TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Türk Edebiyat Tarihinde Öncü bir kitap!

Yazar ve yönetmen Hayrettin Filiz tarafından yazılan “Çoban Heybesinde Antigone Dağ Başında Sophokles” adlı kitap, konusunda öncü bir içerik olarak edebiyat tarihindeki yerini aldı

Haber Giriş Tarihi: 05.03.2018 08:03
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Türk Edebiyat Tarihinde Öncü bir kitap!

ONURHAN ALPAGUT - RÖPORTAJ

Türkiye’de, Köy Enstitüleri üzerine yazılmış ilk tiyatro oyunu kitabı olma özelliğini taşıyan “Çoban Heybesinde Antigone Dağ Başında Sophokles”in yazarı Hayrettin Filiz ile yeni kitabı üzerine konuştuk. Türünde bir öncü niteliğinde olan kitap Hayrettin Filiz tarafından yazılan ‘Yıldızlara Bakmak’, ‘Delikanlı’, ‘Kazboğan’, ‘Mamıd Efendi’, ‘Hafız’, ‘Memetçik Memet’ ve ‘Güneşli Günlere Dair’ adlı 7 adet enstitü temalı oyun ve 8 adet ve yine Filiz’in hazırladığı Bilimsel Tiyatro Atölyesi’nin (BTA) 17 Nisan Köy Enstitü Bayramı Bildirisi’ni içeriyor.

Biz artık sizi Hayrettin Filiz olarak tanıyoruz ancak sizi tanımayanlar için kendinizden kısaca söz edecek olursanız neler söylersiniz?

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yazarlık Bölümü mezunuyum. Ben, mezun olduğumda dinozorlar daha hayattaydı. Otuz yılı geçkindir hatta daha fazla süredir yazıyorum. “Çoban Heybesinde Antigone Dağ Başında Sophokles” yayınlaşmış ilk kişisel kitabım. Bu kitabın bir özelliği: Köy Enstitüleri temalı tiyatro oyunu formunda ilk kez 7 çalışmayı bir arada toplamasıdır. Köy Enstitüleri üzerine daha önce çok sayıda seminerler, bir tane sinema filmi, değişik anılar yayınlar yapılmıştır. Ancak tiyatro sahnesinde Köy Enstitüleri hiç işlenmedi. Bu anlamıyla öncü yeteneği olan bir kitap. Bunu yayınlamanın huzuru var içimde. Şüphesiz ki; genç kalemler çok daha iyilerini yazacaklar. Çünkü dünya eğitim sisteminin en devrimci, en demokratik ve en çok çocuğa katkı koyan eğitim sosyolojisini ortaya çıkaran en yüksek formdur Köy Enstitüleri… Üretim temellidir. Ezberci algı yoktur. Çocuğun, ürettiği şeyi tanıması ve bilmesi için yarısı kuram yarısı uygulama okullarıdır. İlkokuldan sonra beş yıllık bir eğitim ve yılın 10.5 ayı aktif uygulama ile geçer. Sadece 45 günlük dönüşümlü tatil izinleri vardır. Yatılı okullardır. Kentin dışındadır. Çocukların hem doğayı tanıması hem de sanatla eğitilmesi bu yandan teknik donanım açısından bir adım dahi geride durmamasıdır. Örneğin; 1940’larda dağlardan toplanan çiçekler ve kökler üzerine yapılan bir tez bugün üniversitelerde kaynakça olarak gösteriliyor. Bu çocuğun Köy Enstitüsüne geldiğinde ayakkabısı yok. Gömleğinde 40 tane yama var. Ama bir sene sonra keman çalıyor. Şimdi bize bunlar mucize bir hayal gibi görünüyor. Şimdi bizde her koşul yerinde ama çocuklarımızda yaratıcı dürtücüyü kışkırtamıyoruz. O kadar tembel o kadar kolaycılar ki… Bunda tabii ki teknoloji adındaki vahşetin çoğalması en büyük etken. Teknoloji, çocuğu araştırma kültüründen uzaklaştırarak, tembelliğe itmiştir. Popüler kültür dediğimiz bu kültür insanları tüketmek üzere kurgulanmıştır. Bir süre sonra yeteneğini ve cazibesini kaybeden o genç insan bir kenara itilir ve unutulur. Ciddi psikolojik sorunlara yol açar.

NİTELİKLİ ÖĞRENCİLER YETİŞTİRİYORDU

Birazda istiyorum ki Köy Enstitülerinin sahip olduğu eğitim sisteminden söz edelim…

Köy Enstitülerinin eğitim programının tamı tamına yüzde 15’i kendi dilini doğru kullanmak üzerineydi. Tüm eğitim sistemi içerisinde bu rakam muazzamdır. Yüzde 38’i teknik derslere ve mutlaka uygulamak zorunda kılınırmış. Senede 24 kitap okumak zorunlumuymuş. 15 günde bir kitaba denk gelir. Bu çocuğun ileri yıllarda entelektüel olması kaçınılmazdır. “Çoban Heybesinde Antigone Dağ Başında Sophokles”. Sophokles, Antik Yunanlı bir oyun yazarıdır. Antigone’de onun oyunlarından bir tanesinin adıdır. Dağ başında Sophokles oynuyorlarmış. Şimdi kentlerde bile sorun 10 kişiye 9’u Sophokles’in kim olduğunu bilmez. Araba markası sanırlar. Ama o çocuklar bilirmiş. Aynı zamanda matematik ve sosyoloji üzerine kaynakça yaratacak kadar da yol almış çocuklardır.

KARANLIK YIRTILMAYA BAŞLAMIŞTI

Bu kadar faydalı bir sistem ne olmuşta son bulmuş?

Komünist örgütlenme olmakla suçlandı. Karma eğitimin, geleneksel din yapıya aykırı kız-erkek aynı yerleşke içerisinde yer alması suç sayıldı. Kafası çirkin adamlar herkesi çirkin sanır ya… O yüzden… Bu geleneğin ağzındaki ağaların gücünü azaltan bir yapıydı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde sarf edilen şu söz ünlüdür: “ Bunların hepsi kendini Atatürk sanıyor.” O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’de şunu söylemiştir: “Bir Atatürk olmak kolay değil. Ama bu çocuklar Atatürk’ün parçaları olarak yetiştirilmektedir.” Bunlar heyecanlı sesler ama gerçekliği var. Kinyas Kartal denen Van Milletvekili bir adam: “Benim Van’da 5 bin tane köyüm var. Hepsi bana bağlı, hepsi bana tapar. Şimdi oraya iki enstitülü öğretmen geldi. Kimse bana soru sormaz, danışmaz oldu” der. İnsanlar artık soru sormaya başladı. O karanlık yırtılmaya başlamıştı. Çünkü enstitülü bir öğretmen zorunlu olarak 20 yıl boyunca köyde eğitim vermekle yükümlü kılınırdı. Buna göre görevlendirilirdi. Görevi sadece alfabeyi öğretmek değildi. Duvarcılıktan, modern tarıma kadar her şeyi öğretirdi. Cahiliyeti engellerdi. Yaşanmış birçok olay vardır. Çocuklar kitap okurmuş. Bir hayal edin sabah 600 kişi bir arada kitap okuyor, halay çekiyor. Sonra kahvaltı edilirmiş. Kahvaltı imece üzerinden dönermiş. Uygulama dersine gidenler uygulamaya, kuram dersine gidenler kuram dersine gidermiş. Sonra bu işlem dönüşümlü olarak devam edermiş. Enstitüler, tek tip giyinmekle suçlandı. Boz urba denilen bir kıyafet. Kızlar, erkekler kendileri dikerlerdi. Öğretmenlerde aynı şeyi giyerlermiş. Dönemin burjuva, askeri kültürüne yaslanmış Kazım Karabekir gibi dönemin popüler isimleri bu giyim tarzını Rus tipi, komünist oluşum olarak kabul etmişler. Ağalarında desteği ile bu kişiler Köy Enstitülerini kapattılar.1939-1945 yılları arasındaki 2. Dünya Savaşı’nın da etkisi var. 2. Dünya Savaşı’nın 1941’de Amerika girse bile kazanan taraf olarak gözüküyor. Biliyorsunuz biz 2. Dünya Savaşı’na girmedik. Ancak savaş sonlanmadan bir gün önce deklarasyon vererek Nazi Almanya’sına savaş ilan ettik. Bir pay almak istedik. Amerika’nın Truman yardımları ile ülke önce ekonomik olarak sonra eğitim olarak sömürgeleştirildi. Bu esnada ilk kıyılan Köy Enstitüleridir. Köy Enstitüsünde yetişen 17 bin 341 çocuk soru sordular. Emeğin, bilginin işe endekslenmesi değil işin bilgi ile yükseltilmesini savundular. İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretimler Genel Müdürü pozisyonunda büyük çaba harcadı. Yol olmayan yerlere yol yaptı. Santraller yaptı. Kendi elektriklerini kendileri ürettiler. Kendi mezarlıkları olan enstitüler vardı. Tonguç, 9 bin köyü eşek sırtında gezerek, etüt yaptı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile birlikte muazzam bir entegrasyon ortaya koyarak müthiş bir iş çıkardı. Ancak Adana’da yıllar sonra ortaya çıkan bayrağın üzerine pislik sürüp, yırtmak gibi oraya buraya çekiç orak resimleri çizilmesi gibi dayanağı olmayan sebepsiz suçlamalarla enstitüleri kapattılar. Bu ve bunun gibi gereksiz iddialarla olmayan belgelerle enstitüleri kıydılar. 1954 senesinde resmen kapatılmadan, 1950 genel seçimlerde DP’nin başa gelmesi ile birlikte ilk kıyılan enstitülerdi. Önce içini boşaltıp, ezberci sisteme geçirdiler. Enstitülerin kapatıldığı dönemde devletin enstitülere borçlu olduğuna dair belgeler var. Devlete yük olmak değil, hatta onlar devlete para kazandırıyorlarmış. Köy Enstitüleri Türkiye çapında 750 bin ağaç dikmiş. Yeşile saygı duyarlarmış. İnek sağma dersleri varmış. Kimi enstitülerde ebe bölümü varmış. Bazı erkeklerde bu dersi alırlarmış. Nasıl kadınlar silah dersi alıyorlarsa. 2. Dünya Savaşı esnasında silah kullanma dersleri varmış. Ülkeyi müdafaa etmek amacıyla… Şimdi direnebilmek, vatanı savunmak için bu dersi alan çocuklara vatan haini dediler. DP’nin başındaki o adam sonra Cumhurbaşkanı olacak o kişi Saidi Nursi’nin cübbesini sopaya bağlayıp, “50 yıl sonra küçük Amerika olacağız” diye 1950 yılında mitinglerde konuşan adamdır. Ben sadece olanları anlatıyorum. Kendi yorumum içerisinde yok!

İLK KEZ BİR KİTAPTA TOPLANDI

Kitaba dönecek olursa, bu kitapta neler var?

‘Yıldızlara Bakmak’, Devlet Tiyatrosu havuzuna alınmış öncü bir oyun. Enstitüye elektrik getirmek için son derece sıra dışı bir işe kalkışan Azmi Eğitimbaşı ve diğer öğretmenlerin duygusal hikayesinin anlatıldığı oyun, enstitü öğretmenlerinin idealist tutumunu gözler önüne serer. ‘Delikanlı’ adındaki oyun; Köy Enstitülerini kuran İsmail Hakkı Tonguç’un yaşamı ve eylemini güldürü formuyla anlatan, Antik Yunan sahneleme biçimiyle yazılmış iddialı bir oyun. ‘Kazboğan’ adındaki üçüncü oyun; 1940’ların sonunda geçen dramatik bir hikayeyi konu eder. Çocuk doğuramayan 15 yaşındaki Ayşe, köylünün ‘Kazboğan’ dediği difteri hastası olmuştur. Cehalet, difteri hastası Ayşe’nin, soluk alması için dişlerini sökme yoluna gider. Bu saçmalığı engellemek isteyen köy enstitülü Remzi öğretmenin başına gelmeyen kalmaz. ‘Memetçik Memet’, ünlü yazar Mehmet Başaran’ın aynı adlı romanından uyarlanmış ve yüksek enstitü çıkışlı oldukları halde subay yaptırılmayan enstitülü öğretmenlerin hazin durumunu anlatır. ‘Hafız’, medrese okulundan kaçarak enstitüye kaydını yaptıran bir köylü çocuğunun gerçek hikayesidir. 1981 yılında TDK Büyük Şiir Ödülü kazanan, onlarca kitabın yazarı Ali Yüce’nin yaşam öyküsünün anlatıldığı oyun, şair Ali Yüce’nin şiirleriyle de bezenmiş bir şekilde işlenir. ‘Sütlü Keçinin Oğlağı Olmayan Biri: Mamıd Efendi’ adlı oyun, 1966 yılında UNESCO’nun dünyaya örnek insan seçtiği yazar Mahmut Makal’ın enstitü sonrası yayımladığı ve büyük gürültü koparan Bizim Köy adlı kitabının yayımlanması ve sonrasını konu eder. Kitaptaki son oyun olan ‘Güneşli Günlere Dair’ ise, köy enstitülerinin kapatılış hikayesini, yaşlı bir köylünün ağzından anlatır. Kitabın ikinci bölümünde, Bilimsel Tiyatro Atölyesi’nin yıllar içinde hazırlayıp ilan ettiği 17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Günü Bildirileri’nden sekiz tanesi yer alır.

YENİ KİTAP SON AŞAMADA

Ufukta yeni bir kitap var mı?

TÜYAP’a yetişmesi planlanan bir kitabım var. Şu an son aşamada. Faşizm, dünya tarihindeki tüm faşist eylemler ve bunların karşısındaki sanat adamlarının direnişini anlatır. Bu direniş bazen ölüm bazen sakat kalma, sürgün gibi durumlarla sonuçlanmıştır. Acının her türüyle terbiye altına alınmış kişilerin hikayesini anlattım. Bazen de faşistin, faşizmin temsilcisinin kendisini yazdım. Örneğin Adolf Hitler’in bir ressam olduğunu kimse bilmez. Viyana Üniversitesinde Resim Öğretmeni olmak için girişimi olur ve kazanamaz. Kazanamadıktan sonra orduya paralı asker olarak yazılır ve yükselişi başlar. Aynı zamanda bir yazar yanı vardır. ‘Mein Kampf’ı yazmıştır. Ve daha bir sürü küçük yazısı vardır. Onun hikayesini yazdım. Bu ve bunun gibi kişilerin yazıları vardır.

“Çoban Heybesinde Antigone Dağ Başında Sophokles” adlı kitabı nereden temin edebiliriz?

Duvar Yayınları’nda var. Türkiye’nin 22 kentinde örgütleniyor. Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nden temin edilebilir. Bir de 0533 231 16 10 numaralı telefon aranarak isteyenler kitaba ulaşabilir.

HAYRETTİN FİLİZ KİMDİR?

Hayrettin Filiz, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yazarlık Bölümü mezunudur. 2000 yılında kurduğu Bilimsel Tiyatro Atölyesi adlı tiyatrosunda 140’dan fazla oyun üretmiş ve sahnelemiştir. Türkiye’de yayımlanan birçok sanat-edebiyat dergisinde yazıları yayımlanan Filiz, aynı zamanda değişik gazete ve dergilere de düzenli olarak yazı yazan bir kişidir. Şu ana kadar birçok kolektif kitapta yer alan Filiz, aynı zamanda da iki kez ‘En İyi Yönetmen’ ve iki kez de Türkiye çapında ‘Tiyatroya Emek Ödülü’ ile onurlandırılmış bir yazardır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.