Ahşaba hayat veriyor

Yıllarca yakın korumalık yapan sonrasında sıkılıp sanata kesin dönüş yapan ‘Kuşların Bodyguardı’ Saadettin Erbaş, ahşap oymacılığına olan aşkını “Eserlerime ruh katıyorum” sözleriyle anlattı

Haber Giriş Tarihi: 20.08.49744 20:33
Haber Güncellenme Tarihi: 20.08.49744 20:33
ilksesgazetesi.com

ONURHAN ALPAGUT- RÖPORTAJ

 Sadettin Erbaş 47 yaşında. Ancak herkes onu ‘Arni’ olarak tanıdı. 19 yıl boyunca yakın korumalık yapan Arni Erbaş çocukken ilgilendiği ahşap oymacılığını meslek edindi. Güvenlik sektöründen sanata olan keskin dönüşü anlatan Erbaş, “Uzun bir zaman yurt dışında güvenlik sektöründe bodyguardlık yaptım. Sıkıldım ve yoruldum sonunda da bıraktım. Güvenlik sektöründe 19 yıl çalıştıktan sonra 2006’da ahşap işine başladım. Aslen Trabzonluyum, köy çocuğuyum. Trabzon’un köylerinde neredeyse her evde bir atölye olur. Küçükken tahtadan araba yapardık. Oradan gelen bir özel ilgi var” dedi.

2006’DAN BERİ SANAT USTASI

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1971 yılında Trabzon’un Of İlçesi’nde doğdum. 7 yaşına kadar Avustralya’da yaşadım. Babam yıllarca orada bir fabrikada çalıştı. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Trabzon’da tamamladım. 1989 yılında üniversite eğitimim için tekrar Avustralya’ya gittim. Mimarlık okuyordum ama 1994 yılında okulu bitirmeden Türkiye’ye geri döndüm. 1996 yılında İzmir’e geldim ve uzun yıllar bodyguard olarak çalıştım. 2006’da kesin bir karar vererek yalnızca ahşap işiyle uğraşmaya başladım. 2008 yılında Trabzon’a gitmiştim, 8 ay kaldım. Daha sonra tekrar İzmir’e geldim. Şuan atölye olarak kullandığım yeri ilk gördüğümde, ‘Ne güzel dükkan üst tarafında oturup alt tarafını atölye yapardım’ diye hayal etmiştim. Buranın atölyem olmasını hep dilemiştim. Bir gün bu yoldan geçerken binanın kiralık olduğunu gördüm. Hemen kiraladım ve atölyeyi 2009 yılında açtım. 1996 yılında İzmir’e geldim ve o tarihten beri buradayım. Belki başka bir yere gitsem daha çok kazanabilirim ama bu şehri bırakamıyorum. 1990 yılında Avustralya’da ağırlık çalışmaya başlamıştım. O zamanlar Arnold Shwarzenegger hayranıydım. Herkes başlarda ‘Arnold, Arnold’ diye sesleniyordu. Ama uzun bir isim olduğu için zamanla ‘Arni’ denmeye başlandı ve bu da benim lakabım oldu.

SANATA KESİN DÖNÜŞ

Güvenlik sektöründen sanata kesin bir dönüş gerçekleştirdiğiniz. Bu iş nasıl oldu?

Trabzon’un köylerinde neredeyse her evde bir atölye olur. Dışarıdan marangoz çağırmazlar. O zamanlardan gelen bir el alışkanlığı ve ilgim var. Yeteneğimin oradan geldiğini düşünüyorum. Babam da bu konuda çok iyidir. Ben diğer marangozlar gibi değilim farklı bir tarzım var. Hatta marangoz da değilim kendime ahşap ustası diyorum. Ama en önemlisi kendi tarzım var. Masayı, sandalyeye farklı yapıyorum. Kişiye özel tasarımlar yapıyorum. Bazen kendim tasarımlar yapıyorum. Tamir de yapıyorum. Kendim çiziyorum, kendim yapıyorum ve yaptığım şeyler tektir. İkincisi yoktur. Çok nadir mesela bir kafenin sahibi çok sayıda masa isterse yapıyorum. Ama o masalar arasında bile mutlaka bir fark olur. Uzun yıllardır dağcılık yapıyorum, doğa yürüyüşlerini çok severim bu da herhalde köy çocuğu olduğumdan kaynaklanıyor. Doğa yürüyüşlerimde bulduğum güzel objeleri toplarım. Yaptığım iş doğayla ilişkili zaten. Ormandan topladığım objelerle işlerimi yürütüyorum. Kuş evlerinde de bu malzemeleri kullanıyorum. Bazen yaptığım kuş evlerini doğaya gidip yüksek bir ağaca bağlayarak kuşlara hediye ediyorum.

ÇIKMA MALZEMELERDEN ÜRETİYOR

2009 senesinden beri Kıbrıs Şehitleri’nin arka sokaklarında kendi atölyende çıkma malzemeleri birer sanat eserine dönüştürdüğünü biliyoruz. Biraz da bu yönünden söz eder misin?

Çıkma malzemelerden sanat eseri oluşturuyorum. Pencere, kapı, sehpa, palet her şeyi sanata dönüştürüyorum. Bir dönem kuş evleri yapıyordum, bin farklı kuş evi sattım. O zamanlar ‘Kuşların Bodyguardı’ diye anılıyordum. Kendi tasarımlarım var. Her eserimi planlamadan doğaçlama yapıyorum. Her zaman derim bir işe ruh vermek gerekiyor. Mesela mimar çok iyi çizebilir ama çizdiği şeyi başkası yapar. Burada mimarda mühendiste benim bu farklı bir olay.

BİRİ SANAT DİĞERİ ZANAAT

Ahşap sanatının günümüzdeki durumu hakkında ne düşünüyorsun?

Unutulmaya yüz tutmuş bir sanat. Bir de şu var ben marangoz değilim ahşap ustasıyım insanlar bu ayrımı yapamıyor. Marangozlar mutfak dolabı, mobilya takımı vs yapar. Bu aslında mobilyacılık. Ben ise sanat ustasıyım.

ATÖLYESİNİ BÜYÜTMEK İSTİYOR

İlerleyen zaman içerisinde hedefin nedir?

Atölyemi büyütmek istiyorum. Ben bir işi yaparken ruhumu veriyorum, birini yetiştirmek istesem ona nasıl ruhumu verebilirim ki. Bu insanın içinde olan bir şey. Onun hayal gücü ile benim hayal gücüm farklıdır. Atölyemi büyütüp kendimi daha da geliştirmek istiyorum. Ahşapla uğraşmak beni çok mutlu ediyor. Ayrıca hükümetin ve yerel yönetimlerin küçük esnafa ve el sanatlarına destek çıkması gerekiyor.

SANATA GERİ DÖNÜŞÜM

İşini yaparken neler hissediyorsun?

Aletlerimi çok seviyorum, onlarla bazen konuşurum. Onlar benim işimi yapıyor. Onlar olmasa ben bir şey yapamam. Sabahları dükkanı açtığımda içeri girerim selam veririm ve selam da alırım. Benim yaptığım her şey tek oluyor ve hiçbiri birbirine benzemiyor. Butik çalışıyorum. Öteki türlü seri imalat olduğunda ona bir ruh veremezsiniz. Bazı arkadaşlar, ‘Neden eldiven kullanmıyorsun eline kıymık batar’ diyor. Ama benim zımpara atarken o ahşabı hissetmem lazım. Neresinde pütür var neresinde yamukluk var hissedebilmek için eldiven kullanmıyorum. Ahşaba vereceğim ruhu yakalamak için ona dokunmam lazım. İşlerim şuan güzel, huzurluyum. Yapacağım şeyin planını yaptıysam o gün onu bitiriyorum. Benim enerjimle ahşabın enerjisi birleşiyor. Bitpazarına gidip hatta çöpten dahi bir şeyler topluyorum. Bazı kuş evlerimi kullanılmayan botlardan yaptım. Bu da bir geri dönüşüm. Bazen çöplerden metal konserve kutuları topluyorum onları da kuş evi yapıyorum. Deniz kenarına gidiyorum çok sayıda obje topluyorum. Kullanılmayan şeyleri çöpe atmak yerine onları değerlendirmek lazım. Çöp deyip geçmemek lazım... Onları geri dönüşüme çevirebiliriz. Aklınıza ne geliyorsa geri dönüşümde kullanıyorum. En çokta eski bavulları… Eşimle güzel bir uyum yakaladık ve işbirliği yapıyoruz. Örneğin vitrini birlikte hazırlıyoruz. Onun da kendine ait kolaj çalışmaları var.

KAFE TASARIMLARI YAPIYOR

Tasarım adına neler gerçekleştiriyorsun?

Alsancak’ta birçok kafe ve restoranın iç mekanlarını hazırlıyorum. Sponsor bulayım ahşap otomobil bile yaparım. Tüm ahşap işlerinde tamamen geri dönüşüme uygun ahşap ve kıyıya vuran tahtaları kullanıyorum. Ayakkabı, plastik boru ve futbol toplarını da değerlendiriyorum.Yapım aşamasında kesinlikle ölçü kullanmıyorum. O an hangi tahta varsa onlar bana yetiyor. Tamamen doğaçlama.

AHŞAP OYMACILIĞI HAKKINDA

Ahşap oymacılığı, tahta levhaları istenilen şekilde kesip oymak şeklinde tanımlanabilir. Oymak tabiri bir yeri oyarak derinleştirmek veya kazımak manasına gelir. Öteden beri manası karıştırılarak yüzeyi düz bırakılmak suretiyle kesilen şekillere de oyma denilmesi yanlıştır. Fransızca bu işe “de’copaqe” yani etrafını keserek boşaltılmak denir. Türkçe’de oyma denildiği zaman ağaç üzerine kalemle oyularak yapılan kabartılma ve müşebbek işler anlaşılır.

TARİHÇESİ

Şekil verilmesi kolay bir malzeme olduğundan ahşaba şekil verme sanatı çok eski çağlara dayanmaktadır. Ahşaptan şekillendirilmiş heykellere Mısır’da piramitlerde de rastlanmıştır. Türk tarihinde Türkmenistan’da rastlanan bu sanat, İslami motiflerle birleşerek Endülüs’e, Asya, Avrupa, Afrika kıtalarına yayılmıştır. Şu anda Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerde de ahşap motiflere sıklıkla rastlanılmaktadır. Yapılan araştırmalarda İslamiyet’ten önce Orta Asya’da yaşayan Türklerin heykel ve oyma süslemeler eserlerine rastlanmıştır. Bu eserlerde Çin ve Hint sanatının izleri görülmektedir. Ancak İslam dininin heykeltıraşlık sanatına müsaade etmemesi, Müslümanlar ve Türkler arasında ahşap oymacılığı sanatında ilerlemelerine yol açmıştır. Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra oyma sanatı daha çok Türkistan’da gelişim göstermiştir. Sonraları Büyük Selçuklu Devleti’nin hakim olduğu ülkelerde meydana getirdikleri mimari eserlerin tezyinatında da oyma işçiliğine geniş yer verilmiştir Oyma sanatı özellikle Türkmenistan’ da uzun yıllar kalıcı olmuştur. Daha sonra Selçuklular saray, cami, mescid ve külliye gibi yapılarda süsleme amaçlı olarak kullanmışlardır. Anadolu Selçukluları devrinde çini tezyinatına önem verilmekle beraber, oyma sanatı da ehemmiyetini muhafaza etmiş ve Erzurum, Harput, Beyşehir, Konya gibi büyük merkezlerde bu sanatın en güzel örnekleri meydana getirilmiştir. Yalnız bu devirde tezyini motiflerine sas karakterlerini çini süslemelerinde olduğu gibi daha ziyade geometrik şekiller teşkil etmiştir.