#adalet

adalet haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, adalet haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Emekçi vergide adalet istiyor: 15 ile sabitlensin! Haber

Emekçi vergide adalet istiyor: 15 ile sabitlensin!

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER- Türkiye, vergi sistemindeki adaletsizlik nedeniyle işçi kesimi tarafından sıkça eleştiriliyor. Ücretli kesimdeki vergilendirme sisteminde çalışan bir birey, ocak ayında başlayan yüzde 15’lik vergi dilimine dahil olma oranı yıl sonuna kadar yüzde 35’i kadar buluyor. Böylelikle emekçi maaşının 1 buçuğunu vergi olarak veriyor. Emekçilerden direkt olarak alınan bu verginin yanında dolaylı olarak aldığı her ürün içinde vergi ödemesi de tepki yaratıyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK); çalışanın tabi olduğu vergi dilimin yüzde 10 ile sınırlandırılmasını ve sabit bırakılmasını isterken Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (KAMU-SEN) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ise vergi diliminin yüzde 15 ile sınırlandırılmasını geri kalan aylarda da sabit tutulmasını istiyor. Sendikalar ‘Vergide adalet’ istemiyle ülke genelinde eylem gerçekleştiriyor. DİSK İzmir’de yoğun katılımlı bir miting düzenlerken İzmir’i İstanbul ve Ankara’da takip etti. TÜRK-İŞ pazartesi günü bağlı sendikalarında oturma eylemi düzenleyerek basın açıklaması gerçekleştirdi. SES ise 30 haftadır eylemlerini sürdürüyor. 126 GÜN DEVLETE ÇALIŞIYORUZ Ücretli çalışandan yüzde 10 vergi kesilmesi gerektiğinin altını çizen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, bu oranın yıl boyunca da sabit tutulması gerektiğini ifade etti. Sarı, “Özellikle son iki yıldır vergi de adalet, gelir de adalet ve ülke de adalet şiarıyla biz mücadelemizi sürdürüyoruz. Emekçinin ücreti daha eline geçmeden dolaylı ve direk vergiler olmak üzere iki tür vergi ile silinip gidiyor. Emekçi hem çalışıyor hem de 30 gün boyunca vergi şampiyonu oluyor. Bugün fabrikatörlere, zenginlere, iş yerlerine, küçük işletmelere ya da orta ölçekli işletmelere baktığımızda bunlar vergilerini yıldan yılda verirken biz daha maaşımız elimize geçmeden vergilerimizi ödüyoruz. Doğal olarak vergilerimizi ödediğimiz paradan sonra elimize geçen, cebimize koyduğumuz parayla da dolaylı vergi ödemeye başlıyoruz. Bir gazoz alıyoruz, KDV’sini ödüyoruz. Araç alıyoruz, ÖTV’sini ödüyoruz. Herhangi bir tüketim malını kullandığınızda dolaylı vergilerle de ikinci kez bir vergi bombardımanına uğruyoruz ama bugün işverenler kulübü böyle değil hem vergilerini affettiriyorlar hem de aldıkları her aracı, her hikâyeyi gider olarak gösteriyorlar ve vergi kaçırıyorlar. İşçiler 365 günün 126’sında devlete çalışıyor. Bizden dolaylı ve direkt olarak emek harcadığımız 126 günü iktidara ya da Hazineye, Maliye Bakanlığına vergi veriyoruz. Onun için diyoruz ki bu ülkedeki işçiler, çalışanlar, emekçiler vergi şampiyonudur. Bugün beş tane şirketin 7 milyar dolarlık vergileri affedildi. Vergileri affedilenler var ama öbür taraftan belediye şirketlerinin SGK ve vergi borcuna haciz koyup işçilerle belediyeleri karşı karşıya getirip maaş ödeyemez duruma getiriyorlar. İktidarın bu adaletsiz tutumuna anlayışına karşı bizim beklentimiz de ‘az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi sistemi’ mutlaka bu ülkeye gelmelidir. Ya da işçilerin vergileri ocak ayında yüzde 10 ile başlamalı ve aralık ayında da yüzde 10 ile devam etmeli, sabit kalmalıdır. Çünkü biz artık 365 günün 126 gününü devlete çalışmak istemiyoruz” diye konuştu. EMEKÇİNİN SIRTINDAN İNİN Ülkeyi 1 buçuk milyon emekçinin ayakta tuttuğunu söyleyen Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Coşkun İz, “Önce dışarıda vergi vermeyenlerden vergileri toplasınlar sonrada bizim vergimizi de sabitlesinler. Biz devletimize vergi vermeyelim demiyoruz. Ama sabitlenmesini istiyoruz. Mesaiye kalıyoruz, mesaimizden vergi kesiliyor, bayram parası alıyoruz ondan vergi parası alınıyor, çocuk paramızdan vergi alınıyor. Biz bunlardan vergi alınmasını istemiyoruz. Her ay ücretimizden vergi veriyoruz. 12 ay çalışıyoruz, 10,5 ay maaş almış oluyoruz. Devletimize 1,5 maaşımızı hibe etmiş oluyoruz. Biz de bu ülkenin evladıyız. Biz de bu ülkenin kalkınması için mücadele ediyoruz. Verimliliğini, kalitesini artırmak için mücadele ediyoruz. Onun için ben diyorum ki az kazanandan az, çok kazananı çok vergi alırsın. İşçiden yüzde 35’e kadar vergi kesiyor. Bu oranın yüzde 15 ile sabitlenmesi gerekiyor. Ocak ayında ne maaş alıyorsak aralık ayında da aynı maaşı almak istiyoruz. Ev alınca, araba alınca vergi veriyorum. Üstüne bir de çalışırken vergi veriyoruz. Biz de insanız, bizim de çoluk çocuğumuz var. Benim de tiyatroya, sinemaya gitme hakkım var. Sevgilimle gezmeye, eşimle yemek yemeye hakkım var. Sırtımızdan inin, çekin elinizi cebimizden. Ben kazanırsam sen de kazanacaksın. Ben kazanmasam sen neyle kazanacaksın?” değerlendirmesinde bulundu. VERGİLER HERKESTEN EŞİT ALINSIN Az kazanandan az, çok kazanandan da çok vergi alınması düşüncesine katılmadıklarını belirten Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (KAMU-SEN) İzmir İL Temsilcisi İrfan Toksoy, verginin her kesimden adil ve eşit biçimde tahsil edilmesi gerektiğini belirtti. Toksoy, “Memur altıncı aydan sonra 2.ve 3. vergi dilimlerine giriyorlar ve net kazançlarının yüzde 35’i vergiye veriyor. Hem kazandığımız para için vergi veriyoruz hem de harcarken bir daha vergi veriyoruz. Dolayısıyla bizim vergi yükümüz yüzde 50-55’lerin üstüne çıkıyor. Bazı kurumlar için vergi muafiyeti, vergi affı ve vergi kaçırmaları duyuyoruz ama ücretli çalışanın böyle bir durumu yok. Vergiler bordrosundan kesildiği için ücretli vergi yükünü direkt olarak hissediyor. Bundan dolayı bizim talebimiz vergilerin yüzde 15’te sabitlenmesidir. Aksi takdirde bu adaletsizlik devam eder. Bazı sendikalardan bahsettiği ‘az kazanandan az, çok kazanandan vergi kesilsin’ talebine katılmıyoruz. Az kazanan/çok kazanan yerine verginin eksiksiz ve tam alınması daha önemlidir. Verginin oranını yükseltmekle değil, vergideki kaçakları asgariye indirerek bu sorunu çözmek daha kolay olacaktır. Eğer insanlar vergilerini tam vermezse, siz vergi dilimini artırırsanız, bu sefer vergi kaçağıyla ilgili de arayışları daha çok artıracaksınız. Bunu önlemenin yolu vergiyi çok alandan çok değil. Vergi kaçaklarının önüne geçilmesi, devletin vergiyi doğru toplaması, yeni vergi arayışlarına girmesini de engelleyecektir” ifadelerini kullandı. VERGİ YÜKÜ HAFİFLETİLSİN 29 haftadır ülke genelinde ‘vergide adalet’ istemiyle eylemelerine devam eden Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) adına konuşan İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Olcay Tekin, “Çalışanlar ve toplumun tamamı neden vergi yükü azalsın istiyor önce bunu açıklamak gerekiyor. Bizim gibi enflasyonla mücadele eden ülkelerde hükümetler için vergi en kolay gelir kaynağı oluyor. Vergi de en kolay ücretli çalışanlardan elde ediliyor. Çalışanın daha maaşı hesabına yatmadan vergiye tabii olup alınıyor. Gelir vergisi her yılın başında yüzde 15’ten başlayarak yüzde 40’lara kadar çıkabiliyor. Bu nedenle hükümetlerin zahmetsizce gelir kaynağı ücretli çalışanlar. Bir de dolaylı dediğimiz vergileri eklersek devlete vergiden kaynaklı gelir kaynağını ücretli çalışanlar oluşturmakta. Bizim 30 haftadır söylediğimiz tam da bu aslında. Çalışanın aldığı ücretin yüzde 40 ile 45’i vergiye gitmesi demek hem ücretli çalışanlardan hem de halkın üzerinde ki vergi yükünün azalması gerekiyor. Bizim talebimiz çalışanlardan gelir vergisi en fazla yüzde 15 olarak sabitlensin, temel tüketim maddelerinden vergi sıfırlansın kısacası çalışanın ve halkın üzerindeki vergi yükü kaldırılsın” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi'nde "adalet ve uluslararası hukuk" konuşuldu Haber

Boğaziçi Üniversitesi'nde "adalet ve uluslararası hukuk" konuşuldu

ABD'deki Princeton Üniversitesinde Uluslararası Hukuk Uzmanı ve eski Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Raportörü siyaset bilimci Prof. Richard Falk, oturumda yaptığı konuşmada, İsrail'in Gazze'deki eylemlerini sert bir dille eleştirerek uluslararası hukukun Gazze'deki krizi etkili şekilde ele almadaki başarısızlığının altını çizdi. Uluslararası hukukun rolünü, mevcut eksikliklerini ve daha güçlü uygulama mekanizmalarına duyulan ihtiyacı vurgulayan Falk, "Soykırım devam ediyor ve bölgede Gazze ile doğrudan bağlantılı daha geniş çaplı yıkıcı bir savaş tehdidi giderek artan bir endişe kaynağı haline geldi." ifadelerini kullandı. Falk, İsrail'in uluslararası kararları açıkça göz ardı etmesini ve küresel toplumun bu yasaları uygulamadaki yetersizliğini eleştirerek, "İsrail, soykırımı durduracak ve Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki işgali sona erdirecek yetkili kararları alenen göz ardı etmiştir." dedi. "Soykırım, Filistin'deki apartheid'in bir devamıdır ve postkolonyal bir tarihsel atmosferde meydana gelmektedir." diye konuşan Falk, 7 Ekim'in "Netanyahu hükümetinin etnik temizlik yoluyla yapmak istediği şey için bir bahane" sağladığını dile getirdi. İsrail'in Gazze saldırılarına uluslararası tepkilerdeki çifte standardı kınayan Falk, "Bu tür çifte standartlar sadece ikiyüzlülüğün bir ifadesi değil, aynı zamanda uluslararası hukuku düşmanlara karşı kullanılacak bir politika aracına dönüştürme çabasıdır." şeklinde konuştu. Falk, eksikliklerine rağmen uluslararası hukukun dayanışma hareketlerinin meşrulaştırılması ve gelecek nesillerin adalet ve insan hakları konusunda eğitilmesi açısından önemini koruduğunu söyledi. Gazze'nin yeniden inşası onlarca yıl sürebilir Birleşmiş Milletler (BM) Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal da konuşmasında Gazze ve diğer çatışma bölgelerindeki sistematik konut yıkımının etkisini vurguladı. Rajagopal, uluslararası toplumun bu tür eylemleri uluslararası hukuk kapsamında ayrı bir suç olarak tanıması ve sorunu ele almak için somut adımlar atması gerektiğini dile getirdi. Uluslararası hukukun Gazze'deki krizi ele almadaki başarısızlığını değerlendiren Rajagopal ,"İsrail, kendi normatif gücüne sahip bir uluslararası hukuk ihlali olan cezasızlığın tadını çıkarıyor." dedi. Rajagopal, "Gazze'de uluslararası hukuk işlemiyor gibi görünüyor." diye konuştu. "Domicide" kavramını "evlerin toplu olarak yıkılması" olarak tanımlayan Rajagopal, bunun insan onuru ve toplum bütünlüğü üzerindeki derin etkisi nedeniyle bir suç olarak tanınması gerektiğini savundu. Rajagopal, uluslararası hukukun gelişmesi ve bu tür eylemlere karşı koruma sağlaması gerektiğine işaret etti. Konut yıkımının insani maliyetine değinen Rajagopal, "Bir evi kaybetmek, insanlığımızı kaybetmemize neden olan derin bir kayıptır." ifadelerini kullandı. Rajagopal, evlerin yıkılmasını insanlığa karşı işlenen bir suç ve Gazze örneğinde olduğu gibi bir soykırım eylemi olarak nitelendirdi. Gazze'nin yeniden inşasında karşılaşılan zorlukların altını çizen Rajagopal, mevcut koşullar altında sürecin onlarca yıl sürebileceğini belirtti.

Özlem Eryakşi davasında savcı ceza istedi: Acılı anneden ‘adalet’ feryadı! Haber

Özlem Eryakşi davasında savcı ceza istedi: Acılı anneden ‘adalet’ feryadı!

İzmir’de yaşayan iki çocuk annesi Özlem Eryakşi’nin (37) silahla vurularak hayatını kaybetmesine ilişkin açılan davada yargılanan tutuklu sanık Cemal Kuvusoğlu yeniden hakim karşısına çıktı. İzmir Adliyesi 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ikinci duruşmasına; tutuklu sanık Cemal Kuvusoğlu, taraf avukatları, maktule Eryakşi’nin annesi, çocukları ve eski kayınvalidesi katıldı. İzmir Kadın Meclisleri ve Karabağlar Kent Konseyi Kadın Meclisi üyesi kadınlar da duruşmayı mahkeme salonundan takip etti. YANINDA BİR ŞAHIS VARDI AMA… Duruşmada tanık olarak olay yerinde ilk müdahaleyi yapan sağlık görevlileri dinlendi. Olay yerine gittiklerinde kanlar içinde yerde yatan Özlem Eryakşi’nin yanında bir şahıs olduğunu belirten ambulans şoförü, “Ambulans şoförü olduğum için hastalara doğrudan müdahale etme görevim yok. Ancak bu olay ateşli silahla gerçekleştiğini öğrendiğim için diğer görevlilere kadın olması açısından onlara yardımcı olmak için onlarla polis geldikten sonra olayın meydana geldiği yere çıkmıştım. Olay yerinde yaralının yanında bir şahıs vardı ama sanık olup olmadığını bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla yaralanan şahsın bilinci yerinde değildi” dedi. SORULARA CEVAP VEREMİYORDU Maktule Eryakşi ile aralarında sözlü bir iletişim yaşanmadığı dile getiren ambulans görevlisi ise, “Olayın bildirilmesi üzerine acilden olay yerine gittik. Olay yerinde polis ekipleri yoktu bizden sonra geldiler. Yaralının bilinci açıktı ama sorulan sorulara cevap veremiyordu. İnleme dışında bir söylemi olmadı. Hızlı bir şekilde ambulansa taşıdık, gerekli müdahaleleri yaptık. Ambulans içinde bir iletişimimiz olmadı. Sorduğumuz sorulara cevap veremiyordu. Kimlik bilgilerini hastane personelinden almıştık. Görevlilere göre hasta sadece kimlik bilgilerini söyleyebilmiş. Hasta kırmızı kodlu olarak bize bildirildiği için ilgimizi yoğun şekilde yaralı şahsa yönlendirdik. Bu nedenle sanığın olay yerinde bulunup bulunmadığı konusunda bir şey hatırlamıyorum. Olay yerine gittiğimizde kalabalık ve kargaşa vardı. Polis memurları gelinceye kadar biz müdahale etmedik. Bu süre içerisinde yaralıya müdahale etmemiz konusunda talepte bulunan kişiyi hatırlamıyorum. Hastanın yanına çıktığımızda da ona yardım eden ya da bize yardımcı olan bir kişi hatırlamıyorum. Sadece yaralanan kişiyle ilgilendiğimiz için olay yerindeki kişiler ne yaptığı ne söylediği konusunda ayrıntılı bir şey hatırlamıyorum” ifadelerini kullandı. İLK YARDIM YAPILDIĞINA DAİR İZ YOKTU Olay yerinde yaralıya müdahale edildiğine dair tampon ya da bez parçası görmediklerini dile getiren diğer sağlık görevlisi de, “Sabaha karşı 112 merkezinden gelen yönlendirmeyle olay yerine gittiğimizde güvenlik güçleri henüz gelmemişti. Eve çıktığımda yerde yatan şahsı gördüm, kanaması vardı. Polis ekiplerinden rica edip ambulansa taşıdık. Yaralı şahısla iletişim kurmaya çalıştık ama aramızda hiç sözlü diyalog geçmedi. Olay yerinde yaralı şahsın yanında bir şahıs vardı. Fakat sanık mı değil mi hatırlamıyorum. Kendisine yaralanmasıyla ilgili ilk yardım yapıldığına dair bir iz yoktu. Karın bölgesi açıktı ve kanaması vardı, biz ilk müdahaleyi yapmaya çalıştık. Ateşli silah yaralanmalarında yapılacak ilk müdahale kanamayı durdurmak için kanamanın olduğu yere bir şey basılmasıdır. Bu olayda yaralıya böyle bir müdahale edildiğini görmedim. Olay yerine vardıktan sonra 4-5 dakika polis memurlarını bekledik. Olay yerinin bulunduğu sokak kalabalıktı ve gürültü vardı. Yaralıdaki yaralanmanın büyüklüğüne göre tamponla yapılan müdahale kanamayı durdurabilir, bu olayda yaralanma büyüktü. Ambulans içinde dahi kanama durdurmakta zorlandık. Biz olaya müdahale etmeden önce kanamayı durdurmak için müdahale edilmiş olabilir, buna rağmen kanama durmamış olabilir. Ancak ben olay yerinde yaralıya müdahale edildiğini gösteren tampon ya da bez parçası görmedim” diye konuştu. TAMPON YAPARAK MÜDAHALE ETTİM Tanık beyanlarının dinlenmesinin ardından söz hakkı verilen tutuklu sanık Cemal Kuvuşoğlu, “Ambulansı ben aradım, geldiğini ışıklardan fark edince pencereden ambulans görevlilerin bulunduğu yere bağırdım. Yaralının yanımda olduğunu, yukarıya çıkmalarını istedim. Ancak bana güvenlik görevlileri gelinceye kadar gelmeyeceklerini söylediler. Güvenlik görevlileri, ambulans görevlileri gelinceye kadar ben tampon yaparak müdahale etmeye çalıştım. Ambulans görevlileri geldiğinde bu durumu görmemeleri mümkün değildi” diyerek kendini savundu. KIZIM KENDİNİ VURACAK BİRİ DEĞİL İlk duruşmada üzüntüden söyleyeceklerinin eksik kaldığını ve yeniden beyanda bulunmak istediğini söyleyen Eryakşi’nin annesi Nejla Duru, “Sanık kızıma müdahale ettiğini söylüyor. Benim kızımı zaten kendisi vurdu, silah kendisinin. Şahsı ben bir anne olarak 3-4 defa gördüm. Bir tanıştığımda gördüm kabul etmedim, ikincide silah gösterdi bize, yine kabul etmedim. Olay olmadan iki gün önce kızımın evine gittim. Kendisi de oradaydı, ‘Kızım iki aydır seni sevdiği için benle konuşmuyor kıymetini bil’ dedim. Sonra ‘Kızım evlendin mi?’ diye sordum, ‘Hayır anne’ dedi. Cemal birden celallendi kalktı yerinden, ‘Benim karımdır’ dedi. Benim kızım güçlü bir kadındı. Çocuklarına çok düşkündü, kendini vuracak, silah taşıyacak biri değil. Karşı komşusu bana ‘Kızına sahip çık’ demişti. Kızımla bir ekmeği paylaşan arkadaşlarını bile yanından uzaklaştırdı. Kızıma şiddet uyguluyordu, komşuları da söylüyordu. Kendini kurtarmaya çalışıyor şimdi. Otuz tane avukat tutsan kurtulamazsın adaletten. Sadece adalet istiyorum. Bu şahıs benim kızımı vurdu. Benim kızım yaşamayı seven, güçlü biriydi. Çocukları için, benim için ağırlaştırılmış müebbet istiyorum. Cezasını çeksin. Adalet istiyorum” dedi. SAVCI CEZA İSTEDİ Tanık beyanları ve tarafların dinlenmesinin ardından savcı ikinci duruşmada mütalaasını verdi. Savcı dosyadaki mevcut deliller ışığında sanığın üzerine atılı suçları işlediğinin sabit olduğunu belirterek, kasten öldürme ve ruhsatsız silah taşıma suçlarından cezalandırılmasını istedi. Öte yandan Adli Tıp Kurumu’ndan maktulün alkollü olup olmadığına dair talep edilen rapor da mahkemeye ulaştı. Rapora göre maktulün kanında alkol tespit edilmediği belirtildi. TAHLİYESİNİ TALEP ETTİ Daha sonra söz alan Sanık avukatı, “Mahkeme adaleti tecelli etmek için var. Sanığın yardım isteyip istemediğinin kamera kayıtlarından tespit edilmesini istiyoruz. Otopsi raporundaki kan 30 saat sonra alındığı için bu konudaki tespite katılmak mümkün değil. İlk müdahale yapılan hastaneden alınan etenol test sonuçlarını talep ediyoruz. Elimizdeki 112 ihbar kayıtları sanığın beyanlarını doğrulamaktadır. Suçun vasfının değişeceği kanaatindeyiz, tahliye hususunu kararla birlikte talep ediyoruz. Müvekkilimizin beraat edeceği kanaatindeyiz. Dosya artık karar aşamasına gelmiştir. Tahliyesine karar verilmesini talep ediyoruz. KAMERA GÖRÜNTÜLERİ İSTENDİ Sanığın tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme heyeti, davayı 15 Ocak 2024 tarihine erteledi. Ayrıca güvenlik kamera görüntülerinin mahkemeye gönderilmesi için 112 Acil Servis’e yazı yazılmasına, maktulenin olaydan sonra tedavi için götürüldüğü Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde etenol testi yapılmışsa buna dair raporun talep edilmesine ve maktuleye hastanede ilk müdahaleyi yapan doktor, hemşire ya da diğer sağlık görevlilerinin kimler olduğunun mahkemeye bildirilmesine karar verildi. ÜST SINIRDAN CEZALANDIRILMASINI İSTİYORUZ Öte yandan duruşma öncesinde Karabağlar Kent Konseyi Kadın Meclisi, adliye binası önünde basın açıklaması yaptı. Eryakşi’nin annesi ve eski kayınvalidesinin de katıldığı açıklamada basın metnini okuyan Funda Özdemir, “Son zamanlarda kadın cinayetlerinin intihar veya kaza bahaneleri arkasında saklanmaya çalışıldığına tanıklık ediyoruz. Bu olayda da, failin çelişkili beyanları Özlem’in bir kaza veya intihar sonucu ölmediğini düşündürüyor. Bireysel silahlanma hat safhaya ulaştı. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri giderek artıyor. Kadınlar, işte, evde, hatta sokak ortasında erkekler tarafından vahşice öldürülüyorlar. Peki erkekler bu cesareti nereden alıyor? Bizler biliyoruz ki; Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, 6284 Sayılı Yasa’nın tartışmaya açılması, yasaların etkin uygulanmayışı kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yaygınlaşmasında en başta gelen belirleyici etkenlerdir. Bir an önce acil önlemler alınmalıdır. ‘Benim kızım hayattan koparıldı, başka Özlem’ler ölmesin, başka annelerin yüreğine evlat ateşi düşmesin diyen’ Nejla Duru’nun ve anneleri için adalet arayan çocukların yanındayız ve failin en üst sınırdan cezalandırılmasını istiyoruz” ifadelerini kullandı. NE OLMUŞTU? Özlem Eryakşi, 25 Kasım 2022’de evlilik hazırlıkları yaptığı Cemal Kuvusoğlu ile birlikte yaşadıkları evde silahla vurularak hayatını kaybetti. Kuvusoğlu, cama çıkarak Eryakşi’nin intihar ettiğini söyledi. Olay yerine giden polis ekipleri, Kuvusoğlu’nun çelişkili ifadeler vermesi üzerine soruşturmayı genişletti. Sabıkası olduğu belirlenen Kuvusoğlu, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Merhum Eryakşi ile zanlı Cemal Kuvusoğlu’nun aynı işyerinde çalıştıkları ve burada tanıştıkları öğrenildi. Özlem Eryakşi’nin önceki evliliğinden iki çocuğunun olduğu kaydedildi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Başkan Kurul’dan Emine Öğretmen mesajı

Adalet Bakanı Tunç: Adalet toplumun sigortasıdır Haber

Adalet Bakanı Tunç: Adalet toplumun sigortasıdır

Türkiye Adalet Akademisi'nin Yargıtay'da düzenlenen Eğitim Dönemi Açılış Töreni'ne Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Türkiye Adalet Akademisi Başkanı Muhittin Özdemir, yargı mensupları ve hakim savcı adayları katıldı. Törende konuşan Bakan Tunç, yeni eğitim döneminin başında hakim savcı adaylarıyla bir araya gelmekten memnuniyet duyduğunu, zorlu bir sınavı geçen adayların bu aşamaya geldiklerini dile getirdi. Adaylık döneminde ve meslek hayatlarında adaylara başarılar dileyen Tunç, "Adalet, devletlerin payidar olmasını sağlamasının yanı sıra devletlerin varlık sebebidir. Aynı zamanda adalet, toplumun huzur ve barışının, mutluluğunun, refahının sigortasıdır. Bir adaletsizlik olduğu zaman son kertede buna 'dur' diyecek olan devletlerin adalet teşkilatıdır, hakim ve savcılarıdır." ifadelerini kullandı. Hakimlik ve savcılık mesleğinin adayların omuzlarına büyük sorumluluk yüklediğini ifade eden Tunç, "Adaletin hayatla kucaklaşması, adaletin eliyle, yani sizlerin eliyle olacaktır. Sizler, adaleti hakkıyla yerine getirirseniz devletin bekasını da korumuş olursunuz. Adaleti hakkıyla yaşatırsanız insanımızı da yaşatmış olursunuz." diye konuştu. Tunç, yargı tarafsızlığının bir unsurunun da adil görünmek olduğunu kaydetti. "Adalet Akademimizin kapasitesini arttıracağız" Bakan Tunç, son 21 yılda adalet sisteminin imkan ve şartlarının bir başka noktaya taşındığını, personel sayısının arttırıldığını, ana kanunların büyük ölçüde elden geçirildiğini bildirdi. Yargı hizmetlerindeki reform iradesini sürdüreceklerini belirten Tunç, bu kapsamda getirilen Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı'nın 2024'te uygulamaya gireceğini ifade etti. Tunç, vatandaşların özgürlüğü ve malı hakkında karar veren hakim ve savcılar ile savunma hakkını kullanan avukatların, hukuki güvenliğe katkı veren noterlerin daha nitelikli ve kaliteli bir eğitimden geçmesini sağlayacaklarını dile getirdi. Adalet hizmetlerindeki yapısal dönüşümün ve reformların öneminin yanı sıra iyi uygulamanın da önemli olduğunu aktaran Tunç, adalet hizmetlerinin kalitesini belirleyenin temelde insan unsuru olduğunu bildirdi. "En iyi reform, iyi uygulamadır." diye konuşan Tunç, "En kötü mevzuat, iyi uygulayıcının elinde iyi mevzuat, en iyi mevzuat, kötü uygulayıcının elinde de kötü mevzuata dönüşüyor. Bu kapsamda yargı sisteminin üstüne kurulu olduğu hakim ve savcıların eğitiminin de üzerinde bilhassa duruyoruz." ifadelerini kullandı. Hakim ve savcıların eğitimi konusunda Türkiye Adalet Akademisinin çok önemli bir görev ifa ettiğini belirten Tunç, "Adalet Akademimizin kapasitesini bundan sonra giderek arttırmanın gayreti içerisinde olacağız." dedi. Tunç, Türkiye Adalet Akademisinde, adliyelerdeki bütün imkanların hakim savcı adaylarına sunulduğunu söyledi. Hakim ve savcı adaylarına tavsiyeler Hakim ve savcıların aynı zamanda aydın olduğunu belirten Tunç, bu kapsamda adaylara meslek dışı konularda da kendilerini geliştirmeleri ve bol bol okumalarını, yüksek lisans yapmalarını, yabancı dil öğrenmelerini tavsiye etti. Özgür bir aklın ve muhakeme becerisinin, adalet anlayışında hayati rolünün bulunduğuna dikkati çeken Tunç, hakim savcı adaylarına şöyle hitap etti: "Özgür bir aklı ve muhakemeyi göz ardı edip başkalarından emir alarak adeta mankurtlaşmış bir canavara dönüşen FETÖ'cülerin, ülkemizi nasıl bir felaketin eşiğine getirdiğine 15 Temmuz'da şahit olduk. Fikrinizi, vicdanınızı, aklınızı başkasına emanet edip, adeta uzaktan kumandayla kontrol edilen bir robota kendinizi dönüştürmeyeceğinize zaten yürekten inanıyoruz. Aklınızı, vicdanınızı hür ve temiz tutun. Hukukun üstünlüğünü, temel insan hak ve özgürlüklerini, milletimizin önceliklerini kendinize kılavuz edinin. Çıktığımız bu yolda kararlılıkla ilerleyin. Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını her zaman koruyun. Emin olun ki bu şekilde fedakarca çalıştığınızda milletimizden duyacağınız bir 'Allah razı olsun' sözü sizin tüm yorgunluğunuzu alacaktır. Hakimlik, savcılığın atanılarak değil, adanılarak yapılacak bir meslek olduğunu en iyi sizler biliyorsunuz. Hepinize bu uğurda kolaylıklar diliyorum." BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç Kimdir?

“Oy verirken 280 gündür katili bulunmayan ablamı düşünün!” Haber

“Oy verirken 280 gündür katili bulunmayan ablamı düşünün!”

ÇAĞLA GENİŞ/ÖZEL HABER Ezgi Zerkin, 28 Temmuz’da boşanma aşamasında olduğu eşi Deniz Özarslan tarafından başından vurularak katledilmişti. Cinayetin ardından kayıplara karışan Deniz Özarslan ise aradan geçen 280 güne rağmen hala yakalanmadı. Kadın dernekleri, “Katil Deniz Özarslan nerede?” yazılı ilanlar hazırlayıp şehrin işlek noktalarına asarken, Ezgi Zerkin’in acılı ailesi ise adalet arayışını aralıksız sürdürüyor. Ablasının katilinin hala bulunamamasına isyan eden Hazal Zerkin, “Adalet yerini bulana kadar sormaya sorgulamaya devam edeceğiz. Oy verirken 280 gündür katili bulunmak istenmeyen 31 yaşındaki ablam Ezgi Zerkin’i düşünün” derken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İzmir Temsilcisi ve Kadın Meclisleri Üyesi Hilal Susuz ise “Önümüzde çok kritik bir seçim var. Kadınlar açık açık korunmuyor, katiller bulunmuyorsa bizler de seçim sandığında elbette bunları göz önünde bulunduracağız. Kadın düşmanlarını hem göndereceğiz hem de Ezgi’yi ve öldürülen kadınları korumayanlardan hesap soracağız” vurgusu yaptı. OY VERİRKEN ABLAMI DÜŞÜNÜN Ablasının katilinin bulunması için ‘adalet’ çığlığını bir kez daha yüksek sesle haykıran Hazal Zerkin, “Susmayacağız Her gün korkmadan, usanmadan soracağız ‘Deniz Özarslan nerede, kimler tarafından saklanıyor?’ diye soracağız. Adalet yerini bulana kadar sormaya sorgulamaya devam edeceğiz. Oy verirken 280 gündür katili bulunmak istenmeyen 31 yaşındaki ablam Ezgi Zerkin’i düşünün!” dedi. KATİLİ AFİŞ ASARAK ARIYORUZ Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İzmir Temsilcisi ve Kadın Meclisleri Üyesi Hilal Susuz ise, “300 güne yakındır Ezgi Zerkin’in katili Deniz Özarslan’ı arıyoruz. Bu ülkede bir katili il il ilçe ilçe afişler asarak arıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekenler, kadınların can simidi 6284’ü tartışmaya açanlar ve Ezgi’yi tedbir kararına rağmen korumayanlar şimdi ise aylardır katili bulamıyor. Failler kadınları öldürmek için nasıl cesaretleniyorsa aynı zamanda şu an faillerin bulunamaması da birbirlerine cesaret veriyor. Katilin bulunması için kırmızı bülten çıkarıldığını öğrendik. Hala nasıl yakalanmaz anlaşılır değil. Ezgi’nin ailesi katilin yurtdışına kaçtığını düşünüyor. Yetkililer kamuoyunu aydınlatmalı. Deniz Özarslan yurtdışına kaçtıysa nereye, nasıl ve kim aracılığı ile gittiği tespit edilmeli. Yasaların uygulanmamasının bir sonucu olduğu için böyle devam ederse bunların örneklerine daha çok rastlayacağız” ifadelerini kullandı. KADIN DÜŞMANLARINI GÖNDERECEĞİZ 14 Mayıs seçimlerinin kadınlar için kritik önem taşıdığının da altını çizen Susuz, “Bu adaletsizliği normalleştirmiyoruz ve asla kabul etmiyoruz. Deniz Özarslan bir an önce bulunmalı. Adalet sağlanmalı. Deniz Özarslan’ın dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesi hem potansiyel faillere de cesaret veriyor hem de dışarıdaki kadınların hayatını tehlikeye atıyor. En önemlisi de artık Ezgi için yapılabilecek en büyük şey adaletin sağlanması. Önümüzde çok kritik bir seçim var. Kadınlar açık açık korunmuyor, katiller bulunmuyorsa bizler de seçim sandığında elbette bunları göz önünde bulunduracağız. Kadın düşmanlarını hem göndereceğiz hem de Ezgi’yi ve öldürülen kadınları korumayanlardan hesap soracağız” mesajını verdi.

İzmir’de 1 Mayıs çağrısı: Birleşe birleşe kazanacağız Haber

İzmir’de 1 Mayıs çağrısı: Birleşe birleşe kazanacağız

YAREN ELMAS GÜZELKAN Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), İzmir Tabip Odası ve İzmir Barosu’nun oluşturduğu İzmir 1 Mayıs Tertip Komitesi, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne ilişkin basın açıklaması yaptı. Açıklamayı komite adına Türk-İş Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak okudu. Açıklamada aydınlık yarınlar için Haydi 1 Mayıs’a yazılı pankart açılırken kitle “Ya hep beraber ya hiçbirimiz; kurtuluş yok tek başına” sloganları attı. 1 MAYIS’TA ALANLARDAYIZ Türk-İş Ege Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak, “Biz işçiler, emekçiler, emekliler, kadınlar, gençler 1 Mayıs’ta alanlarda buluşuyoruz. Yandaşların, çetelerin, rantçıların, fırsatçıların ve emek hırsızlarının geliri artarken bu adaletsiz düzene karşı enflasyonun rekor kırdığı, halkın yoksullaştığı ve asgari ücretin ortalama ücret olduğu bir ülke- de güvenceli bir iş, güvenceli bir gelecek, insanca bir yaşam ve insan onuruna yaraşır bir ücret talebi için 1 Mayıs’ta alanlardayız. Ülkenin enkaz altında bırakıldığı bir deprem felaketi ile karşı karşıya kalmışken, asırlık yardım kuruluşlarını bile depremde çadır satar hale getiren insan yaşamını hiçe sayanlara karşı bozuk düzende sağlam çark olmaz demek için 1 Mayıs’ta alanlardayız. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmasıyla, yargı bağımsızlığını tamamen yitirdi, uluslararası anlaşmalar bir kenara bırakıldı, başkanlık rejimi hayata geçirildi ve adalet, demokrasi barış ortadan kalktı. Adalet, barış, demokrasi ve kardeşliği yeniden inşa etmek için 1 Mayıs’ta alanlardayız. Emperyalistlerin yürüttüğü savaşlar sonucunda yerinden yurdundan edilen mülteciler ile yaşanan kriz sonucunda Aylan bebeğin sahile vuran küçücük bedenini unutturmamak ve ‘En güzel şiir barıştır’ demek için 1 Mayıs’ta alanlardayız. İklim krizinin ortasında, doğanın talanıyla yok oluşa dur demek için 1 Mayıs’ta alanlardayız. En temel ihtiyacımız olan ücretsiz sağlık ve ücretsiz eğitim hakkı için 1 Mayıs’ta alanlardayız. Çocuk istismarına, şiddete, mobbinge, tacize, tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız. Çocuklarımızın, gençlerimizin gülümseyerek mutlu, umutlu bir sabaha uyanmaları için 1 Mayıs’ta alanlardayız. Karanlık gider Gezi kalır diyen ve geleceği çalınan gençlerin aydınlık yarınları için 1 Mayıs’ta alanlardayız. 1 Mayıs mücadeledir 1 Mayıs dayanışmadır 1 Mayıs gelecektir. 2023 1 Mayıs’ı yeni bir başlangıç olacaktır. Yaşasın 1 Mayıs!” açıklamasında bulundu.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.