TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#ameliyat

ameliyat haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, ameliyat haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

New York'ta bir ilk! 'Tam göz' nakli yapıldı Haber

New York'ta bir ilk! 'Tam göz' nakli yapıldı

ABD’nin New York şehrinde tıp bilimi adına önemli bir adım atıldı. Yüksek voltajlı elektrik akımına kapılarak sol gözü dahil yüzünün sol tarafından büyük hasar alan 46 yaşındaki Aaron James’e 21 saat süren ameliyatın ardından ilk tam göz nakli gerçekleştirildi. ABD’nin New York şehrinde bulunan akademik tıp merkezi NYU Langone Health’de yapılan ameliyatın ardından Dr. Eduardo Rodriguez, “Göz nakli, yüzyıllardır düşünülmüş ama hiçbir zaman gerçekleştirilememiş olan bir şeydi. Göz naklini gerçekleştirmiş olmamız ileriye doğru atılmış büyük bir adımdır” dedi. Şu anda nakledilen gözün beyinle iletişim kuramadığı belirtilirken, ameliyatı yapan cerrahi ekibine göre, nakledilen gözde iyi işleyen kan damarları ve umut verici görünen bir retina görüldü. “Umarım bu yeni bir yol açar” Sağ gözünün görme yetisini koruyan James, nakledilen gözün tekrar görememe ihtimalini bildiğini söylerken, “Doktorlar hiçbir zaman kesin olarak işe yarayacağını beklemiyorlardı ve bunu bana en başından söylediler” ifadelerini kullandı. James, “Onlara şunu söyledim: Ben göremesem de belki en azından hepiniz bir sonraki kişiye yardım edecek bir şeyler öğrenebilirsiniz. Umarım bu yeni bir yol açar” şeklinde konuştu. Günümüzde doktorlar sadece gözün en ön kısmında yer alan ve dışarıdan gelen ışığın göz içine girdiği ilk bölge olan korneayı nakledebilirlerken, gerçekleştirilen ilk tam göz nakli insanlık için umut verici bir gelişme oldu. BU HABER DE DİKKATİNİZİ ÇEKEBİLİR: Dijital cihazlar çocukların göz sağlığını tehdit ediyor

Ateş bebek, 2 kalp ameliyatından sonra sağlığına kavuştu Haber

Ateş bebek, 2 kalp ameliyatından sonra sağlığına kavuştu

Buca ilçesinde yaşayan Serhan ve Emel Yalap çifti, evliliklerinin yedinci yılında erkek bebek sahibi oldu. Aile, Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaklaşık 1,5 yıl önce sezaryenle doğan bebeğe "Ateş" ismini verdi. Doğumundan sonra nefes almada sorun yaşayan bebek, SBÜ Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Hastanesinde tedavi altına alındı. Çocuk Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Mustafa Karaçelik tarafından muayene edilen Ateş bebeğe, "mavi bebek" sendromu olarak da bilinen, vücudun bazı bölgelerinde morluklara neden olan "siyanotik doğumsal kalp hastalığı" teşhisi konuldu. Ateş bebeğin sağlığına kavuşması için 2 ayrı ameliyat planlandı. İlk ameliyatı 2 aylıkken olan bebeğin akciğere kirli kanı götüren damarı, ana atardamardan sökülüp yerine dikildi. Ameliyat esnasında Ateş bebeğin kalbi makineye bağlandı. 16 ay sonra yapılan ikinci ameliyatta ise kalbin içindeki delik ve damarlardaki yapısal bozukluklar onarıldı. Bir süre yoğun bakım servisinde solunum cihazına bağlı kalan bebek, cihazdan ayrılmasının ardından rahat şekilde nefes almaya başladı. Ameliyatı gerçekleştiren Prof. Dr. Mustafa Karaçelik, bebeğin kalbindeki 2 rahatsızlığın nadir rastlanan hastalıklardan olduğunu söyledi. Bebeği sağlığına kavuşturmak için hızlı hareket ettiklerini anlatan Karaçelik, şunları kaydetti: "Kalbin içindeki kirli kanı akciğerlere taşıyan ana damarın sol kısmı olması gereken yerde değildi. Bu durum akciğeri zorluyor, fazla kan gitmesine neden oluyordu. Bu damarı sökerek olması gereken yere diktik. İki basamaklı ameliyat düşündüğümüz için diktiğimiz damara ana atardamardan bir köprü ameliyatı yaptık. İkinci ameliyatımız 3 saat sürdü. Bebeğimizin 2. kere göğsünü açtık. Sol ve sağ akciğere giden kirli kanı götüren toplardamarı, bir yamayla genişlettik. Kalbin içinde doğuştan oluşan büyük deliği kapatarak akciğere giden yolu temizledik. Yani bir nevi düzeltme ameliyatını yaptık. Ateş, artık oksijen makinesine bağlı kalmadan normal hayatına döndü, bundan sonra büyüme ve gelişmesi daha iyi olacak." Anne Emel Yalap ise bebeğini kaybetme korkusu yaşadığını söyledi. Zorlu süreci geride bıraktıklarını dile getiren Yalap, "Bebeğimi ilk ameliyattan sonra kucağıma alabildim. Çocuğuma bakabilmek için işimden ayrıldım. Gece hala uyuyamıyorum. Morardı mı diye bakıyorum. Çok şükür artık her şey geride kaldı. Artık yüzümüz gülüyor." dedi. Baba Serhan Yalap ise evliliklerinin 7. yılında Ateş'in dünyaya geldiğini, yaşadıkların sağlık sorununun ardından doktorların sayesinde oğlunun rahat bir şekilde nefes aldığını dile getirdi. BU HABER DE DİKKATİNİZİ ÇEKEBİLİR: Bacaklardaki kan pıhtılaşması ani ölümlere neden olabiliyor

Tek ameliyatta 2 operasyon Haber

Tek ameliyatta 2 operasyon

Özegafus (yemek borusu) kanseri; yemek borusu hücrelerinden gelişen kötü huylu bir kanser türü olarak dikkat çekiyor. Sigara, alkol kullanımı ve çeşitli yemek borusu hastalıkları bu kanserin gelişmesinde en önemli risk faktörü olarak ifade ediliyor. Ağrılı ve zor yutma, kilo kaybı yemek borusu kanserinin başlıca belirtileri arasında gösterilirken yılda ortalama yaklaşık 15 bin kişinin yemek borusu kanserinden öldüğü bildiriliyor. Yemek borusu kanserinde erken evre veya lokal ileri evre denen safhada en iyi tedavi yöntemi halen cerrahi tedavi olarak öne çıkıyor. Özellikle lokal ileri denen safhada cerrahi öncesi radyoterapi ve kemoterapi verilmesinin (neoadjuvant tedavi) hastalarda daha uzun yaşam süresine neden olduğu da uzmanlar tarafından belirtiliyor. Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Hüseyin Ulaş Çınar ve Genel Cerrahi Uzmanı Kerim Güzel, yemek borusu kanseri hastası Nizami Elçioğlu’na aynı anda özofagus ameliyatı gerçekleştirdi. Her 2 branş tarafından da en zor ameliyatlarından biri olarak belirtilen işlem, uzman doktorlar tarafından kapalı yöntemle en az ve küçük delikler halinde başarılı bir şekilde yapılırken, sağlığına kavuşan Nizami Elçioğlu ise cerrahinin ardından 1 gün sonra ayağa kalkabilecek duruma geldi. “İki farklı cerrahinin birleştirilmesiyle kapalı bir operasyonla gerçekleştirdik” Yaptıkları cerrahinin önemine ve hastanın durumuna değinen Doç. Dr. Hüseyin Ulaş Çınar, “65 yaşındaki hastamız; yutma güçlüğü ve kilo kaybı sıkıntısı ile hastanemize başvurdu. Yaptığımız tetkiklerde yemek borusunun 40’ıncı santimetresinde yemek borusu kanserini tespit ettik. Akabinde konseyimizle değerlendirip, hastanın cerrahi planını yaptık. Ameliyat öncesi radyoterapi ve kemoterapi tedavisi bittikten sonra da tekrar değerlendirip, cerrahiye uygun olduğuna karar vererek yemek borusu çıkartılması ameliyatı yaptık. Bu ameliyatın merkezimizde yapılış şekli; kapalı sistemle yapmış olmamız önemli bir faktör. Standart olarak açık cerrahiye alternatif yapılmış torakoskopik (Kamera yardımı ile göğüs kafesinin içinin görüntülendiği ve ameliyat giriş yerleri için en az doku hasarı oluşturarak operasyonların yapılabildiği cerrahi teknik) ve laparoskopik (göbek deliğinden ince bir teleskopun karın içine sokularak karın içi organlarının görüntülenmesi prensibine dayanan bir ameliyat) iki farklı cerrahinin birleştirilmesiyle kapalı bir operasyonla gerçekleştirdik. Ameliyat sonrası 1 haftalık takip ve tedavi süresinin ardından herhangi bir komplikasyon ile karşılaşmadık. Yarı katı yiyecekleri de vermeye başladık. 1 gün sonra da taburcu etmeyi düşünüyoruz” dedi. “Özofagus cerrahisi dünyanın her yerinde zor ve özellik gerektiren bir cerrahidir” Yaptıkları ameliyatın çok zor ve teknik gerektirdiğinin altını çizen Genel Cerrahi Uzmanı Kerim Güzel, “Özofagus kanserleri nadir görülen ve hem hasta hem de doktorlar için zor ameliyat süreci içeriyor. Bu ameliyatlarda hem karın hem de göğüs boşluğunu açmanız gerekiyor. Ayrıca boyunu da açmanız gerekiyor. Hastada ne kadar yara varsa yaşama tutunması da o kadar zor oluyor. Biz bu ameliyatı göğüs cerrahisi ile birlikte göğüs kısmını ve batın (mide) kısmının hazırlanmasını endoskopik ve laparoskopik yöntemle yaptığımız için hasta ameliyat sonrası çok konforlu bir dönem geçirdi. Ağrıları az olan hata ameliyatın ardından da hemen yürümeye başladı. Bu ameliyatı açık yöntemle yapsak şu anki konfora kavuşamazdık. Toraks dediğimiz bölgenin açılması başlıca bir problem. Toraks açılsa hastanın 3 gün ağrılı ve sıkıntılı bir dönem geçirmesi gerekiyordu. Hem batın hem de toraksta 3-4 delikle ameliyatı gerçekleştirdik. Deliklerin küçük ve az olması nedeniyle hastamız ameliyat sonrası hemen hareket edebilecek duruma geldi. Özofagus cerrahisi dünyanın her yerinde zor ve özellik gerektiren bir cerrahidir. Daha çok multidisipliner yaklaşabileceğiniz, yoğun bakım şartlarınızın iyi olduğu, iyi bir cerrahi deneyim ve ekibinizin olduğu yerde kolaylıkla yapılabilir. Buna rağmen Özofagus cerrahisi; göğüs ve genel cerrahinin en zor ameliyatlarından biri olarak dikkat çekiyor” diye konuştu. Açık ameliyat olmadan sağlığına kavuştuğuna değinen hasta Nizami Elçioğlu ise “Ameliyat sonrası kendimi çok iyi hissediyorum. Doktorların müdahalesi sayesinde iyileşip ayağa kalktım. 4 ay kemoterapi aldım. Sonrasında özofagus cerrahisine kararı verildi. Ameliyat sonrası da kendimi çok iyi hissediyorum” ifadelerini kullandı. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Ağız kokusuna dikkat! Diş çürüğü belirtisi olabilir

Ameliyattan çıkıp müziğe koştu Haber

Ameliyattan çıkıp müziğe koştu

İzmir’de Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı 64 yaşındaki Hayati Atabay, lise zamanından gelen müzik ilgisini bırakmayarak, pandemi döneminde; dört doktor, bir müzisyenden oluşan arkadaşlarıyla ‘Bir Tebessüm’ isimli müzik grubunu kurmuştu. Doktor Hayati Atabay, şimdilerde ise hem şarkı sözleri yazıyor hem de onları besteliyor. Atabay, kendi yazdığı sözler dışında ünlü şairlerin şiirlerine de bestelerle hayat veriyor.  “Amacımız gelecek nesillere milli duyguları iletebilmek” "Ameliyattan çıkıp müziğe koşan doktor" olarak bilinen Hayati Atabay, Cumhuriyet'in 100. yılı nedeniyle de bir marş yazdı. Çıkardığı marşı Cumhuriyet'in 100. yılına yetiştirdiği için mutlu olduğunu söyleyen Hayati Atabay, “100. Yıl Marşı'nı sosyal medyada bir klip olarak yayınladık. Marş dört kıtadan oluşuyor. 100. Yıl Marşı'nın bestesi de sözü de bana ait. Düzenlemesini de Soner Ergün arkadaşım yaptı. Onun stüdyosunda kaydını yaptık. Cumhuriyet'in 100. yılına yetiştirdik ve şimdi de yayınlıyoruz. Amacımız; gençliğe, genç arkadaşlarımıza, gelecek nesillere milli duyguları iletebilmek, bir mesaj olarak bırakabilmek” şeklinde konuştu. Daha önce de birkaç doktorla müzik grubu kurduğunu ifade eden Atabay, “Zaman zaman doktor arkadaşlarla birlikte; hemşireler gününde, tıp bayramında, diğer etkinliklerde hep yer alıyorduk. Ameliyattan çıkıyoruz, öğle araları arkadaşlarla bir araya gelip, sürekli çalışıyorduk. Müzik bizi dinlendiriyordu, güzel bir hobiydi. Hastanede herkes bizi destekliyordu. Bize, ‘Ne zaman konser vereceksiniz?’ diye soruyorlardı” ifadelerine yer verdi. Hem yoğun iş hayatını sürdürdü hem müzikten kopmadı Müzikle arasındaki bağını hiçbir zaman koparmadığını söyleyen Atabay, “Müzik; lise, üniversite yıllarımdan beri ve meslek hayatım boyunca hep benimle birlikte geldi. Gece-gündüz nöbetleri, koşuşturmalar derken yoğun bir meslek hayatım olduğu için müziğe ilgi gösteremediğim zamanlar da oldu; fakat emekli olduktan sonra yoğunluğum azaldı ve gitara yoğunlaştım. Müzikten hiçbir zaman kopmadım” dedi. “Milli duyguların esintisiyle bu parçayı çıkardım” Özel kliniğinde yine görevine devam eden Atabay, sözlerini şu şekilde sürdürdü:  “Biz gençliğimizde, öğrencilik yıllarımızda hep milli duygularla, Atatürk sevgisiyle yetişmiş insanlarız. Onların esintisiyle bir söz yazdım ve müziğe döktük. 100. yıl kutlamaları için birçok insan yeni bir eser oluşturmak adına adım attı. Ben de onlardan birisiyim. Soner arkadaşımla birlikte daha önce birçok parça çıkardık. Hepsinin de güzel parçalar olduğuna inanıyoruz.” BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - İzmir’de DEAŞ operasyonu!

Lise öğrencisi ameliyat için yardım bekliyor Haber

Lise öğrencisi ameliyat için yardım bekliyor

Samsun'un Bafra ilçesinde ikamet eden 11. sınıf öğrencisi 17 yaşındaki Yaşar Hüseyin Köksalan, doğuştan birtakım sakatlıklarla dünyaya geldi. Kalça kırığı ve elinde kemik bozuklukları olan Yaşar'ın asıl sıkıntısı ise yüz bölgesinde. Doğuştan alt çenesi olmayan Yaşar'ın ağzındaki dişler üst damağında toplanmış durumda. Çiğneme işlemi yapamayan Yaşar, tanesi 60 TL'den günde 7 adet mama ile beslenirken, sigortalı bir işi olmayan baba Mürsel Köksalan, oğlunun ameliyatını gerçekleştiremiyor. Samsun'da gerçekleştirilen çene operasyonlarından sonuç alamayan aile, sigortaları olsa bile asıl ameliyatın parasının yarısının devlet tarafından karşılandığını, Ankara Hacettepe'de yapılacak operasyon için maddi güçlerinin yetmediğini belirterek yetkililerden yardım istedi.  “Ağzım iyileşirse tüm yemeklerden denemek istiyorum” Doğduğundan beri yemek tadamadığını ve normal insanlar gibi yaşamak istediğini ifade eden lise 3. sınıf öğrencisi Yaşar Hüseyin Köksalan, “Tedavi olmak istiyorum. Yardım eden olursa şimdiden Allah razı olsun. Bu hayatta en çok istediğim şey; herkes gibi ağzımın iyi olmasını ve yemek yiyebilmek. Burada birkaç ameliyat denemesi yaptık olmadı. Doktorlar Ankara Hacettepe'de bu ameliyatın yapılabileceğini söyledi. Çenem nedeni ile kolay bir hayat geçiremiyorum. Gün içinde okula gidip geliyorum, idare etmeye çalışıyorum. Eğer ağzım iyileşirse tüm yemekleri denemek istiyorum. Her şeyi yemek istiyorum. İnşallah sesimi duyan ve yardımcı olan çıkar. Şu anda bilişim okuyorum. İleride de inşallah bilgisayar üzerine bir meslek sahibi olurum. Yazılım ve siber alanlarına da ilgi duyuyorum” dedi. “Özel mama ile beslenen oğlumun boğazından sıcak yemek harici bir şey geçmiyor” Maddi imkansızlıklar nedeniyle oğlunun ameliyatını yaptıramadığını dile getiren baba Mürsel Köksalan, “Maddi durumum olmadığı için çocuğumun ameliyatını yaptıramadım. Birkaç ameliyat yaptırdık ama esas büyük ameliyata durumum yetmediği için giremedik. Devlet ameliyat masrafının tamamını karşılamıyor. Sigortam olursa bize ameliyatın yarısının devlet tarafından karşılanacağı belirtildi. Oğlum doğduğundan beri yemek yiyemiyor. Özel mama ile beslenen oğlumun boğazından sıcak yemek harici bir şey geçmiyor. Zaten çocuğumun dişlerinin yapısından da bir şey yemeye uygun olmadığı görünüyor. Çocuğumun bu durumdan kurtulmasında kimin emeği geçerse Allah şimdiden onlardan razı olsun. Maddi durumum yok. 6-7 aydır işsizdim. 1 aydır çalışmaya başladım” diye konuştu. Baba Mürsel Köksalan, oğlunun tanesi 60 TL olan sıvı mamadan günde 7 adet tükettiğini, en önemli sağlık sorunu olarak ağzını gördüklerinden vücudundaki diğer sakatlıkları ise gösteremediklerini belirterek, yardım talebinde bulundu.  Normal bir görünüm ve yemek yeme isteği ile yaşama tutunan Yaşar Hüseyin Köksalan ise lise 2. sınıfı teşekkür ve onur belgesi ile geçtiğini, ileride yazılım ve siber ile alakalı bir bölümde çalışmak için çaba sarf ettiğini ifade etti. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - Ankara’da yaşayan Bayburtlulardan ziyaret

Dünyaca ünlü Şaman, bel fıtığı ameliyatı olmak için İzmir’e geldi Haber

Dünyaca ünlü Şaman, bel fıtığı ameliyatı olmak için İzmir’e geldi

Geçtiğimiz yıl, Beyin Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Tuğberk Özdemir tarafından omurilik kanal daralması için boynundan ameliyat olan dünyaca ünlü şaman, birkaç hafta önce de aniden bel ve sağ bacak ağrısı yaşadı. Yapılan incelemelerde bel fıtığının patladığı anlaşılan şaman, hemen doktorunu arayarak ameliyat randevusu aldı. Miami’den İzmir’e ilk uçakla gelip ameliyat olan Ahmadzai, yarım saatlik mikroskopik ameliyatın ardından, bir gece hastanede kaldıktan sonra taburcu oldu.   Amerika Miami'de yaşayan, Bali, Costa Rica ve Amerika gibi ülkelerde, dünyaca tanınmış ünlülere meditasyonlar düzenleyen 44 yaşındaki ünlü Şaman Omar Ahmadzai’ye geçtiğimiz yıl, boyun omuriliği daralması teşhisinin ardından ameliyat gerektiğini ve ameliyatın da riskli olduğu söylenince internetten araştırma yaptı. Ahmadzai, Amerika, Hindistan, Japonya ve Türkiye'de yaptığı araştırmalarda bu alandaki yaptığı ameliyatları takip eden ve makalelerini okuduğu Op. Dr. Tuğberk Özdemir ile iletişime geçti ve boyunda omurilik kanal daralması ameliyatını olup, ülkesine geri döndü.  Türkleri çok sevdi, kitabını Türkçe yayınlayacak İki hafta önce ani başlayan bel ve sağ bacak ağrım sonucunda yürüyemeyince doktoruyla iletişime geçen Ahmadzai, “Ağrım başlayınca doktorumu aradım, gerekli tetkikleri yaptırıp kendisine gönderince bel fıtığı ameliyatı olmam gerektiğini söyledi. Uçak biletimi aldığım gibi geldim. Her iki tedavi sürecinde de Türkiye’de çok iyi ağırlandım ve bu yüzden yeni Shaman kitabımın Türkçe versiyonunu da çıkarmaya karar verdim” dedi. Şaman Ahmadzai’nin her iki operasyonunu da gerçekleştiren Op. Dr. Tuğberk Özdemir ise şu bilgileri verdi: “Literatürde lomber disk hernisi olarak geçen, halk arasında bel fıtığı olarak bilinen hastalık, zaman içerisinde olabildiği gibi bir ters hareket sonrasında veya ağır bir yük kaldırılması sonucunda olabilir. Hastalarda bel ve bacak ağrısı, bacaklarından birinde veya ikisinde birden uyuşma şikayeti olabilir. Bu ağrıyla doktora başvurup çekilen MR görüntülemesi sonrasında fıtık tespit ediliyor ve ameliyat gerektiriyorsa geciktirilmemelidir. Ameliyat gerektirmiyorsa, fizik tedavi ile hastanın şikayetleri ve fıtığına yönelik bir yöntem seçilmelidir. Yapılan çalışmalarda ameliyatın bazı komplikasyonları olabildiği gibi, ertelemenin de geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açtığı gözlenmiştir.” BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - İzmir'de iki kişiyi öldürmüştü: Cinayetin sebebini açıkladı

Yaptığı ameliyatlarla dünyada ilk sırada yer aldı Haber

Yaptığı ameliyatlarla dünyada ilk sırada yer aldı

Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Halil Başel, 20 yılda yaptığı 300 glomus tümörü ameliyatı ile dünyada bu alanda birinci sırada yer alıyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Halil Başel, 32 yıllık hekim ve 24 yıldır kalp ve damar cerrahisi uzmanı olduğunu ifade ederek, 20 yıldır Van’da hizmet verdiğini söyledi. Türkiye’nin sağlık alanında çok iyi yerlere geldiğini ifade eden Dr. Başel, sağlık alanında asistanken hayal bile edemeyecekleri bir noktada olduklarını söyledi. Geçmişte çok göremedikleri, tanı koyamadıkları birçok hastalığa artık hem tanı koyup hem tedavi uyguladıklarının altını çizen Başel, “Glomus tümörü de çok ender görülen bir tümör. Bir hekim hayatında 1 veya 2 tane görebiliyor ve birçok meslektaşımız da bunun tedavisini yapmak istemiyor. Küçük tümörler rahatlıkla çıkarılabiliyor ama büyük tümörler çok tecrübe gerektiren tümörler. Vücudun birçok yerinde olan bu tümörleri, yüksek rakımlı yerlerde oksijen basıncının düşük olmasının tetiklediği iddia ediliyor. Bir de genetik olan hastalarda sık görülüyor. O yüzden özellikle iki taraflı glomus tümörü olan hastalarda buna dikkat etmek gerekiyor” dedi. Küçük tümörlerin; hastanın kulak burun boğaz uzmanına gittiğinde veya diğer branşlarda tiroit ile ilgili tetkik veya ultrason istendiğinde tesadüfen bulunduğunu belirten Başel, “Büyük tümörlerde ise ses kısıklığı, işitme ve denge ile ilgili problemler, yutma güçlüğü ve kitle hissi oluşuyor. Tanıyı genelde ultrason, BT anjio veya MR testleri ile koyuyoruz. Burada en çok dikkat etmemiz gereken şey, glomus tümöründe biyopsi yapmamaktır. Eğer hekim glomus tümörü düşünüyorsa; çok kanayan bir tümör olduğu için acil ameliyat gerekebilir ve biyopsi sırasında damar zedelenebilir. Bizim en çok gördüğümüz hatalardan birisi biyopsi yapılması. Bu ciddi bir sıkıntıdır" ifadelerini kullandı. Glomus tümörünün çok ender görülen bir tümör olduğunu ve yüksek rakımlı yerlerde daha çok görüldüğünün altını çizen Başel, “Bayanlarda erkeklere göre 5 kat daha fazla görülen bu tümör, yüksek rakım nedeniyle Van, Hakkari, Bitlis ve Ağrı’da daha fazla görülüyor. Dolayısıyla Van’da yaşadığımız için bu tümörlere çok denk geliyoruz. 20 yıldır bu tümörlerin ameliyatını yapmaktayız. İlk başlarda çok fazla hastamız olmuyordu. Sadece Vanlı hastalara hizmet veriyorduk. Vanlı hastalar da, riskli ameliyat olduğu için çoğu il dışına gidiyordu. Ancak daha sonra çok yapmaya başlayınca ulusal basında haber yapmaya karar verdik. Baktık ki insanlar bu hastalıktan dolayı ciddi mağduriyetler yaşamaktalar. Hekimlerimizin bir kısmı ‘ameliyat olamaz, bu çıkarılamaz’ diye hastayı direk radyoterapiye gönderiyor. Ancak radyoterapiye rağmen tümör tekrar büyüyebiliyor. Radyoterapi alınca da hastanın ameliyat şansı kalmıyor. Bunun yanında radyoterapiye bağlı hastada ses kısıklığı, yutma güçlüğü gibi problemle oluyor” diye konuştu. “300 vakalık bir serimiz oldu” Türkiye’nin yanı sıra yurt dışından da hastaların Van’a gelmeye başladığını vurgulayan Dr. Başel, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Şu anda yaklaşık 300 vakalık bir serimiz oldu. Dünyada en fazla vaka serisi 120 civarında olup bizim dünyadaki bu rakamın nerdeyse üç katı vakamız oldu. Sonuçlar da çok iyi. Şu ana kadar nükseden hastamız olmadı. Sadece bir hastamızda 3 yıl sonra farklı bir yerde glomus tümörü gelişti. 300 hasta içerisindeki bunların büyük kısmı başka yerde dokunulmayan, ‘masada kalır, felç olur, ciddi komplikasyonlar gelişir’ denilen hastalar. Sonuçlarımız iyi olunca, hastalar daha önce ameliyat olmuş hastalara ulaşıyorlar ve birbirleriyle iletişime geçiyorlar. Geldiğimiz noktada da bir hekimin meslek hayatı boyunca göreceği vakayı biz bir haftada görmeye başladık. Tabi glomus tümörlerinde tanı konur konmaz direk cerrahi tedavinin planlanması gerekir. Çünkü beklemek hastaya hiçbir şey kazandırmadığı gibi, tümör büyüdüğü zaman hem hekim hem hasta açısından riskler artmaktadır. Bununla ilgili çok hatıralarımız oldu. Diyarbakır’dan bir hasta geldi. Doktor 3 yıl takip etmiş, üç yılın sonunda artık bu ameliyatla çıkarılamaz demiş. Bu bize geldi ve biz bunu haber yaptık. Yani tanı konur konmaz cerrahi düşünmek lazım. Eğer cerrahi olamayacak bir durum var ise o zaman diğer tedavi yöntemlerine hastayı yönlendirmek lazım. Özellikle glomus karotikumda şu ana kadar çıkaramadığımız olmadı.”  “İlk ameliyattan sonra üç gün uyuyamadık” Van’da 20 yıl önce ilk hastayı görünce onu başka yere sevk ettiklerini dile getiren Dr. Başel, daha sonra hastaların üst üste gelmesi ile birlikte bunun tedavisine başladıklarını söyledi. Bölge insanının maddi imkanlar nedeniyle batıya gitmelerinin zor olduğuna dikkat çeken Başel, “İnsanlar başka yerlere gidemiyordu. Van’dan git demek kolay bir şey değildi. Bunun üzerine daha detaylı araştırmasını yaptıktan sonra ilk tümör ameliyatını yaptık ama üç gün uyku uyumadık. Çok stresli bir ameliyattı. Ondan sonra yaptıkça tecrübelendik. Şu anda artık öyle oluyor ki; hasta geliyor, aynı gün ameliyatını yapıyoruz ve taburcu ediyoruz. Hatta il dışından gelen hastalara, ‘dönüş biletinizi alın öyle gelin’ diyorum. Bazen hastalar dönüş bileti almıyorlar ve birkaç kez hastalara neden almadınız diye sorduğumda; ‘Hocam; Bursa’da, İstanbul’da, Ankara’da, masada kalır denilen hastayı siz dönüş bileti de alın diyorsunuz. Ama biz nasıl döneceğimizi bilmediğimizden dönüş bileti almadık’ diyorlar. Yani o kadar sıradan bir ameliyat haline geldi ki, artık hastayla bir ön görüşme yapıp geldiği gün bile ameliyatını yapıyoruz ve birkaç gün sonra taburcu ediyoruz” dedi.  “Glomus deyince herkes Van’da arayışa geçiyor” Van’ı glomus merkezi haline getirdiklerine vurgu yapan Başel, “Van’da 20 yıldır bu ameliyatları yapa yapa şu anda literatür bilgisi olarak dünyada bizim yaptığımız ameliyat kadar ameliyat yapan bir merkez yok. Van’ı bu konuda Türkiye’de merkez konumuna getirdik. Şu anda glomüs tümörü deyince herkes Van’da arayışa geçiyor. Arama motorlarında da Van ilk sırada yer alıyor. Eskiden Van’a gelmemek için çok bahaneler üretiyorlardı, şimdi Allah’a şükür yapmıyorlar. Bu noktada da en iyi referans hastadır. Hasta sayısı çok fazla olduğu için ve çok fazla insan bu işten fayda gördüğü için tereddüt etmeden rahatlıkla geliyorlar” ifadelerini kullandı.  “Van’ı glomus merkezi yaptık” Mesleğini daha büyük merkezlerde, daha iyi şartlarda icra etme yerine Van ve bölge halkına hizmet etmeyi tercih ettiğine dikkat çeken Dr. Başel, sözlerine şöyle devam etti: “Glomus tümörü ameliyatını bir kalp damar cerrahinin yapması en doğru şey. Çünkü şahdamarının komşuluğunda yer alıyor ve damarla ilgili komplikasyon gelişmesi çok yüksek. Tabi hastayı batıya sevk etmek kolay olabilir. Bu bir seçenekti ama bölge insanının çoğu fakir insanlar olduğu için giden oluyor gidemeyen oluyor. Ayrıca bölgede de çok gözüken bir hastalık. Dolayısıyla bunu bizim yapmamız gerektiğine karar verdik ve böyle bir yola girdik. Ayrıca hekimlerin de ekserisi, riskleri yüksek olduğu için ve daha sonradan komplikasyonlarla uğraşmamak için bu tür tedavileri pek yapmıyor. Yapan da ekonomik anlamda çok yüksek ücretler istiyor. Bölge insanı mağdur olmasın ve madem buradayız onlara burada faydamız olsun diye böyle bir yola girdik. Allah’a şükür hastalarımız da bize güven duydular. Biz de Van’ı Türkiye’de glomus merkezi yapma yoluna girdik ve onu da başardık diye düşünüyorum.” BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - Van'da tedavisi tamamlanan kuşlar gökyüzüne kavuştu

Varis ameliyatında genetik hastalığı fark edildi Haber

Varis ameliyatında genetik hastalığı fark edildi

İzmir’de yaşayan Oya Çetiner, bacak damarlarında belirginleşme ve ayaklarında şişlik şikâyetiyle Kardiyovasküler Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Söyler’e başvurdu. Doppler ultrason sonucunda kronik venöz yetmezlik teşhisi koyulan Çetiner, ameliyat için bir süre düşünmek istediğini söyledi. Ancak yaklaşık bir yıl sonra bacakta kızarıklık, ağrı ve şişlik şikâyetiyle hastaneye tekrar başvurdu. Çetiner’e, kronik venöz yetmezliğin tedavi olmaması sonucunda damarların belirginleşen yerlerinde pıhtı oluştuğu söylenirken, kan sulandırıcı ilaçlarla pıhtının kaybolması sağlandı. Ardından operasyona alınan hastanın yüzeyel ince damarlarında, ultrasonda tespit edilmeyen pıhtıların başlamış olduğu fark edildi. İki bacağında bulunan pıhtıları temizlenen Çetiner, operasyon sonrasında babasının da beyninde pıhtı attığı bilgisini doktoru ile paylaştı. Bunun üzerine Op. Dr. Onur Söyler tarafından hematoloji hekimlerine yönlendirilen Çetiner, genetik olarak pıhtı oluşumuna yatkın bir yapıda olduğunu öğrendi. Durumu hemen kardeşine anlatan hasta, kardeşinin de kan sulandırıcı ilaç tedavisine başlamasına vesile oldu. Tüm aile bireylerine bu konuda önlem almaları için uyarıda bulunduğunu, kendisinin de genetik rahatsızlığını tesadüfen öğrendiğini söyleyen Çetiner, doktorun dikkati sayesinde ikinci bir hayat hediye edildiğini belirtti. “Daha kötü sonuçlar yaşayabilirdim” Kronik venöz yetmezlik teşhisi konulduktan sonra ameliyat tarihini bir yıl kadar ötelediğini ifade eden Çetiner, yaşadığı olayı şu sözlerle anlattı: “Ameliyat tarihini ötelemiştim ancak şikâyetlerim artınca hastaneye tekrar başvurdum. Ayaklarımın üzerine basamaz hale gelmiştim ve yoğun ağrılarım vardı. Ameliyata alındım ve operasyon gayet başarılı geçti. Bacaklarımdaki sorun bitmişti ancak doktorum pıhtı oluşumunun genetik olabileceğinden şüphelenince ona babamın da beyninde pıhtı attığını söyledim. Beni hemen hematolojiye hekimlerine yönlendirdi ve tetkikler sonucunda vücutta pıhtı oluşumuna genetik olarak meyilli olduğum anlaşıldı. Eğer doktorumuz bu konunun üzerinde durmasaydı, ben de üzerine düşmeyecektim. ‘Alt tarafı bir varis ameliyatı oldum, geçti’ diyecektim. Belki bir anda bir pıhtı atıp daha kötü sonuçlar yaşayacaktım. Kardeşimde herhangi bir sorun olmadığı halde durumu onunla paylaştım ve tetkikler sonucunda onda da genetik yatkınlık olduğu anlaşıldı. Hem bana hem de kardeşime ikinci hayat hediye edilmiş oldu. Ailemin diğer bireylerine de hekime başvurmaları konusunda öneride bulunuyorum. Bu olay belki de sadece benim ve kardeşimin değil, pek çok aile bireyinin de hayatının kurtulmasını sağlayacak.” Kan sulandırıcı ilaç tedavisine başladılar Kardiyovasküler Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Onur Söyler de ultrasonda tespit edilmeyen pıhtıları ameliyat sırasında fark edip temizlediğini ve hastada pıhtılaşmaya yatkınlık olduğundan şüphelendiğini aktardı. Hematoloji hekimleri tarafından yapılan detaylı genetik tarama testleri sonucunda Oya Çetiner’in genetik olarak pıhtılaşmaya yatkınlık gösterdiğini kaydeden Op. Dr. Söyler, “Hematoloji hekimlerinin önerisi doğrultusunda hastaya ömür boyu kan sulandırıcı ilaç kullanması gerektiği tavsiye edildi. Bu tür genetik faktör bozuklukları ve genetik pıhtılaşmaya meyilli olma durumları, diğer aile bireyleri içerisinde de olabileceği öngörüldüğü için Oya Hanım’ın kardeşi de tetkiklerini yaptırdı. Tetkiklere göre kardeşinde de genetik pıhtılaşmaya meyil çıktı. Oya Hanım’ın kardeşinde herhangi bir belirti yoktu ancak bu olay sayesinde o da kan sulandırıcı ilaç tedavisine başlamış oldu. Bu olaydan da anlaşılıyor ki bacak toplardamarlarında kronik venöz yetmezlik dediğimiz bir hastalık varsa hekim önerilerine uyararak operasyonun geciktirilmemesinde fayda var. Bizim operasyon sırası ve sonrasındaki şüphelerimiz, konunun üzerine gitmemiz, hastanın da uyumu ile birlikte Oya Hanım’ın kardeşi de genetik durumunu öğrenmiş oldu. Abla ve kardeş, artık genetik yatkınlıklarını biliyor. Onlar, diğer aile bireylerine bu konuda uyarılarda da bulunuyor. Biz de böyle bir bilinçlenmeyi sağladığımız için oldukça mutluyuz” diye konuştu. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - Kalp hastalıklarından nasıl korunulur?

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.