiliriz -ki bu da derin toplumsal çatışmalara ve huzursuzluklara yol açabilir” yorumunda bulundu.

Kayadibi: Siyasilerin metinleri empati yoksunu Haber

Kayadibi: Siyasilerin metinleri empati yoksunu

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / RÖPORTAJ İletişim Uzmanı ve Konuşma Koçu Ali Kayadibi, siyasi aktörlerin seçim sürecindeki dilini/söylemlerini değerlendirdi. Bazen bir sözün hedefe ulaştırdığını bazen de politikacıyı siyaset sahnesinden silebileceğini kaydeden Kayadibi, “Dil, siyasetin en güçlü aracıdır. Siyasetçinin ilk ve son kurşunu” dedi. “Ne yazık ki medeniyetle çatışan, toplumsal barışı inşa etmek yerine kitleler arasındaki tahammülsüzlüğü besleyen bir dil kullanılıyor” diyen Kayadibi, “İddia ediyorum siyasilerin konuşma metinlerini hazırlayanlar empati yoksunu… Halkın istediği, beklediği dil bu değil. Siyaset dünyasını debisi yüksek bir akarsuya benzetirsek; liderlerin konuşma metinlerini hazırlayanlar da bu akarsuya kapılmış, coşku ve heyecanı sözlere yansıtıyor. Rakip partinin liderine söz yetiştirmeye çalışıyor. Durum böyle olunca çatışma alevleniyor. Bir lidere bağlılık güçlenebilir. Ancak diğer lidere ve takipçilerine öfke ve kin birikir. Dil, birlik ve beraberliği inşa için değil, ayrıştırıcı bir araç olarak kullanılıyor” bilgisini paylaştı. SOSYAL AĞLAR VE POLİTİKACILAR  Seçime sayılı günler kala siyasi parti liderlerinin sosyal medyadaki rolü artış göstermeye başladı. Özellikle TİKTOK gibi ‘eğlence’ amaçlı faaliyetlerin sürdürüldüğü sosyal mecralar revaçta... Pekiyi, önceden göz ardı edilen ama şu an rağbet gören bu alanlara yönelişin temel nedeni sizce nelerdir? Siyasetin işleyişi pek çok açıdan değerlendirilebilir. Her birinden farklı bilgi elde edinilebilir. Siyaseti, iletişim bilimleri açısından çözümlemek, sadece sosyal değişkenlere dayanarak yapılamaz. Sosyal olanın yörüngeleri önemlidir. Ancak ‘sosyal’in nasıl inşa edildiği daha önemlidir. Bu da kültüre dayanır. Daha net ifade edersek; sosyal etkileşim, sembollerle ifadesini bulan anlamlar dünyasını temsil etmektedir. Sorunuzun yanıtını tutarlı bir temele dayandırmak için bu girişi yaptım. Seçmen kitlelerinin siyaseti anlamlandırma biçimleri değişti. Siyaset kurucular da bunun farkında ve tüm teknolojik olanakları kullanarak iletişim kanallarını genişletiyor. Siyaset iletişimi, temelde ikna sürecidir. Seçim tarihi daraldıkça bu sürecin en verimli olarak kullanılmasının yolu da sosyal medya araçlarından geçiyor. Bir yanda geleneksel oy verme davranışına sahip kitle, bir yanda yeni dünya kültürüyle yetişen gençler var. Geleneksel yöntem, yeni seçmen kitlesine hitap etmekten uzak kalıyor. Gençlerin ilgisini çekebilmek için siyasi propaganda aracı olarak sosyal medya araçları toptan kullanıma sokuldu. TİKTOK gibi eğlence amaçlı kullanılan mecra gençlerin ilgisini çekecek en güçlü araç haline geldi.  Her geçen gün parti liderlerinin takipçi sayılarının arttığını görüyoruz… Reelde de karşılığı var mı sizce? Halkta bir etki uyandırıyor mudur? Bu sorunun yanıtını evet ya da hayır diye vermek gerçeği yansıtmaz. İletişim araçlarının kitleler üzerindeki sosyal etkisi, siyasal sosyoloji gibi konulardaki araştırmalarımda gördüğüm kadarıyla karşılığı olmalı... Ancak bunun ne kadar etki uyandırdığını seçim sonrasında daha net görebiliriz. Ayrıca bunun bilimsel bir veriye dönüşmesi için oy verme davranışlarını etkileyen faktörlerin ortaya konulması gerekir. Hedefi seçmeni ikna etmek ve savunduğu fikri kabul ettirmek olan siyasetçi, oy alabilmek için geçerli her yöntemi kullanır. Bugün sosyal medya araçlarını kullanan liderlerde aldıkları tepkilerle yararlı sonuçlar alacağı kanaati oluştu. Liderlerin takipçi sayısının artışıyla oy oranının artışı arasında doğrusal bir bağ kurulabilir. Çünkü kişiler beğendiği kişileri takibe alır. Siyasetle doğrudan ilgilenenler, rakibin ne yaptığını görmek için takip edebilir. Bu durumda ilgi çekici görüntü ve mesaj verenler sosyal medya mecralarından sonuç alabilir. Etkileyici içerik, güçlü metin ve görsellerle tamamlanmış bir videodan sonuç alınma olasılığı yüksektir. GELENEKSEL SİYASETTEN HOŞLANMAYAN Z KUŞAĞI…  Sosyal ağlardan vatandaşa hitap etmeyi doğru bir iletişim yöntemi olarak görüyor musunuz? Sosyal ağlarda etkili değilseniz, siyaset alanında varlık gösterme şansınız da düşer. Sosyal medya çağını yaşadığımız bu dönemde sosyal ağlara erişim olanakları da arttı. Sadece şu verilere bakarak bir sonuç çıkarabilirsiniz. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) hane halkı bilişim istatistiklerinin 2022 yılı sonuçlarına göre Türkiye'de en çok kullanılan sosyal medya ve mesajlaşma uygulamaları yüzde 82,0 ile WhatsApp, yüzde 67,2 ile YouTube ve yüzde 57,6 ile Instagram oldu. Özellikle siyasi liderlerin hayranları tarafından hazırlanan edit ve müzikli videolar ilgi çekiyor. Bu videolar milyonlarca kişi tarafından izlenebiliyor. Üstelik tek kuruş reklam harcaması yapmadan yararlanılan propaganda mecrasını değerlendirmek doğru bir iletişim yöntemidir. Ancak bunun profesyonelce kullanılması gerekir. Bu sosyal ağların çoğunda en geniş kitle gençler. Ve sokak röportajlarında en çok eleştiride bulunanlar da gençler… Politikacıların Z kuşağına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğru yaklaşım ne şekilde olmalı? Sosyal medya çağında insan sabırsız… Bilgiye hızlı ulaşmak istiyor. Bunun en güçlü aracı da sosyal medya mecraları… Özellikle gençler kısa, öz ve eğlenceli anlatımları seviyor. Siyasetçiler de bu gerçeği gördüğü için sosyal medyayı etkin biçimde kullanmaya başladı. Geleneksel siyasetten hoşlanmayan Z kuşağına ulaşmanın en kestirme yolu da sosyal medya… Kısa ve öz olarak hedeflerini, vaatlerini açıklayan siyasetçi de büyük maddi harcamalardan kurtuluyor. Bu elverişli alanı kullanmak elbette akılcı bir yaklaşım. Ancak hazırlanan videoların hızla pozisyonlar değiştirerek tekrardan kaçınmalı, yenilik, orijinallik ve doğruluk gibi temel bilgilere oturması gerekiyor. Yaşadıkları bölgelerin kültürleriyle yetişmiş gençlerin farklı dünya görüşleri ve beklentilerini karşılamak üzere hazırlanan videolar hedefe daha da yaklaştırır. Kullanılan dil, görsel ve kanıtları siyasetçinin mesajını güçlendirecektir.  HALKIN İSTEDİĞİ DİL BU DEĞİL!  Seçimden önce son düzlük diyebiliriz aslında… O halde gelelim siyasetçilerin diline / söylemlerine. Meydanlarda pek de makul bir hitabın olmadığını görüyoruz. Hatta eril bir dilin baskın olduğunu söyleyebiliriz. Bir iletişim uzmanı olarak Türkiye’deki siyasi dili nasıl değerlendiriyorsunuz? Dil, siyasetin en güçlü aracıdır. Siyasetçinin ilk ve son kurşunu gibi düşünebiliriz. Bazen bir söz hedefe ulaştırabilir. Bazen bir söz politikacıyı siyaset sahnesinden siler. ‘Bir sözle dünya kurulur, bir sözle dünya yıkılır’ der, Mevlana… 600 yıllık kadim sözün değeri değişmediyse siyasetçinin kullanılan dile dikkat etmesi gerekir. Bugünkü gerçek mi? Ne yazık ki medeniyetle çatışan, toplumsal barışı inşa etmek yerine kitleler arasındaki tahammülsüzlüğü besleyen bir dil kullanılıyor. Üstelik bu dil, sadece bir siyasi partiye ait değil. Karşılık verme mücadelesini anlatıyor bu dil… Meydanlardaki kitleler, iyi kurulan bir konuşma dilinden etkilenir. İddia ediyorum siyasilerin konuşma metinlerini hazırlayanlar empati yoksunu… Halkın istediği, beklediği dil bu değil. Siyaset dünyasını debisi yüksek bir akarsuya benzetirsek; liderlerin konuşma metinlerini hazırlayanlar da bu akarsuya kapılmış, coşku ve heyecanı sözlere yansıtıyor. Rakip partinin liderine söz yetiştirmeye çalışıyor. Durum böyle olunca çatışma alevleniyor. Bir lidere bağlılık güçlenebilir. Ancak diğer lidere ve takipçilerine öfke ve kin birikir. Dil, birlik ve beraberliği inşa için değil, ayrıştırıcı bir araç olarak kullanılıyor. En son İzmir’de Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu ile Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Erdoğan gelmiş, alanlarda miting düzenlemişti. Söylenenleri okuduysanız ya da izlediyseniz güçlü iki isim olan liderlerin seçim dilini, vaatlerini, kampanyalarını nasıl buluyorsunuz? Kişiler üzerinden değerlendirme yaparken siyasetin tarafı olmak yanıltıcı olabilir. Bu sorunuza gazeteci ve akademisyen olarak yanıt verirsem; yani teorik ve pratik bilginin ışığında genel bir değerlendirme yaparsam daha doğru bir sonuç çıkabilir. İzmir özelinde liderler yeni bir tanımlamaya ihtiyaç duymuyor. İyi tanınan iki liderin gövde gösterisi şeklinde geçen mitinglerde söylenenler tabii ki önemli… Çünkü siyasal sosyolojinin gerçeği şudur: Bir bölgede doğal kabul edilen bir söz, bir başka bölgede tepkiyle karşılanabilir. İzmir, bu anlamda daha liberal, değerler vurgusu daha özgürlükçü ve güvenli bir yaşamı vaat eden dille anlatım için uygundur. Doğrusu iki liderden İzmir’de unutulmaz bir söz kalmadı. Siyasal sosyolojinin bir gerçeği de, ‘seçkin siyasal kültürü’ ile ‘kitle siyasal kültürü’. Bu ikisi arasında farkı biliş düzeyi belirler. Bu farkı ortaya çıkaran eğitim düzeyidir. Bu veriden yola çıkarak bir sonuca varabilirsiniz. Dil, insanın temel sembolüdür. Diğer tüm sembol sistemleri sadece dil aracılığıyla yorumlanabilir. Dilde ifadesini bulmayan bir şeyin, herhangi bir anlama sahip olması da mümkün değildir. Dil, geçekliğin bir parçasını temsil etmekte ve ona gönderme yapmakta kullanılır. Dilin sosyal etkileşime girmesi için kültürle bütünleşmesi gerekir. Şimdi bu seçenekleri kim kullandı İzmir’de… Kim konuşarak bir etki bıraktı? Bölgenin insanına hitap eden dil, kültürle bütünleşen, dinleyenin semboller dünyasında karşılık bulabilen lider, hanesine olumlu bir puan yazdırmıştır. AYRILIKLARDAN ARINDIRILMIŞ BİR DİL…  Siyasi parti liderleri kadar Bakanların açıklamaları da gündemde… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerini ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirmesi ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın 14 Mayıs seçimine dair yaptığı ‘şampanya patlatıp kutlayanlar’, ‘alnını secdeye koyup hamdedenler’ kıyaslaması gibi… Bunları ötekileştiren ya da kutuplaştıran bir dil olarak görebilir miyiz? Sizce toplumu kritik eşiğe götüren açıklamalar mıdır? Siyaset yapanların hezeyanlara kapılması doğal süreçtir. Seçim takviminin daralması, partilerin içindeki sert siyaset yapanların kontrolünü yitirmesine de yol açıyor. Bakanların özelinden çıkarak yanıt verirsek; objektif ve tutarlı olur. İnanç çemberinin içinde, dini kurallara uyanlar ve uymayanlar diye ayırmak aynı zamanda dinin bölücü karaktere sahip olduğunu söylemek gibidir. Öteki tarafta kalanların yaşam biçimiyle kıyaslayarak kendi görüşlerine üstünlük atfetmektir. Siyasetin yapısında iddialı, sürpriz ve yeni sözler kullanmak dikkat çekicidir. Siyasi seçim, bir toplumun içinde yaşadığı ülkeden beklenti ve tercihlerini ortaya koyduğu eylemdir. Bunun kararını verecek olan halktır. Halkın oylarının, kendi görüşlerini desteklememesi halinde bunun felakete sürükleyeceği fikri de siyasetçinin dikkat çekme girişimidir. Mesaj, değişik kitleler tarafından farlı yorumlanabilir.  Başka bir dil mümkün mü? Ve nasıl olmalı? Sözel iletişim benim çalışma alanım. Bu konuda pratiklerim de var. Seçim kazanan bir başkan için hazırladığım, ‘balkon konuşması’ diye bilinen teşekkür konuşmasının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hala hatırlanıyor olmasından kıvanç duyarım. Kucaklayıcı, birleştirici, ötekileştirmeyen, ortak amaç ve hedefi gösteren, umut veren, daha iyi bir dünyanın kurulabileceğine ikna eden sözleri bir araya getirmek ciddiye alınmalı... Bunun için inanmışlık, adanmışlık gerekir. Siyasetin karakterindeki ayrılıklardan arındırılmış bir dil tek çıkış yoludur.    Son olarak, her seçim döneminde olduğu gibi bu seçim sürecinde de anketler sık sık tartışma konusu oldu. Sizce yapılan kamuoyu araştırmalarının seçmen üzerinde etkisi var mı? Kamuoyu araştırmaları, daha öncesi seçimlerde tutarlı sonuçlar verdi. Ancak bunların çoğu manipülatif /akıl çelici, hatta yanıltıcı olabiliyor. Amaç da zaten seçim sonucunu etkilemek olan bu ikinci tür bilimsel verilere dayanmadığı gibi yöntemleri de bir siyasi partiyi önde göstermek… Bence bunların etkisi, bir partiye gönül verenlerin güvenini pekiştirirken, karşı tarafta moral kaybına yol açabiliyor. Ancak daha önce üst üste birkaç seçimin sonucunu kaçak sapmalarla tahmin eden araştırma şirketlerinin etkisi daha güçlü… Kamuoyu araştırma sonuçları bir şekilde seçmen üzerinde etkili olabilir.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.