TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Naci Gümüş ile şiir üzerine…

Şair Naci Gümüş ile şiiri masaya yatırdık. Gümüş, şiirin his ve düşünce hayatımıza etki ettiğini ve yüzyıllardır gücünü koruduğunu ifade ederek, hiç okuma yazma bilmese de şiirsel ifade kullanmamış tek bir insanın olamayacağını söyledi

Haber Giriş Tarihi: 14.09.2016 09:02
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Naci Gümüş ile şiir üzerine…

ÖZEL HABER-TANER UYANIKER

Şiir, makale, hikaye, deneme, inceleme-araştırma yazıları ile tanınan Türkiye Yazarlar Birliği İzmir Şubesi Başkan Yardımcılığı ve aynı zamanda edebiyat üzerine yayın yapan Gönül sitesi sahibi Naci Gümüş ile bir araya geldik. Edebiyat ve şiir üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

Yıllarca Anadolu’nun farklı illerinde öğretmenlik görevini yürüten ve buradaki kültürle şiirini yoğuran Gümüş, dikkatle takip edilen şairler arasında yer alıyor. Şiirin dışına çıkarak kaleme aldığı “Gün Batmadan Hayat, Hatıra ve Hayal” adlı anı kitabıyla da kendine edebiyat çevresinde önemli bir yer edinen Gümüş, emekliliğinde de boş durmayarak yazmaya, üretmeye devam ediyor.

ŞİİR HER YERDE

İlk önce şiirle nasıl tanıştığını sorduğumuz Gümüş, şiirle tanışıklığının doğumdan itibaren başladığını söyledi. Gümüş, şiirin her yerde olduğunu belirterek, “Annemin ninnisi, suların şırıltısı, kuşların cıvıltısı, rengârenk çiçekler, masmavi gök, o kirlenmemiş doğa hep şiirdi. Komşuların sesi, babanın sesi; sevginin sesiydi ve sevginin sesi şiirdi. Az büyüyünce tekerlemeler, ninniler, şiirimsi hikayeler, menkıbeler, ocak başı sohbetleri hep şiir gibiydi. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda şiir revaçtaydı. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarında şiir okuma müsabakaları yapılırdı. Dergi ve gazeteler şiirsiz olmuyordu. Şairleri anma günleri de oluyordu. Mutlaka üzerimizde bunların da tesirleri vardır” dedi.

BÜYÜLÜ SÖZLERE ŞİİR DENİR

Gümüş, şiiri ise şöyle tarif etti: “Dilin doğuşuyla birlikte kendine özgü gizemli bir ifadeyle ortaya çıkan, asırlardır insanları etkileyen, estetik bir anlatımla musiki ile yakın ilişkisi olan, ruhu etkileyen Platon’un ifadesiyle ‘Büyülü Sözler’e şiir diyoruz. Aslında tarih boyunca şiirin kesin, net ve tek tanımı yapılamamış, yapılamaz da… Şiir nedir, yüzyılların taşıdığı en zor soru olmuştur. Voltaire ‘Şiir ruhun müziğidir’ der. Aristo ‘Eşya ve hadisleri taklittir’ ifadesini kullanırken Aragon ‘Şiir sanatı eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir’ der. Şiiri tunçtan daha güçlü gösterenlerin yanında şairi de ‘Güzellik teknisyeni’ olarak tasvir edenlere de rastlarız. ‘Çile’ ve ‘Kaldırımlar’ gibi güçlü şiirlerin sahibi Necip Fazıl Kısakürek ‘Bizce şiir mutlak hakikati arama işidir’ gibi bir ifade kullanır. Bu itibarla yeni şiir kitabım ‘Aşkın Gölgesinde’ yazdığım önsöz metnin başlığını ‘Gizemli Sözler ve Ruhun Müziği’ diye attım.”

ŞİİR VE MUSİKİ

Şiirin his ve düşünce hayatımıza etki ettiğini ve yüzyıllardır gücünü koruduğunu ifade eden Gümüş, hayatında iki mısra mırıldanmamış, iki satır şiir yazmamış ya da hiç okuma yazma bilmese de şiirsel ifade kullanmamış tek bir insanın olamayacağını söyledi. Gümüş, “Sevinçli, hüzünlü, kederli, acılı anlarında bu dili bir şekilde kullanmıştır insanoğlu. Ya da Nazan Bekiroğlu’nun dediği gibi ‘Anlatamamaktan doğuyor şiir. Anlatamadıkça canı acıyor şairin, canı acıdıkça şiir geliyor.’ Bu açıklamaya şunu ilave edebiliriz sanırım; çaresizliğine ağlamak da bir çeşit şiir söylemektir. Mehmet Akif Ersoy’un ‘Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem/ Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım!’ mısraları konuyu kapattıracak kadar derin ve bütün konuyu idrakimize sığdıracak kadar anlamlıdır. Şiirin musiki ile olan bağı ise ayrı bir araştırma konusudur. Konularına, teknik özelliklerine, edebi akımlara ve üretildiği dönemlere göre şiir tasnif edilse de, türlere ayrıştırılsa da şiir şiirdir. Valéry’in ifadesiyle ‘Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.’” ifadelerini kullandı.

HAYATIMIN EN ZOR ESERİ OLDU

“Gün Batmadan Hayat, Hatıra ve Hayal” adlı kitabıyla ilgi çeken ve bu kitapla yaşadığı dönem boyunca değişen toplumsal yapıyı ele alan Gümüş’e kitabını sorduğumuzda şunları söyledi: “Yıllardır kafamda kurduğum, ancak üç anahtar kelime ile (Hayat, hatıra ve Hayal: Var olmanın, birey yaşamanın koordinatları. Üç (H) ile kodlanmış bir şifre sanki) hafızada tuttuğum, gerçekten anlatılmasında fayda bulduğum hatıralarımı diyeyim son 55 yıldaki çevreyi, insanı, toplumu anlatmak; coğrafya, tarih ve zamana içinden gelerek anlam yüklemek, değişim, gelişim ve yenilik sürecini menfi ve müspet taraflarıyla sıkılmadan okunacak tarzda kayda geçmek düşüncesiyle bir otobiyografi olarak değil; benim için, çocuklarım, akraba çocukları, torunlarım için bir hatıra özelliği taşır, yaşıtlarım ve daha yukarı yaştakiler için belki özlemli bir zaman yolculuğu olur. Gençler ve orta yaşlılar için duyum ve yorum farklılığı olacağı muhakkak. Günlük, deneme tadı çıkaranlar da olacaktır. Ama bunların hiçbiri değil, fakat hepsi… Bir iddia olarak değil. İçimden geldiği gibi yaşadığım gibi hissettiğim şekilde bir rezonans üslubu, sarsan, etkileyen en önemlisi; tecrübe öğreten, dünü, bugünü, yarını gösterebilen mesajlar çıkarmak ve sunmak isteği. Böyle bir şey işte. Goethe; ‘İnsan kendini adadığı an, ilahi takdir de harekete geçer’ demişti. Öyle bir ümitle işe başladım. Bu eser bütün yazı hayatımın en zor, en ıstırap veren çalışması oldu. Diriliş düşünce akımının üstadı o büyük şair Sezai Karakoç Diriliş dergisinde 1988 yılında hatıralarını yazmaya başlarken ‘Baştan beri bir daha yaşamak demek olan hatıralarının gözden geçirmek, ateşten bir azap demek… Geçmiş çok azizdir bende. Fakat onu yeniden yaşamak ıstırap kaynağı …’ diyordu. ‘Ama öyle de olsa tecrübelerimizden yararlanacak birkaç kişi çıkacaksa bu azaba katlanmaya değer’ satırlarıyla hayat hikayesine kapıları açıyordu. Evet, en tatlı anılar dahi burkuntular verebilecek; hüzün, gözyaşı ikincil yaşamada kendinden geçme ile buluşacak. Hayat safhaları sayfa sayfa yeniden başka bir boyutta yaşanacak olsa da; hayatımız pırıl pırıl, hatıralarımız temiz, hayallerimiz güzel olsun niyetiyle bu eseri öğretmenlere, dedelere, babalara ithaf ederek; çocuklara, gençlere ve geleceğe bağışlıyorum.”

BÜYÜK BİR BADİREYİ ATLATTIK

Bir araştırmacı olarak FETÖ yapılanmasını ve toplumun ve devletin içinde bu yapının büyümesini sorduğumuz Gümüş, bu durumunçok can sıkıcı olduğunu belirterek, devletimizin ve milletimizin büyük bir badireyi atlattığını darbe veya işgal denilebilecek bir kalkışmayı püskürttüğünü söyledi. Gümüş, “Türkiye bir aydan fazladır bu meşum (uğursuz) olayın tesiri altındadır. Vatandaşlarımızdan 241 şehit verdik, iki binden fazla yaralı var. Aslında bu FETÖ ile birlikte global bir saldırıydı. Sorunuza gelince Fetö’yü toplum yalnız başına yaratmadı. Bu yapının oluşmasında geçmişte bir şekilde devletin de, dış güçlerin de katkısının olduğu maluma ayandır. Onlarca yıl millet jakobenci, despot, ceberut yönetim anlayışının boyunduruğu altında, özellikle inançlar noktasında maruz kaldığı muamele, yaşadıkları mağduriyetler nedeniyle din-iman adına hareket eden oluşumlara maddi ve manevi destek verdi. Başlangıç itibariyle altın nesil söylemiyle, yüksek idealler etrafında gençler toplandı, çocuklar devşirildi. Zamanla büyüyen hareket, kapalı bir örgütlenme yapısı içinde stratejik taktiklerle, takiyeci tutumu ve sistemli çalışmasıyla güç kazandı. Zaten psikolojik arazları olan örgüt lideri ve etrafını saran menfaat şebekesi güç zehirlenmesi yaşayınca zıvanadan çıktılar. Olan, bunlara inanan saf, temiz Anadolu insanına oldu. İnançları iğfal edildi. Bu konuda sayfalar dolusu çok şeyler yazılabilir, söylenebilir” dedi.

MAZLUM MİLLETLERİN UMUDUYUZ

15 Temmuz’un milletin direniş ve dirilişine, birlik ve beraberliğine de vesile olduğunu belirten Gümüş, 15 Temmuz hadisesinin ise birçok şeyi de değiştirdiğini sözlerine ekleyerek, “Toplum ve aydınlar farklı açıdan bakmayı öğrenmiş, farklı düşünmeye başlayanlar olmuştur. Bundan sonra ideolojilerin rengi değişecek, her fikir itibar görmeyecek, dini söylemler biçim değiştirecektir, diye düşünüyorum. Bu olay nedeniyle on binlerce gözaltı, görevden uzaklaştırma, görevden almalar, tutuklamalar gün itibariyle mantıklı, tutarlı görünse de ileride yeni mağdurların türemeyeceğini, sosyal travmaların, psikolojik travmaların yaşanmayacağını kimse iddia edemez. Bu konuda hukukun üstünlüğü esas alınmalı, adalet terazisi şaşmamalı. Bundan sonra devletin çeşitli kurumlarında, organlarında istihdam edilecek kişilerde, yönetici makamına atanacaklarda adalet-emanet bilinci içerisinde liyakat ve sadakat esası baz alınarak hareket edilmeli. Adaleti tesis edeceksin, emaneti ehline vereceksin. İlahi öğreti de bu, insanlık yönetim tarihi de bunun en güçlü ispatıdır. Liyakat ve sadakat. Ama parti veya hükumete sadakat değil. Devlete, millete sadakat. Partiler, hükumetler geçicidir. ‘Devlet-i ebed müddet’ idraki, ‘Halka hizmet, Hakka hizmettir’ anlayışını öncelleyen kriterden bahsetmek istedim. Bundan sonra bizi ne mi bekliyor? Valla, Ülkemiz global bir saldırı altındadır. Tabii savaş yöntemleri değişmiştir. Dünyanın neredeyse yarısını yönetmeye çalışan, tanrısı para olan global çete Ortadoğu’ya istediği şekli vermede Türkiye’yi engel görüyor. Büyük oranda halk desteğini almış boyun eğdiremediği, alt edemediği bir lider ve iktidar var karşısında. Türkiye’nin bu coğrafyada etkili ve yetkili olmasını istemiyor. Zira Türkiye’nin kardeş olduğu bu coğrafyadaki mazlum ve mağdur milletlerin umudu, idolüdür Türkiye. Bu itibarla serada yıllarca yetiştirdikleri terör örgütleriyle, hem de saldırdığı coğrafyaların insanlarını avına düşürerek istediği zaman, istediği biçimde kullanıyor. İhale veriyor, silah veriyor, lojistik destek veriyor, para veriyor, saldırtıyor. Türkiye için tehlike her zaman vardır. Fakat birlik ve beraberlik ruhuyla, iyi bir diplomasiyle, bilim ve teknoloji üstünlüğünü elde etmeye çalışarak, devletin üst aklının geliştireceği stratejilerle, uyanık bir bilinçle inşallah her türlü tehdit ve tehlikeyi bertaraf ederiz” şeklinde konuştu.

Naci Gümüş Kimdir?

Hayat öğrencisi mustarip, garip bir öğretmen emeklisi. Şiir yazan, acılarını içine akıtan, fikir çilesini yazıya döken, derin düşüncelerini psikolojik ve sosyolojik nedenlerle kendine saklayan sessiz, mahzun, duygulu, duyarlı bir insan. 1951 Ergani doğumlu. İlk, orta, lise ve Öğretmen Okulu’nu Ergani’de bitirdi. Lisansını Anadolu Üniversitesi Türkçe Bölümü’nde tamamladı. Hatay, Elazığ ve İzmir illerinde 15 yıl köy öğretmenliği yaptı. 1976 yılından bu yana İzmir ilinde değişik okullarda tam 44 yıl öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu. Kültür, sanat ve edebiyat çalışmalarına ortaokul sıralarında başladı. Şiir, makale, hikaye, deneme, inceleme-araştırma yazıları ve desenleri; Türk Edebiyatı, Hisar, Fikir ve Sanatta Hareket, Mavera, Kırkikindi, Yağmur, Yeniden İnkişaf, İzmir İzmir, Yeni Dergi, Yediiklim, Ay Vakti, Kuşluk Vakti, Işığın Kaynağı ve Milli Eğitim dergilerinde; Ergani, Çiğli, (Yerel Gazeteler), Yeni Devir, Ortadoğu, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yayınlandı. Şiir, hikaye ve anı dallarında birincilik ödülleri aldı. 2000 yılında yayına soktuğum “Gönül Sitesi” isimli web sitesi de internet dünyasında önemli bir yere sahip. Işığın Kaynağı Dergisi’nin yayın kurulu üyesi ve daimi yazarlarından. 17 Ocak 1996 tarihinde İzmir Konak Zafer Müfredat Laboratuar İlkokulu müdürü iken emekliye ayrıldı. Tam bir yıl aradan sonra sevdiği mesleğine açıktan atama ile yeniden başladı. 4 Ocak 2016 tarihinde, görevlendirilmeyle kurucu müdürü olduğu eğitim müzesinden ikinci kez yaş haddinden emekliye ayrıldı. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İzmir Şubesi’nin kurucu üyelerinden ve Yönetim Kurulu üyesi. Evli ve 3 çocuk babası, dört torun dedesi.

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.