TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Avrupa Birliği Günü Ve Doğu Akdeniz’de Durum

Yazının Giriş Tarihi: 16.05.2022 06:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.05.2022 06:53

Her yıl 9 Mayıs üye ülkelerde Avrupa Birliği Günü olarak kutlanıyor. Biz de tam üye olabilseydik herhalde bizde de kutlanırdı. Avrupa Birliği dünyada şimdiye kadar başarılmış en ileri uluslararası örgütlenme şekli. Aynı zamanda demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti denince dünyada ilk akla gelen örnek Avrupa Birliği. Ne yazık ki bu güzellikler üye ülkeler için geçerli. Örgüte üye olabilmek için bu alanlarda birçok kriteri yerine getirmiş olmak gerekiyor.

Dış politikada ise Avrupa Birliği kendi üyelerinin dümen suyunda gidebiliyor. Tabii kendi dış siyasetini bağımsızca belirleyen devletler de var.

Biz uzun yıllar AB’ye bir “Uygarlık Projesi” olarak baktık. Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine uygun düştüğünü düşünerek katılım müzakerelerine başladık. Ama henüz üye olamadığımız gibi, ne müzakerelerde ilerleme kaydedilebildi ne de biz Türk insanının hak ettiği demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukuk devleti yolunda ilerleyebildik. Böyle olunca da Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi üye devletler bizimle olan ihtilaflarında çoğu zaman AB’nin dış politikasının arkasına sığındılar, kimi zaman da doğrudan AB’yi kullandılar.

Doğu Akdeniz’de de böyle oldu. Doğu Akdeniz, Türkiye’nin stratejik önemde hak ve çıkarlarının bulunduğu ve tam göbeğinde milli davamız Kıbrıs adasının yer aldığı yarı kapalı bir deniz. Ülkemiz aynı zamanda Doğu Akdeniz’de 1792 kilometrelik en uzun kıyı şeridiyle bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi. Bizden sonra 1062 kilometre ile Mısır geliyor.

Avrupa Birliği ile Doğu Akdeniz’in ne gibi bağlantıları var, neden ve hangi konularda bu bölgeye müdahale etmeye çalışıyor? Burada bizim açımızdan üç alan önem taşıyor:

Bunlardan ilki deniz yetki alanları, yani kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve buna bağlı doğal gaz ve petrol yatakları meselesidir. Bu konuda Türkiye, 12 Mart 2013 ve 18 Mart 2020 tarihlerinde Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa Birliği’ne kendi belirlediği deniz yetki alanlarını resmî olarak bildirdi. Ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003 yılından itibaren Mısır’la, İsrail’le ve Lübnan’la, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve çıkarlarına aykırı anlaşmalar yaptı. Doğu Akdeniz’in doğal gazının Avrupa’ya taşınması için AB’nin de desteğiyle, East-Med adında Türkiye’yi dışlayan bir proje başlatıldı. Ancak bu proje daha sonra gerçekçi bulunmadı.

Diğer yandan, Avrupa Birliği Türkiye’nin çıkarlarını gözardı eden, hatta deniz yetki alanlarının belirlenmesinde Türkiye’yi Antalya limanına hapseden tartışmalı bir harita ortaya çıkardı. “Seville haritası” adı verilen bu haritaya Yunanistan dört elle sarıldı. Ancak Doğu Akdeniz’in en büyük ülkesi Türkiye’ye böylesine daracık bir deniz yetki alanı bırakılamayacağı açıktı. Uzun tartışmalardan sonra bu haritanın hukuki bir geçerliliğinin olmadığı hem AB hem ABD tarafından kabul edildi.

İkinci sorun, Yunanistan’ın 1981’de o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) üye olur olmaz Ege’deki ihtilaflı konularda Topluluğu arkasına almaya çalışması, Türkiye ile Ege’deki tek meselesinin kıta sahanlığı konusu olduğunu iddia etmeye başlamasıdır. Türkiye bu konuda her zaman Lozan Antlaşmasıyla tüm bölgede kurulan dengeye bağlı kalınması gerektiğini savundu. Bu nedenle, Ege Denizinde Yunanistan ile ortaklığa dayalı ve hegemonya amacı gütmeyen bir ilişki kurulması üzerinde durdu, AB’nin Yunanistan’a sanki bir Doğu Akdeniz ülkesi gibi davranmasına karşı çıktı, AB’nin meselelere taraf olmaması gerektiğini dile getirdi.

Buna rağmen son yıllarda Yunanistan, AB’nin yanısıra Fransa’yı ve ABD’yi de arkasına alarak gerilimi artırmaya çalıştı. Oysa, AB’den beklenen, deniz yetki alanlarını ilgilendiren sorunlarda, bölgede barış ve istikrarı gözeten, hukuk temelinde dengeleyici bir işlev üstlenmesiydi. Kaldı ki, AB Adalet Divanı, örneğin Slovenya ile Hırvatistan arasındaki deniz yetki alanları ihtilafında, üye ülkelerin bu tür meselelerinin, AB üyeliğinden kaynaklanan yükümlülüklerle bir alakasının olmadığına hükmetmiştir. Yani AB bu meselenin dışında kalmış, iki ülke arasında halledilmesinden yana olmuş, ancak sıra Türkiye’ye gelince ağırlığını Rum-Yunan tarafında kullanmaktan çekinmemiştir.

AB’nin Doğu Akdeniz’de taraflı hareket ettiği üçüncü konu Kıbrıs meselesidir. AB burada da Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesini ve 1960’ta yürürlüğe giren, Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı örgütlere Kıbrıs’ın üye olamayacağını hükme bağlayan Londra ve Zürih Antlaşmalarını hiçe sayarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini 2004 yılında tam üye yapmıştır. AB böylece Kıbrıs’ta hukuki ve siyasi bir meşruiyet sorunu yaratmıştır. AB içinde ikinci bir Yunan devletinin doğmasına göz yummuştur.

AB’nin Doğu Akdeniz’de Kıbrıs meselesine bu suretle kurumsal düzeyde taraf haline gelmesi ve dengeleyici davranmaması, uzlaşı çabalarına da yardımcı olmamıştır. Oysa AB gibi bir örgütten her şeyden önce barış ve istikrarı gözetmesi beklenirdi.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.