Bir musibet bin nasihatten iyidir derler ama bizde bir nasihat bin musibeti unutturuyor. Bizim başa gelen musibetler bini aştı çünkü. Nasihat edenlerse dinlenmiyor.
Depremi, depremzedeyi, çekilen acıları unutmadık ama çekilecek olan acıları unutuyoruz maalesef.
Sürekli vaat dinlediğimiz günlerdeyiz, malûm seçim var. Emekli maaşı, ikramiyesi, uçağı, arabası, asgarî ücreti vs vs. Vaatlerin çoğu ekonomiyle alakalı, çünkü en vurucusu o şu an. Deprem bölgesine yapılacak konutların parasıyla ödemesiyle ilgileniyoruz ama kalitesiyle zeminiyle ilgilenmiyoruz. Hangi muhitte ve aylık ödemesinin ne kadar olacağı bizim için daha önemli. Soğanın 30 lira olmasıyla ilgileniyoruz ama nedeniyle ilgilenmiyoruz, üç tarafı deniz olan ülkede neden bu kadar az balık yiyebildiğimiz kimsenin umurunda değil. Beklenen depremler var, bilim adamları uyarıyor alınan önlem ise göç edip kira fiyatlarını üçe katlamak. Sanki göç ettiği evin bir garantisi varmış gibi.
İlimle bilimle aramız çok açık. Asla dinlemiyor, asla inanmıyoruz. Bilimle uğraşan insanları sadece afetlerden sonra tanıma fırsatı bulabiliyoruz.
Adamlar senelerdir kendini paralıyor her yeri beton yaptınız bu bizim felaketimiz olacak diye kimin umurunda? Bizim tek derdimiz 120 ay vadeyle spotlu, LED’li, kapalı otoparklı lüks daireler alabilmek. Her yeri beton yapınca yağmur yağdığında suyu çekecek toprak olmadığı ve uygun gider kanalları olmadığı için sel oluyor ya da alansal olarak toprak hava dengesi kurulamadığı için yağmur yağmıyor kuraklık oluyor. Kuraklık veya sel olunca sebze meyve sizlere ömür. E tabi toprakta biriken enerjiyle açığa çıkan afetler. Ağaçlar, bina yapmak için kesiliyor, kalan da kötü doğa şartlarına veya afetlere yenik düşüyor. Suyun ayarı bozuluyor, yazık rengi falan değişiyor o masmavi, yemyeşil denizlerimizin, göllerimizin içindeki canlılar ölüyor. Görmek isteyen için her şey o kadar birbiriyle ilgili ve net ki.
Tüm bunların sonucu organik olmayan beslenme, kalitesiz oksijensiz hava, aşırı pahalı ürünler, çığ gibi büyüyen hastalıklar ve sonucunda hastanelerde uzun kuyruklar kavgalar, gergin mutsuz bir insan topluluğu. Deprem olunca kaçacak yerimiz yok yahu insan kendine neden bunu yapar hiç anlamıyorum. Katili olduğumuz doğa intikamını hiç sekmeden alıyor ve biz ateşkes yerine daha büyük bir saldırıyla karşılık veriyoruz.
Ekolojik dengenin mefta olduğuna yemin edebilirim ispat da ederim. 6 Şubat’ta neredeyse ülkenin dörtte birini etkileyen bir kıyamet yaşadık -hem de ne etkilemek- 6 Nisan’da İzmir Çeşme’de karla karışık ceviz büyüklüğünde dolu yağdı, soğan 30, domates 25 lira, son yıllarda baş edemediğimiz yangınlar.
Bu eleştirilerimin çoğu halka değil yetkililere. Bizler artık çoğu şeyin farkındayız ama elimizden bir şey gelmiyor. Ve bu farkındalık başımıza bela oluyor, hasta ediyor bizi. O yüzden farkında olmayanlar daha mutlu. Bilmediği için kaygılanmıyor, sinirlenmiyor. Benim de evim yıkıldı ama meselâ bana verilecek evle ilgili hiçbir hakka sahip değilim. Hiçbir öneri, hiçbir görüş sunma veya alternatifler arasından kendim için en iyi olanı seçme hakkına sahip değilim. Acaba bana ev verilecek mi, verilecekse nerden ve aylık ödemesi ne kadar olacaktan öteye geçemiyor konu. Sağa sola yazıyorum falan ama... Sesimizi duymuyorlar. Duyduklarında da çok geç oluyor. Geliyorlar yanımıza, soruyorlar SESİMİ DUYAN VAR MIII?? Yok kardeşim yok sesini duyan yok...
Zamanında sen benim sesimi duymadığın için ben de senin sesini duyamıyorum..